LSG’de sendika bürokrasisinin yaşattığı büyük hayal kırıklığı

Bugün LSG sürecinde yaşadıklarımızı birleştirmiş olduğumda çok daha iyi anlıyorum ki sendikamız olan ver.di’nin başında oturan ağlar tamamen ikili oynuyorlar. Bu ikili oynamayı ne yazık ki kimi işçi arkadaşlarda da görebiliyoruz. Böylesine kritik ve can alıcı dönemlerden geçerken işçi arkadaşlardan hem mert olanı hem de namert olanı kendini daha iyi bir şekilde ortaya koyuyor. İşçi sınıfı adına acı ama gerçek.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Aralık 2019
  • 08:35

LSG’de yaşanan grev yasağından sonra bir kez daha anladım ki, işçi ve emekçiyi yalnız sömürü düzeni sömürmüyor. Sendikamıza çöreklenen sendika patronları da Lufthansa patronlarıyla bir olup biz işçileri bir o kadar sömürmüş oluyorlar. LSG’de yaşanan son durum bunu bariz bir şekilde ortaya koydu.

Çalıştığımız firma olan LSG’de uzun zamandan beridir işçilerin hakları gasp ediliyordu. Kimi bölümler özelleştirilerek, yüze yakın işçisi aleni bir şekilde ortada bırakıldı. LSG yönetimi bununla da yetinmeyip, daha çok hak ihlaline yol açacak şekilde, firmayı satma kararı aldığını duyurdu. Lufthansa patronlarının almış olduğu bu satış kararından sonra biz LSG işçileri için yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemle birlikte LSG işçisinin kaygıları gittikçe arttı. Sendikamız olan ver.di bürokratlarının geçmişte yaptıkları kötü sözleşmeyle kimi hakları elinden alınan LSG işçisinde, canı yanmış olduğu için, ver.di’ye karşı haklı bir tepki var elbette.

LSG’de yeni başlayan süreçle birlikte taban örgütlülüğünün önemi bir kez daha bariz biçimde önümüze çıktı. Gelen tüm saldırılar karşısında başından beri bizimle dayanışma içinde olan Bir-Kar’lı arkadaşlar, bize döne döne hep taban örgütlülüğünün şart olduğunu söylediler. Saldırılara karşı, öncü arkadaşlarla birlikte “işçinin öz gücüyle neler yapabiliriz ve mücadeleyi nasıl güçlü kılabiliriz”in yollarını aramaya koyulduk. Hem benim hem de öncü arkadaşlarım için zor ve anlamlı bir mücadele dönemiydi. Firmanın içinde işçi arkadaşlarla birebir konuşarak, mücadele ederek, tüm işçilere haklarımıza sahip çıkmanın önemini anlattık. LSG işçileri olarak kendi öz gücümüze dayanarak ve inisiyatifimizi kullanarak, yazın uçuşların en yoğun olduğu dönemde iş bırakmaya varan eylemler gerçekleştirdik. Biz işçiler firma içinde bunları yaparken, dışarda bizi hiç yalnız bırakmayan, her fırsatta firmamızın önünde bildiri dağıtarak, faaliyet yürüterek haklarımıza sahip çıkmanın önemini hatırlatan sevgili Bir-Kar’lı arkadaşların sergilemiş oldukları dayanışmanın işçiler üzerindeki etkisini de unutmamak gerekiyor.

Mücadele eden LSG işçisini gören ver.di temsilcileri de mücadeleye dahil olmaya başladılar. Ve derken tabandan bir baskı oluştu ver.di bürokratları üzerinde. Yapılan üye toplantılarında biz işçilerin mücadeleye hazır olduğunu gören sendika patronları grevin kaçınılmaz olduğunu anlamış oldular. LSG işçisinin büyük bir kesimi ver.di temsilcilerinin bürolarını basarak ve LSG şeflerinin odalarına kadar çıkarak, bizleri artık sömürme diyerek, her düzeyde mücadele etmeye hazır olduklarını gösterdiler. Mücadele ruhuyla alınan grev kararına büyük bir katılım sağlanacağı da aşikârdı. Oysa 1 Aralık’ta grev kararı alan ver.di bürokratları, Lufthansa patronlarıyla bir olarak, son anda grevi erteleme kararını duyurdular.

Bu arada ver.di ve Lufthansa patronlarının, satış sözleşmesi konusunda pazarlık halinde oldukları fakat bir anlaşma sağlanmadığı belirtiliyordu. Bürokratlar o süreçte 19 Aralık’ta başlamak üzere bir günlük kesinleşmiş grev kararını duyurmak zorunda kaldılar.

