Kongre, açılış konuşmalarının ardından açılış oturumu olarak “Pandeminin krizi ve kapitalizmin krizi” sunumuyla açıldı.
“Pandeminin krizi ve kapitalizmin krizi”
İlk sunumu Ertuğrul Kürkçü “Metabolik uçurumun eşiğinde enternasyonalizm veya yokoluş” başlığıyla gerçekleştirdi.
Kürkçü sunumunda özetle şunları ifade etti:
“İçimizden geçtiğimiz kriz Marx’ın metabolik çatlak diye adlandırılan doğa ile toplumun bağlarının koparılıp atıldığı bir kriz dönemi olarak tanımlayabiliriz. Geçmişte bu buhranlara verdiğimiz en iyi yanıt sosyalist devrimlerdi. Rosa Luxemburg boşuna ifade etmemiş, “Ya barbarlık ya sosyalizm” diye.
Bugün bu tablo daha net. Şu anki krizin yapısı 1. Dünya savaşına 2. Dünya savaşının yol açtığı krizlere benzemiyor. Tek tek ülkelerin varlık koşullarını tehdit eden bir tablo var. Bu açıdan uluslarası düzeyde bir mücadelenin de kapısını açıyor. Varolan saldırılar ve kriz, İnsanlığı geniş bir enternasyonalizme davet ediyor. Sadece devrimci olan işçi sınıfına değil, bu buhrana maruz kalan tüm kesimleri etkiliyor. Köylülük gibi yeni öznelerle karşı karşıyayız. Kapitalizmle tüm insanlık arasında keskin bir karşı karşıya geliş var.”
Kürkçü sunumunu şu çağrı ile sonlandırdı:
“Tüm özgürlükçü ve kurtuluşçu hareketleri tekrar düşünmeye davet ediyorum. Doğayı ve insanlığı geri kazanmayı başaramazsak geleceği kazanamayız. Biz enternasyonalizmi yeniden düşünmek ve tanımlamak gerekiyor. Kongrenin de buna hizmet etmesini temenni ediyorum”
“Pandemi, kriz ve kapitalizm”
Oturumun ikinci sunumunu ise “Pandemi, kriz ve kapitalizm” başlığıyla Özgür Öztürk gerçekleştirdi.
1- Dünya kapitalizmi ve Türkiye,
2- Pandeminin etkileri,
3- Pandemi sonrası muhtemel gelişmeler
Bu üç başlık altında gerçekleştirilen sunum ile kapitalizmin son yüzyıllık gelişim sürecini özetledi. Özellikle 70’lerden bugüne uygulanan neoliberal politikalara, sermayenin uluslararasılaşmasına değindi.
Son olarak ise “Türkiye’yi ne bekliyor” sorusuna ise şu yanıt verildi:
“Türkiye’de baskıcı bir siyasi üst yapı kurumsallaştı. Bunu koşullandıran bir alt yapı var. Bu yapı değişmediği takdirde üst yapının değişmesini beklemek gerçekçi değil. Önümüzdeki dönemlerde kuşkusuz birtakım kazanımlar elde edeceğiz, ancak bunların kalıcı olabilmesi için alt yapının değişmesi şart bu açıdan sosyalizmden başka çıkış yok. Dünyada da kapitalizm kredisi tükendi. Orda Taliban bu tarafta göçmen sorunu yoksulluk ve yıkım dışında bir şey veremiyor.
Sosyalistlere de bir görev düşüyor sınıfı esas alan ama ekonomik haklar sınırlarında bir mücadele süreci örmek değil bahsettiğim.”
Öztürk, Lenin’in Nisan Tezleri yapıtına ithafta bulunarak “Ekonomizmden koparak bir mücadele gerekiyor” diyerek sözlerini sonlandırdı.
“Krizler sarmalında yaşam”
Üçüncü sunumu gerçekleştiren Beyza Üstün ise “Krizler sarmalında yaşam” başlığıyla gerçekleştirdi. Konuşmasına tutsak olan tüm arkadaşlarına adadığını ifade ederek şunları ifade etti:
“Kapitalizmin tablosunu ve çıkış yollarını bir önceki sunumlar ifade etti. Kapitalizm her krize girdiğinde iki biçimde gerçekleştirir. Bir alanı üretim, diğer alanı ise yaşam alanları ekolojik alan. Bugün ekolojik kriz de dahil olmak üzere kendi krizini aşmak için yeni sermaye alanlarıyla daha da derinleştiriyor.
Ortaya çıkan krizler kapitalizmin neden olduğu sonuçlardan kopartılabilir mi?
