Geçtiğimiz günlerde YÖK tarafından yayınlanan tercih kılavuzu belli değişiklikleri beraberinde getirdi. Bunlardan biri, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) bünyesinde psikoloji lisans eğitiminin açılacağının ilan edilmesi oldu. Karar, duyulduğu ilk anda birçok öğrencinin, psikoloji bölümü öğretim görevlilerinin ve psikoloji alanında çalışanların tepkisini çekti. İstanbul Üniversitesi önünde bir araya gelen farklı üniversitelerden psikoloji bölümü öğrencileri karara karşı açıklama gerçekleştirerek, itiraz dilekçelerini rektörlüğe sundular.
Psikoloji lisans eğitimin, AUZEF'te de verileceğini öğrencilerden akademisyenlere işin öznesi olan kurum ve kişiler, tercih kılavuzunun yayınlanması ile öğrendi. Yani bölüm açılıncaya değin YÖK ve üniversite bürokratları dışında kimsenin haberi olmadı. Kimseye fikir sorma gereği duyulmadı. Kuşkusuz “yaptım oldu” zihniyetiyle gerçekleştirilen birçok değişiklik üniversiteler tarihinde yeni değil. Askeri faşist darbenin ürünü olan YÖK ile üniversitelerin yönetimi, tamamen mevcut iktidarın hakimiyetine bırakılmış durumda. Üniversitelerde eğitim gören öğrencilerin, ders veren öğretim görevlilerine ve üniversitenin çalışanlarına alınan kararlara, uygulama ve değişikliklere dair ‘söz hakkı’ tanınmıyor.
Geçtiğimiz günlerde üniversitelerin yönetimine dair değişiklik de yapıldı. Buna göre, üniversite yönetiminde temel söz sahibi olacak üniversite konseylerinde kapitalistlerden vali ve emniyet müdürlerine varıncaya değin geniş bir kesime temsiliyet hakkı tanındı. Ancak üniversitelerin temel öznelerinin konseyde yer alması söz konusu dahi olmadı. Bütün bunlara baktığımızda, psikoloji lisans eğitiminin AUZEF’te de verilecek olmasının kaba bir dayatma olduğunu görüyoruz.
Psikoloji lisans eğitimi daha önce Anadolu Üniversitesi AUZEF’te açılmak istenmiş, ancak gelen tepkiler üzerine geri adım atılmıştı. Gelinen yerde ise, tepkilere ve eleştirilere aldırmaksızın YÖK’ün keyfi bir kararıyla bölüm açıldı.
Psikoloji eğitiminde AUZEF ne anlama geliyor?
AUZEF'te verilen bazı lisans eğitimleri uzun bir zamandan beri tartışma konusuydu. Örneğin çocuk gelişimi, sosyal hizmetler, sosyoloji, hasta ve yaşlı bakımı gibi bir dizi meslek eğitimi pratik deney olmadan gerçekleştiriliyor. Deney yapılmadan, uzaktan eğitimin yetersiz olması, doğal olarak eleştiriliyor. Psikoloji bölümüne dair eleştiriler de, temelde bölümün “deney, araştırma ve gözleme” dayalı olmasından kaynaklanıyor.
Psikoloji bölümü, elliye yakın alt dala ayrılıyor. “Klinik psikoloji” bu dalların en önemlilerinden biridir. Lisans eğitiminde dahi, klinik psikoloji başta olmak üzere, bütün dallarda eğitimin son derece niteliksiz olduğu bir sır değil. Üniversitedeki eğitimde durum bu iken, AUZEF kapsamında uzaktan, deney, uygulama ve gözlem olanağı olmadan verilecek psikoloji eğitiminin çok daha da niteliksiz olması kaçınılmaz. Bunun toplum sağlığı açısından olumsuz sonuçlar doğuracak, hatalı teşhis ve uygulamalara yol açacak olması eleştirilerden birini oluşturuyor.
Yıllardan beri psikoloji öğrencileri ve bu alanda çalışan sağlık emekçileri “mesleğin kapsamını tanımlayan”, meslek birliği kurmalarını sağlayacak bir “meslek yasası” için mücadele veriyorlar. Dinci gerici iktidar ise bu kapsamda adım atmaktan özellikle uzak duruyor. Çünkü psikologlara kamuda ayrılan kontenjanları “maneviyat uzmanları, aile uzmanları” adı altında İlahiyat Fakültesi mezunlarına tahsis ediyor. Bu “yandaş kayırma” politikası ile mesleği hakkıyla icra edebilecek liyakati olanları işsizliğe mahkum ediyorlar.
Tabloya baktığımızda temel sorunun yalnızca uzaktan eğitim olmadığını görüyoruz. Bunlar, “üniversitelerin dönüşümü” adı altında devam eden saldırıların yeni bir halkasıdır sadece. Hedefleri, üniversiteleri saray rejiminin keyfine, sermayenin ihtiyacına göre eleman yetiştiren kurumlar haline getirmektir.
Mevcut hali ile üniversitelerdeki eğitim programları bile oldukça niteliksizdir. Müfredatlar, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda değil sermayenin güncel ihtiyaçları ve rejimin ideolojik çizgisine göre belirleniyor. Üniversiteyi; öğrenciler, öğretim görevlileri ve çalışanları oluştururken ‘söz, yetki karar hakkı’ ise, AKP-MHP rejiminin aparatı YÖK ile sermayenin tekelindedir.
Son dönemde üniversiteleri hedef alan pervasız saldırı furyasının keyfi bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Tek adam rejimi, toplumsal kurumları da aynı mantıkla yönetmeye çalışıyor. O yüzden üniversitelere dönük her saldırının/ uygulamanın politik arka planında bu gerici hedef var. Dinci-faşist rejim üniversiteleri de sarayın ve sermayenin aparatları haline getirme planını uyguluyor.
Rejimin sergilediği kaba keyfiyet ve pervasızlık hem öğrenci gençliğin hem eğitim emekçilerinin hem üniversite çalışanlarının örgütsüz olmalarından kaynaklanıyor. Vahim bir hal alan bu gidişatı durdurmanın yolu örgütlü mücadeleden geçiyor. Saldırı furyası toplumun büyük bir çoğunluğunu ilgilendiriyor. Ancak hem dayatmaları boşa düşürmek hem “söz, yetki, karar hakkı”nı kazanmak için öncelikle üniversite öznelerinin mücadele etmesi gerekiyor.
İstanbul’dan bir DGB’li