İsviçre yargısından siyasi karar ve “skandal”

İsviçre’de 2018 yılında, binlerce kişinin katıldığı anti-faşist eyleme yönelik davada hukuksuz cezaların kesinleşmesinin ardından, yargıçların karardan önce yaptıkları yazışmalar ortaya çıktı. E-postalar arasında Basel Ceza Mahkemesi Başkanı’nın ceza verilmesi yönündeki talimatı da bulunuyor.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 11 Mayıs 2021
  • 16:30

28 Kasım 2018’de İsviçre’nin Basel kentinde faşistlerin düzenlemek istedikleri yürüyüşe karşı İsviçreli anti-faşistlerin çağrısıyla, “Nazifrei Basel” şiarlı karşı eylem düzenlenmişti. Bu eyleme, İsviçreli örgüt ve kuruluşun yanı sıra, Türkiyeli sol örgüt ve kuruluşların da yer aldığı 3 bini aşkın kişi katılmıştı. Faşist İsviçre Milliyetçi Partisi’nin (Partei National Orientierter Schweizer-PNOS) düzenlemek istediği eyleme bir avuç faşist katılmıştı. Bu bir avuç Nazi yanlısı faşisti koruma altına alan Basel polisi, karşı eyleme katılanlara göz yaşartıcı gaz ve coplarla saldırmıştı.

Tansiyonun yüksek olduğu eylemde kitle polise karşı kararlı bir tavır sergileyerek direnmişti. Basel polisi Nazi artıklarına dokunmazken, karşı eyleme katılanlardan gözaltına alınanlar olmuştu. Gözaltına alınanlar kısa sürede bırakılsa da haklarında davalar açılmış, eylem yargıya taşınmıştı.

Yargılanmalar o zamandan bu yana devam ediyordu. Basel Ceza Mahkemesi yargılanan eylemcileri iki ara kararla çeşitli ceza ve yaptırımlarla cezalandırmıştı. Her iki karara avukatların itirazı ile dava yeniden görülmek üzere ertelenmişti.

Sonunda kararını 22 Nisan 2021’de açıklayan Ceza Mahkemesi, eylemcileri ağır itham, hapis ve para cezaları ile cezalandırmaya hükmetti.

“Bu aşırı solcu düzen bozucular hak ettikleri cezayı almalı” e-postası

Eyleme katıldığı tespit edilen genç bir kadına 8 ay hapis cezası verildi. “Eylemde pankart taşıdığı tespit edilen” 25 yaşındaki başka bir eylemciye 7 ay “ertelenebilir” hapis cezası verildi. Verilen cezalar o derece sert ve orantısız ki, sadece dava avukatları değil, medya, barolar, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, verilen kararı haklı olarak, “skandal, hukuka aykırı ve siyasi olmakla” itham ettiler. Esas skandal ise mahkeme kararının ardından ortaya çıktı.

Mahkeme öncesi yargıçların kararı kendi aralarında konuştukları e posta yazışmaları ortaya çıktı. Yazışmalar, mahkemenin adeta bir tiyatro sahnesi olduğunu bir kez daha belgelemiş oldu. Taraflı davrandığı ve siyasi karar verdiği ayyuka çıkan mahkeme kamuoyunda da tepkiyle karşılandı.

Savunma avukatları elliden fazla sanık hakkında açılan ‘davanın reddi’ talebinde bulundular ve bu talepler ilk elden reddedilmişti. Ortaya çıkan skandal e postalara atfen savunma avukatları, “taleplerimiz ve savunma şimdi yeni bir ivme kazanmış bulunuyor” açıklamasında bulundular.

Yargıçların duruşmalara önyargılı girdiğini savunan avukatlar, Basel Ceza Mahkemesi başkanı Rene Ernst’in mahkeme üyesi diğer yargıçlara gönderdiği e postada “bu aşırı solcu düzen bozucular hak ettikleri cezayı almalılar” dediğine dikkat çekti. Ernst’in mesajı, yargıçları hukuka aykırı bir şekilde yönlendirmenin yanı sıra, önden bir görüşme gerçekleştiğinin de itirafı oldu.

Skandal yazışmaların açığa çıkmasından sonra kendini savunmaya çalışan mahkeme başkanı Rene Ernst, “önden anlaşma yok” iddiasında bulundu. Fakat “E postalar bir çizgide buluşma mahiyetinde” diyen Ernst, aslında anlaşmanın olduğunu da itiraf etti.

“Hukukla siyaset arasındaki ince çizgi”

Rene Ernst önden anlaşma yok diyor, “hukuki konularda görüş alışverişinde bulunduğumuz doğrudur ve doğaldır” diyor ama, “bu aşırı solcu düzen bozucular hak ettikleri cezayı almalılar” repliğinin hukukla nasıl bağdaştığı sorusuna cevap veremiyor. Ancak “bundan hareketle önden bir anlaşmanın olduğu sonucuna varmak saçmadır” diyerek kendini savunabiliyor!

Eski Ceza Mahkemesi Başkanı ve Basel Üniversitesi’nde ceza hukuku ve ceza usul hukuku profesörü Peter Albrecht yaşananları “bu son derece skandal bir hikâye” diye tanımlayarak şu ifadelerle tepki gösterdi:

“Varsayımlarla delilleri aynılaştırırsanız, hukuk ve adaleti katledersiniz ve hukukla siyaset arasındaki o ince çizgiyi daha da belirsiz hale getirirsiniz.”

Savunma avukatları davaları bir üst mahkemeye taşımıştı. Nazifrei eylemine katılanlara verilen “cezalar”, “skandal karar, yargı ve savunma, hukuk ve adalet, delil ve ön yargı” tartışmaları ile bir süre daha süreceğe benziyor. 

Çok sayıda eylemcinin savunmasını üstlenen Avukat Andreas Noll ise şu yorumu yaptı:

“Yaşananlar, şu anda temyiz mahkemesine açtığımız davanın reddi talebimizde haklı olduğumuzu sadece daha açık hale getirdi. Gerçekler açıkça eylemcileri haklı çıkarıyor. Temyiz mahkemesinden sadece davanın reddini değil, Ceza Mahkemesi yargıçlarının toplantı tutanaklarını da açıklamasını istiyoruz.”

“Demokrasi”nin vitrininde “hukuk” ve “adalet”

Basel yargısı ve hükümeti, tüm bu tartışmalar eşliğinde bir de “bu e postaları kim sızdırdı, köstebek kim” korkusu yaşıyor. Köstebek var mı yok mu, kimdir bilmesek de bilinen şu ki, “gerçeklerin er ya da geç, açığa çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”

Bu yaşananlar, “burjuva demokrasisinin vitrini” olduğu iddia edilen İsviçre’de de “hukuk” ve “adalet” devlete hâkim olan sınıfın işine yarayacak biçimde kullanıldığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu örnekte de görüldüğü gibi, burjuva devletlerde hukuk burjuvazi için adalet, işçi ve emekçiler için yaptırımdan başka bir şey ifade etmemektedir. 

“Demokrasi” ile yönetilen Batı Avrupa’nın bu “refah” toplumlarında, burjuva sistem için tehdit oluşturacak örgütlü bir güç olmadığı halde, sözde anayasa ile güvence altında olan gösteri ve yürüyüş hakkı tahammülsüzce böyle bir saldırıyla karşılaşabilmektedir. Tam da bu nedenle, örgütlü bir işçi-emekçi mücadelesinde bu “demokratik” ülkelerde burjuvazinin açık ve çıplak terörünün devreye sokulacağı mutlaka hatırda tutulmalıdır.

Kızıl Bayrak / İsviçre