Bugün kapitalizm, bizi sonucun çözümüne razı ediyor. Oysaki krizin nedeni olan sonucunu çözemez.
Kapitalizmi kaynak olarak görmezsek bunun üzerinden politika üretmeye devam edersek kapitalizmin açtığı hendeklere daha derin batarız. Eğer sistemi görmeyen bir mücadele örersek nereye gideceğimiz belli değil. Bugün yaşadığımız doğal afetlerin sorumlusu olarak iklim krizi görülüyor. Bağladılar iklim krizine bitti inşaat şirketleri yok DSİ nasıl bir süreç izledi dere yataklarında yok, HES’ler yapıldı bu yok. Ormanlara ne oldu o da yok. Şimdi iklim kriziyle birlikte neden olan şeyi bize çözüm olarak sunuyorlar. Bütün doğayı sermayeyle çevrelerken bizler yok oluyoruz. Kanal İstanbul bir yapılaşma projesi. Havalimanı 3. Köprü hepsi o projeye hizmet etti. 3. Havalimanı İşçileri bize hikayeyi gösterdi. Onlara buradan selam gönderiyorum. Oradaki emek sömürüsünün dışında çirkin yapılaşma, doğayı katletme, işçilerin karşı karşıya geldiği sömürüyü bizlere gösterdiler ve mistik tülü kaldırdılar. Çok zamanımız yok. Onlar krize girdikçe daha çok saldırganlaşıyorlar. Bu politik ve örgütlü bir süreç. Birlikte yol almak zorundayız. Bu krizlerin nedeni kapitalizm ise anti kapitalist mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Politik düzlemi doğru yere koyarsak çıkışı buluruz. Bu bir siyasi mücadele basit bir şey değil. Birlikte karar alıp fikirlerin birlikte örülmesi şart.”
“Salgınlar ve kapitalizmde sağlık”
Üçüncü sunumu ise Onur Hamzaoğlu “Salgınlar ve kapitalizmde sağlık. Covid 19 pandemisi bir sağlık sorunu mu?” başlığıyla gerçekleştirdi.
Salgınlarda egemenlerin tutumuyla başlayan sunumda şunlar ifade edildi:
“Yüzyıllar öncesi veba ve cüzzamda vardı. Kendilerinin nasıl konumlanacağına göre karar veriyorlar. Kapitalistler neden sağlık hizmeti sunuyor. Sorusuna cevap ise onun özüne bakarak ve Kapitalizmin gelişiminden buyana sağlık sistemine, salgınlara ve hastalıkları nasıl ele aldığına bakmak yeterli.
Pandemi bir sistem sorunudur. 90 lardan beri uygulanan neoliberal politikalar sağlıkta eğitimde kentleşmede ulaşımda çalışma yaşamında ara etkenleri doğurdu. Bu da hepsinde krizi yarattı. Çoklu kriz yada buhran diye tanımlamak mümkün değil. Bugün tüm yaşam alanlarımızda bir kriz var yani yaşam krizi var. Yaşamın krizini ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldırmadan bizler bu krizden kurtulamayız. ‘Ya sosyalizm ya da pandemiler.”
İlk oturumun ardından ara verildi.
“Kapitalizmin karavebası: Faşizm”
İkinci oturum ise “Kapitalizmin karavebası: Faşizm” konulu idi. İlk sunumu Duvar gazetesi yazarı Bahadır Özgür “Devlet babadan devlet AŞ’ye Türkiye’de rejimin dönüşümü” başlığı ile gerçekleştirdi. Özgür özetle şunları ifade etti:
“Devletin çekirdeğindeki dönüşümden söz etmek istiyorum. Devletin faşizmi nasıl üretiyor ve sürekliliğini ele almak istiyorum. Devleti neoliberal döneminde şirket olarak tanımlıyor Mehmet ağar mesela. Devletin değişmeyen karakterinde hisseler kimde. Kastettiğimiz yapıyı Türkiye kapitalizminin zorunlu dönüşümünün doğal bir sonucu bu devlet yapısı. Ve burda bir süreklilik var. Mafya ve çete örgütleri hiçbir zaman sermayenin üstüne çıkmaz. Her zaman piyasa ekonomisinde iş bulur. Hikayenin merkezine devleti koyduğumuzda bu ilişkinin bugünkü mimarisini daha iyi anlarız. Bu yapı sermaye birikiminden bağımsız hareket etmez hiçbir zaman.”
