Tecride karşı açlık grevi ve ölüm orucu eylemi 26 Mayıs’ta bitirildi. 200 günü bulan eyleme en son 1 Mart’ta katılan tutsakların açlık grevi bile yaklaşık üç ay sürdü. Bu durumda açlık grevindeki tutsakların en azından ilk günlerde serumla “beslenmeleri”, bunun için de tutsakların hastaneye götürülmeleri gerekiyordu. Tutsakların hastaneye götürülerek tedaviye alınmaları bir yana, pek çok hapishanede ilk gün avukatların açlık grevinin bitirildiğini tutsaklara haber vermelerine dahi izin verilmedi.
Açlık grevindeki tutsak sayısı 3 binin üzerindeydi. Bu tutsakların 30’u ölüm orucundaydı. Buna karşın eylemi serumla “beslenerek” bitiren tutsak sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Ki onlar da bir gün sonra hapishanelere geri götürüldüler.
Sonraki günlerde pek çok hapishanede tutsakların hastaneye götürülmeleri ancak avukatların, milletvekillerinin basıncıyla gerçekleşti. Hastaneye sevkler ise tutsaklar için kelimenin tam anlamıyla işkenceye dönüştürüldü. Hiçbir yerde hastane sevki ambulansla gerçekleşmedi, sevklerde ring olarak tabir edilen hapishane araçları kullanıldı. Muayene sırasında kelepçeli muayene dayatıldığı için tutsaklar bu şekilde muayeneyi kabul etmediler. Sonuç olarak tutsakların tamamına yakını, ağız yoluyla beslenerek, kendi imkanlarıyla tedaviye başladılar. Özcesi tutsakların hastaneye götürülüşü tedavi görünümlü işkenceydi sadece.
“Doktor” kılıklı işkenceciler
Neredeyse bütün hapishanelerde açlık grevcilerini tedavi etmeme politikasına doktorların da ortak olduğuna ilişkin pek çok haber yansıdı basına. Kuşkusuz tedavi etmeyen doktorların hepsinin işkenceci olduğunu söylüyor değiliz. Bazı doktorların tehditlerden kaynaklı tedavi etmeye yanaşmadıkları iddia edildi. Fakat bu bile en hafif deyimle doktorluk ahlakına leke sürmekten başka bir şey değildir. Nesnel açıdan ise bu, işkenceye göz yummak, dolayısıyla bir şekilde ortak olmaktır.
Şüphesiz her insanın olduğu gibi doktorların da siyasal düşünceleri var. Fakat bir doktor, siyasal olarak düşman saydığı birinin yanında doktor olarak bulunuyorsa onu tedavi etmek zorundadır. Buna rağmen tedavi etmek istemiyorsa bunu açıktan ifade etmesi daha onurlu bir tutum olacaktır. Şakran Hapishanesi’nden hastaneye götürülen tutsaklara yapıldığı üzere, eylemcileri “İyisiniz, bir şeyiniz yok” diyerek göndermenin ne tıp etiğiyle ne de asgari bir onurlu davranışla uzaktan yakından ilgisi var.
İlk günlerde bile normal yemek
Açlık grevini bitiren tutsakların serum yerine ağızdan beslenerek tedaviye başlamaları risk taşıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) hazırladığı diyet programı bu riski en aza indirecek nitelikte. Saldırganlık bu konuda da sürdü. Tutsaklara TTB’nin diyet programına nispeten uyan yemeklerin yanı sıra normal yemeğin çıkarıldığı da görüldü. Pek çok hapishanede ilk günler neredeyse tümüyle normal yemek çıkarıldı. Bununla beraber tutsakların kantin siparişleri en az bir iki gün gecikmeli verildi.
Tutsaklara normal yemek vermek, alenen sağlıklarına kast etmek anlamına geliyor. Zira uzun süreli açlık grevinden yeni çıkmış biri normal yemek yediğinde, en hafifinden kalıcı olarak mide ve bağırsak rahatsızlıkları yaşar. Diğer bir deyimle, tutsakların serumla “beslenme”sini engelleyen devlet, ağızdan beslenmeyi bile saldırıya dönüştürdü.
Sorunlar da çözümleri de dışarıdan bağımsız değil!
Sermaye devleti hapishanelere yönelik hiçbir saldırısını sadece tutsaklara yönelik bir saldırı olarak gerçekleştirmiyor. Hapishanelere yapılan her saldırı işçilere, emekçilere, gençliğe, Kürt halkına yönelik bir saldırıdır. Son açlık grevi-ölüm orucu eylemlerine yönelik veya sonrasında tedaviyi engelleyerek sürdürdüğü saldırılar, tutsaklar şahsında öncelikli olarak Kürt halkına yönelen saldırılardır. Kürt halkına yönelik saldırılar da işçi ve emekçilere yönelik saldırılardan ayrı değildir.
Bu yaşananlar, sermaye devletinin tutsaklara saldırısının hız kesmeden devam edeceğini gösteriyor. Açlık grevini bitirenlerin, görüntüyü kurtarmak için dahi olsa hastaneye götürülmeleri bile dışarıdan basınçla gerçekleşirken, tedavilerin asgari düzeyde bile olsa yapılabilmesi için dışarıda tutsakların sesi olmak gerekiyor. Yoksa bu saldırıların dizginlenmesi mümkün olmayacaktır.