Emperyalist savaşların, sosyal ve toplumsal yıkımların, yoksulluk ve açlığın pençesinden kurtulmak özlemiyle göçmenler, ölümü de göze alarak kendilerini güvende hissedecekleri Avrupa ülkelerine adım atmaya çalışıyor. Göçmenlerin binlercesinin yaşamı yollarda son bulurken yüzbinlercesi ise mülteci kamplarında perişan bir yaşama terk ediliyor.
Emperyalistler ve işbirlikçileri, düzenledikleri zirvelerde doğrudan sebep oldukları soruna sözüm ona çözüm bulmak iddiasında bulunuyorlar. Kapalı kapıların ardında on milyonların yaşamı üzerine tiksindirici pazarlıklar yapıyorlar. Bunun sonucunda mültecilere karşı aşılmaz duvarlar örüyorlar. Savaş gemilerini harekete geçiriyor, sınırlara mayınlar döşüyorlar.
Bu engelleri ölümüne aşan göçmenler ulaştıkları ülkelerde kapatıldıkları derme çatma barakalarda ve çadırlarda insanlık dışı muamele görüyor. Üstüne üstlük ırkçı saldırılara uğruyorlar. Kamplarda içler acısı bir yaşam sürdüren mülteciler barınma, beslenme, sağlık ve eğitim imkanlarından da yoksun bırakılıyor. Yansıyan video ve haberler, vahşet tablosunu sergiliyor.
Yunanistan’ın Midilli Adası’nda Eylül ayında yaşanan vahşetin ardından, Bosna’daki eski bir mülteci kampının çıkan büyük bir yangınla yok olması ve Suriye’de bir kampın sellere boğulması, Kanarya Adaları’ndaki kampta yaşananlar, mülteci kamplarını yeniden gündeme getirdi.
Binden fazla mülteci sokakta yaşayacak
Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Bosna’nın Bihac kenti yakınlarındaki Lipa kabul merkezini kapattı. Kamp koordinatörü Nataşa Ömeroviç, yaklaşık 1.300 mültecinin artık sokaklarda olacağını söyledi. Yetkililer, elektriksiz ve susuz olan Lipa kampının bu ihtiyaçlarını giderme sözlerini tutmamışlardı. Avusturyalı SOS Balkanroute örgütü, Lipa kampındaki tablodan hareketle, Midilli’deki mülteci kampına atıfta bulunarak burayı “kapımızın eşiğinde Moria” olarak tanımlıyorlardı.
Midilli adasındaki Moria mülteci kampında meydana gelen büyük yangından sonra AB emperyalistleri “Bir daha asla Moria” sözü vermişti. Yangın sonucu binlerce insan bir gecede evsiz kalmıştı. Yaşanan trajedi, Avrupalı emperyalist şefleri sözde “endişelere” boğmuştu. SPD lideri Saskia Esken, Moria mülteci kampındaki tablo hakkında konuşurken, “Avrupa için bir utanç” değerlendirmesinde bulunmuştu. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz ise, “Moria'dan gelen fotoğraflar kimseyi kayıtsız bırakmıyor” demişti. Benzer açıklama ve “kaygılar” Avrupalı liderler tarafından art arda sıralanıyordu. Açıklamalar, “Moria felaketinin” bir şeylerin değişmesine vesile olacağı yanılsaması yaratmıştı. Dahası, Avrupa göç politikasının “daha liberal, daha insancıl hale geleceği” gibi algılara yol açmıştı.
Moria’dan sonra
Mülteci kamplarında son yaşananlar, hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha ortaya koydu. Dökülen timsah gözyaşlarından ve ikiyüzlü açıklamalardan aylar sonra yaşananlarla birlikte, Avrupalı emperyalistlerin mülteci kamplarındaki insanlık dışı koşullarla ilgilenmediği, Midilli başta olmak üzere kamplarda hiçbir iyileşme olmadığı tekrar görüldü. İyileşme bir tarafa, şu son günlerde art arda basına yansıyan haberler mülteci kamplarında yaşanan vahşetin daha da ağırlaştığını kanıtlamaktadır.
Avrupalı emperyalistlerin “Bir daha asla” diyerek dillerinden düşürmediği Moria kampındaki yangından sonra yaşanan manzara ortadadır. Midilli adası Kara Tepe’de kurulan yeni kampta insanların daha beter koşullarda yaşamaya mahkum bırakıldıkları, sığınmacıların ve yardımcı görevlilerin verdiği bilgilerden yansıyor. Kampta; sıcak suyun bulunmadığı ve dolayısıyla da aylardır duş alınamadığı, hastalıkların yayıldığı, tecevüzlerin ve başka bir dizi perişanlıkların yaşandığı basına sıkça yansıyan bilgiler arasında.
Avrupalı emperyalistlerin, yangın “dramının” ilk günlerinde gösterdiği “ilginin” ardından bugün Midilli’deki mültecilerin akıbetiyle ilgilenen bulunmuyor. Almanya, Fransa ve Avusturya gibi emperyalistler, Avrupa sınırlarında ve mülteci kamplarında yaşanan “insani trajedi”yle ilgilenemeyecek kadar “meşguller.” mültecilerle ilgili meşguliyetleri ise onları insanlık dışı koşullar altında tutmakla ya da geldikleri yere geri göndermekle sınırlıdır.
Yunanistan ve Türkiye kamplarında, Hırvatistan-Bosna sınırında mültecilerin yaşamak zorunda bırakıldıkları ormanlarda, Afrika ülkelerinden gelen göçmenlerin yaşadığı Kanarya Adaları’nda, Avrupa merkezlerinde, Yemen, Suriye ve daha nice ülkelerdeki kamplarda insanların yaşadıkları dramlar, artık neredeyse gündelik olarak kamuoyuna yansıyor. Yaşananlar AB göç politikasının insanlık düşmanı karakterini sergiliyor.
AB devletlerinin ne yapması gerektiği açıktır. Ama sorunun doğrudan yaratıcısı olanların soruna kendi ifadeleriyle “insani çözümler” bulması olanaklı değildir. Onlar, ancak Yunanistan ve İtalya gibi AB’nin kimi ülkelerini “rahatlatmak” ve mültecilerin “birkaçını” paylaşmakla meşguller. Bunu da “insani çaba” olarak sunuyorlar. Şimdiye kadar Macaristan, Polonya veya Avusturya’da muhalefet nedeniyle “kabul kotaları” da başarısız kalmış durumdadır. Bu, öngörülebilir gelecekte de değişmeyecektir. Dolayısıyla mülteci sorununa AB’nin çözümü, aşılmaz duvarlar örmekten ibarettir.