“Türkiye’nin Anayasal-siyasal rejimi”
İkinci sunumu Dinçer Demirkent “Türkiye’nin Anayasal-siyasal rejimi” başlığı ile gerçekleştirdi ve özetle şunları ifade etti:
“Rejimi tanımlamanın bir anlamı var. Otoriter oligarşik diyorsan mücadele yöntemini de belirler. Ben bu rejimin unsurlarını ele alacağım. 2007 de bir takım reformlarla burjuva demokrasisine mi geçiyoruz algısı yarattı. Aynı dönemde devlet içinde bir tartışma yaşandı. Sonrasında devlet, mafya, cemaat arasındaki klik tartışmalarını ve güç dengelerini özetledi. 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan yenildi. Erdoğan’ı HDP’nin o dönemdeki konumlanması ve pratiği yendi. Bu gün ise geceyarısı kararnameleriyle yönetiliyoruz.
Hükümeti değiştireceğiz bunu seçimle yapacağız demenin bir anlamı yok bugün. Bugünkü yapılanmada bunun bir karşılığı yok. AKP ve MHP ancak seçimle kendini Yeniler. Nasıl çözülür? Sorusuna yanıtı ise Burjuvazi demokrasisini yaratan direnç noktalarını bulmak gerek. Bu direnç noktalarına odaklanmayan hiç bir siyasal yapının geleceği olacağını düşünmüyorum."
“Faşizm ve kolanyal faşizm”
Üçüncü sunumu Karaburun Kongre düzenleme üyesi Barış Yıldırım “Faşizm ve kolanyal faşizm” başlığıyla gerçekleştirdi.
Sunumuna 70 ler devrimcilerinin faşizm tanımıyla başlayan Yıldırım “varlık ve yoksulluk” başlığı altında Dimitrov, Çayan ve Kaypakkaya’nın tanımlarına değindi. 2000lerden bu yana ise Troçki, Arent, Poulantzas, Note üzerinden tanımlara değindi. Sunumuna iktidara karşı mücadele yol ve yöntemleri, müttefikler ve hasımlar, mücadeleyi yürütecek örgütsel yapılar başlıklarıyla devam etti. Ardından faşizm teorileriyle sunumunu sonlandırdı.
“Reformist ve devrimci stratejiler bakımından faşizm tespitleri”
Orhan Dilber “Reformist ve devrimci stratejiler bakımından faşizm tespitleri” başlığıyla gerçekleştirdi.
Sunumunda özetle şunları söyledi:
“Hangi siyasi yapı faşizmi nasıl tanımlarsa tanımlasın var olan siyasi iktidara karşı devrimci bir mücadele yürütmediği ölçüde onun açtığı kulvarda ya da kurumlarda debelenip durur. Her siyasi yapı faşizmle mücadeleye “bu bizim meselemiz diye yaklaşmalı ve kökünden yıkmak için çaba harcamalıdır. Faşizmin kendisi bir tarih sorunudur. Sermayenin en kanlı en baskıcı diktatörlüğüne karşı mücadeleyi örgütlemek için yok olmaya yüz tutmuş kır yoksulları ve küçük burjuvaziyle proletaryanın ittifakını sağlayacağız. Ve bunu sağlayacak devrimci bir partinin kurulması lazım.”
“Sinemada anti faşizmin estetiği”
Eylem Şen “Sinemada anti faşizmin estetiği” sunumunu belli başlı filmler üzerinden karşılaştırmalı olarak faşist ideolojinin sinemadaki estetik algısının kitleleri nasıl edilgenleştiridiğini anlattı. Ayrıca faşizm sınıf mücadelesi yerine faşizmin ahlakçı algısını koyarak nasıl sisteme entegre ettiğini ifade etti. Şen özetle şunları ifade etti:
“Sınıf mücadelesi yerine ahlak tartışması yaptığınız zaman aynı yerde debelenip duruyorsunuz. Esas olan sınıf mücadelesini sürdürmek ve oradan yaklaşmak önemli. Mesela iyilik kötülük ahlak kavramları sınıf mücadelesini, görünür kılmamak adına üretilmiş kavramlardır. Emek sermaye arasındaki çelişkiyi silikleştirmek adına ortaya atılan bu kavramlaştırmaların tek bir amacı olduğundan hareketle yüzümüzü sınıf çelişkilerinden o mücadeleyi esas alarak yaklaşmak gerekir. 1900 filminden hareketle faşistler yenilmişlerdir ve Zafer vardır ancak Amerikancı çözümden etkilenmiştir komünistler. Aslında kızıl bayrak Zafer türküleriyle uzaklaşır gider. Bu mücadelede iktidarı almak varken burjuvazinin bir kesimiyle ittifak yaparak iktidarı burjuvaziye teslim etmişlerdir. Buradan sonuçlar çıkartarak faşizme karşı mücadeleye yaklaşmak gerekir.”
Kızıl Bayrak / İzmir