Zindanlar devlet açısından devrimci ve muhalif kesimlerin ehlileştirilmek istendiği yerlerdir. Devrimciler için ise zindan, düzen-devrim çatışmasının en tok haliyle hissedildiği alanlardır.
Bundandır ki 1980 darbesinden bu yana birçok zindan direnişi ve katliamı yaşanmıştır. 1991 yılında “Eskişehir tabutluğu” yani hücre saldırısına devrimci tutsakların yanıtı direniş olmuştur. Sermaye devleti 1995 yılında Buca’da, 1996’da Ümraniye ve Diyarbakır hapishanelerinde katliamlar gerçekleştirmiştir. 1996’da hücre saldırısı yeniden gündeme getirildiğinde devrimciler bedenlerini ölüm orucuna yatırarak direnmişlerdir. Direnişte 12 devrimci ölümsüzleşmiştir. 1999’da ise Ulucanlar’da devlet vahşi katliamcı yüzünü tekrardan göstermiş, 10 yiğit devrimci bu saldırıda ölümsüzleşmiştir. 2000 yılında ise hücre saldırısına karşı yüzlerce devrimcinin katılımı ile başlayan ölüm orucu direnişine ve devletin “hayata dönüş operasyonları” adı altında uyguladığı vahşi katliama tanıklık etti zindanlar.
Sermaye devletleri çok iyi bilmektedir ki, toplumun en ileri kesimlerini teslim almadan toplumu da teslim alamazlar. İşte onlarca katliam, işkence ve saldırının altında yatan neden budur. Fakat tüm bunlara rağmen bu topraklar zulmün karşısında boyun eğmeyenlerin, direnenlerin tarihine tanık olmuştur, olmaya devam etmektedir.
***
Sermaye devleti Ulucanlar katliamının ardından F Tipi hücre saldırısına hız verdi. 5 Temmuz 2000 yılında Burdur Hapishanesinde aynı yıl 26 Temmuz günü ise Bergama Hapishanesinde devlet, devrimci tutsaklara vahşice saldırdı. Saldırılarda iş makineleri dahi kullanıldı. Tüm bu saldırıların ardından 20 Ekim 2000 tarihinde, F Tipi hapishanelerin açılmaması, Terörle Mücadele yasası ve 3’lü protokol’ün kaldırılması talepleri ile 816 tutsak ölüm orucuna başladı. 19 Aralık 2000 tarihinde ise devlet “Hayat dönüş operasyonu” adı altında hapishanelere saldırarak direnişi kırmaya çalıştı. Bayrampaşa, Ümraniye, Çanakkale, Uşak, Bursa, Çankırı ve Ceyhan’da onlarca devrimci katledildi, onlarcası vahşi saldırılar sonucu yaralandı, sakat kaldı. Saldırılar sonrası, çok sayıda devrimci tutsak inşası tamamlanmamış F tipi cezaevlerine zorla sevk edildi. Sürecin toplamında 122 devrimci tutsak ölümsüzleşti, yüzlercesi ise sakat kaldı.
Tüm bu yaşanan sistematik saldırılara rağmen ölüm orucu direnişçileri devrimci iradenin teslim alınamayacağını dosta-düşmana gösterdiler. Ölüm orucu direnişinin 1. Ekibinde yer alan komünist tutsak Hatice Yürekli, devletin direnişi karalama çabalarının karşısında, Ulucanlar davasında yaptığı savunmada şöyle diyordu:
“Bizim Ölüm Orucuna ‘örgüt baskısıyla’ gittiğimiz söyleniyor. Bu çok çirkin/çaresiz bir yalandır. Bizler siyasi kimlikleri, gelecek idealleri olan ve bu idealler doğrultusunda yaşayan insanlarız. Devletin bizleri teslim alıp imha etmeye dönük planlarına karşı en önde durmak, ölümüne direnişin ilk gönüllüleri olmak bir onurdur bizim için. Hiç kuşku duymuyorum ki, tüm arkadaşlarımız ilk gönüllüler içinde olmayı istemektedirler.”
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmezdir!
Sermaye devleti, halen daha ekonomik ve toplumsal açıdan girdiği çıkışsızlığın bedelini işçi ve emekçilere ödetiyor. Krizlerin faturası işçi ve emekçilere kesilirken baskı, şiddet ve devlet terörü daha da tırmandırılıyor. ‘99 yılında “İçeriyi teslim almadan dışarıyı teslim alamayız” diyen sermaye devleti bugün de aynı bakış açısıyla hareket ediyor. İçeride siyasi tutsaklara dönük baskı ve yasaklar her geçen gün daha da ağırlaşıyor.
Türkiye toprakları zindan katliamlarının yanı sıra destansı direnişlerin de tanığıdır. 20 Ekim 2000 ölüm orucunda ölümsüzleşen yiğit devrimciler, Ulucanlar’da, Ümraniye’de, Buca’da direnenler yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.
Devrimci irade teslim alınamaz!
M. Nevra