Nihayet bir grevin arifesindeydik. Öncü arkadaşlarla grevi organize etmek üzere görüşmelere başladık. Greve hazırlık süresi kısaydı. Fakat yoğun bir çalışmayla greve büyük bir katılım sağlayacağımızdan emindik. Zaman, coşkuyla beklediğimiz grev saatine doğru ilerliyordu. Emek mücadelesi veren öncü arkadaşlardan ikisi izinli olsalar da grev saatinden çok önce işyerine gelip, grev hazırlığına başlamışlardı. Bu hazırlıklardan geri kalmak olmazdı. Bu sömürü düzenin kirli ve puslu havasına maruz kalan bir işçi olarak ben de öncü arkadaşlarımın yanında olmalıydım ve öncü arkadaşların yanında yerimi aldım.

Bir işçi için o anı yaşamak anlamlı ve güzel bir coşkuydu. Öncü arkadaşların gözlerinde de aynı coşkuyu görebiliyordum. Haklı mücadelemizin en anlamlı yerindeydik. Gece vardiyası başlamıştı. Çalışan arkadaşlara saat 00.00’dan itibaren grevin başlayacağını söyledik. Bunun üzerine, gece çalışan işçi arkadaşların birçoğu hasta olduklarını söyleyerek işi bırakmış oldular. Öğlenci çalışan arkadaşlar da mesai bitiminde eve gitmeden önce, yarın işe gelmeyip, grev toplanma yerine geleceklerini büyük bir coşkuyla dile getirdiler. İşçi arkadaşları böylesine güzel bir tebessümle görmek umut vericiydi. Öncü arkadaşlarımıza samimi bir sarılışları vardı, sömürüsüz bir dünyada yaşamak istiyoruz der gibiydiler. Öğlenci vardiyasıyla birlikte gececi çalışan işçilerin çoğu da işi bırakarak evlerine gittiler. Sömürülen biz işçiler adına grevin tam da bu döneme, Noel tatiline denk gelmiş olması, patronların canını yakacağı için, ayrıca anlamlıydı.

Biz öncü arkadaşlarla bunları konuşup değerlendirirken, nerden bilebilirdik sendikamızın başına çöreklenmiş sendika ağalarının, sömürü düzeninin değil de biz emekçilerin canını yakacakları. Werk 1’de çalışan arkadaşlarımızdan birinden gelen telefona kulak vererek dinledik. Arayan arkadaş bize grevin iptal edildiğini söylüyordu. İnanmadık ve öncü arkadaşlardan biri arayan arkadaşın şakacı biri olduğunu ve şaka yaptığını söyledi. Elbette ki şakaydı, inanmak ne mümkün! Yine de olur mu olur dedik ve öncü bir arkadaşımız, ver.di temsilcisi olan birilerini aradı. Bu görüşmede grevin mahkeme kararıyla iptal edildiği doğrulandı.

Büyük bir hayal kırıklığıyla baktım öncü arkadaşlarıma, etrafa, duvarlara ve gecenin karanlığına. Neredeyim, burası neresi ve kaçıncı yüzyıldayım diye sormadan edemedim kendime. Söz konusu işçi ve emekçiler olunca gecenin bir yarısı mahkemeden kararlar da çıkabiliyor. İçim yanarak yaşadım. Haklı taleplerimizi dile getirmek yüreğimizde çarmıha gerildi adeta. Grev iptaliyle başlayan hayal kırıklığı uyutmadı, uykum da firariydi.

Sonrasında uyumadan işe başlamak üzere işyerindeydim. Derin bir sessizlik hissediyordum. Yasal bir grev yoktu ama yaşanan bir grev vardı. LSG şefleri işi yetiştirme çabası içinde koşuşturuyorlardı. İşyerindeki yasakları, kuralları ihlal ettim. Tepkim büyüktü. Kural, ihlal vs. dinleyebilecek halde değildim ve bütün bunları işleri yetiştirme çabası içinde olan şeflerin yanında yaptım. Kuralları ihlal etmeye sessiz kalan şefler, gitmesin de varsın kuralları ihlal etsin havalarındalardı. Bu halleriyle işçinin öz gücü karşısında ne kadar aciz olduklarını ortaya koyuyorlardı.

Bugün LSG sürecinde yaşadıklarımızı birleştirmiş olduğumda çok daha iyi anlıyorum ki sendikamız olan ver.di’nin başında oturan ağlar tamamen ikili oynuyorlar. Bu ikili oynamayı ne yazık ki kimi işçi arkadaşlarda da görebiliyoruz. Böylesine kritik ve can alıcı dönemlerden geçerken işçi arkadaşlardan hem mert olanı hem de namert olanı kendini daha iyi bir şekilde ortaya koyuyor. İşçi sınıfı adına acı ama gerçek. LSG işçisi olarak bizler kritik bir dönemden geçiyoruz. Bu kritik dönemi yara almadan geçmek zor gibi görünse de mücadele ederek bertaraf etmek de mümkün. Tabii ki vahşileşen kapitalist düzende bunu başarabilir miyiz, bilmiyorum. Başarılı olabilmenin en temel koşulu, işçilerin birlik olup, öz güçlerine dayanarak mücadele etmeleridir. Eninde sonunda işçilerin birliği sermayeyi yenecektir.

LSG’den bir işçi