Düzen yargısı nasıl işliyor?

Ortada biçimsel anlamda bile olsa bir burjuva hukuku-yargısı bulunmuyor. Suç ve suçlu tanımları kaçak saray ve çevresine göre yapılıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Mayıs 2021
  • 08:00

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in mezarında, ellerini arkadan birleştirerek dolaştığı için geçtiğimiz günlerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “saygısızlık” soruşturması açıldığı kamuoyuna yansıdı. Toplumda büyük bir alay konusu olan bu akıldışı komediyi gerici-faşist iktidarın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu sahiplenmekte gecikmedi. Soylu soruşturmayı “bana göre suç” diye savundu.

Ancak bir komedi filminde yaşanabilecek bu olay AKP-MHP rejiminin yargıyı nasıl da pervasızca kullandığını gözler önüne seriyor. Artık ortada biçimsel anlamda bile olsa bir burjuva hukuku-yargısı bulunmuyor. Suç ve suçlu tanımları kaçak saray ve çevresine göre yapılıyor. Faşist rejim yargıyı başta devrimci, ilerici güçler olmak üzere toplumsal muhalefetin üzerinde adeta bir kamçı gibi kullanıyor.

Kuşkusuz bu yeni bir olgu değil. Yargı mekanizması ve düzen hukuku her zaman iktidardaki hakim sınıfın çıkarlarını korur. Bu tutum burjuva hukukunun yazılı olmayan en temel normudur. Burjuva hukuk düzeni ve yasaları, suçları ve cezaları tanımlarken bunların en temelde “öngörülebilir, soyut ve genel” olduğunu söyler. Yani bir fiil ancak yasalarda tanımlanmış ise bir suçtur. Üstelik suç olan bu fiile uygulanacak yaptırım da bellidir, kişilere göre değişmez. Ancak bu, burjuvazinin sınıf egemenliğini ve çıkarlarını tehdit etmediği sürece böyledir. Sermaye sınıfı hukuk normlarını asla kendi aleyhine yorumlamaz. Burjuvazi tarafından yüceltilen o hukuk devleti kavramı ve hukuk normları, yeri geldiğinde kolayca bir kenara da bırakılabilir. İşte din bezirganı gerici AKP-MHP iktidarının yaptığı da tam olarak budur.

AKP iktidarı her açıdan çürümüşlüğün en ağırını yaşıyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal kriz derinleşirken çıkan her muhalif sesi polis ve yargı terörü ile boğmaya çalışıyor. Kendisine tehdit olarak gördüğü her direnişten, eylemden çeşit çeşit “suç kavramları” yaratıyor. Sokaktaki bir hak arama eyleminden bir sosyal medya paylaşımına varıncaya dek her alanda kendi zorbalıklarını “hukuk” ile gerekçelendiriyor. Toplumsal muhalefet için, gerici-faşist iktidarın hangi hukuk normunu nasıl uygulayacağı asla öngörülemiyor. Örneğin bir eylemde gözaltına alınan Boğaziçi öğrencilerinin bazıları, eylem bahanesi ile mahkemeye çıkarılıp, sosyal medya paylaşımlarından tutuklanabiliyor. Yani hukuk, dinci gerici iktidarın büyük bir keyfiyet alanına dönmüş durumda.

Süleyman Soylu’nun “Bana göre suç” diye tanımlayabileceği bir keyfiyet alanı söz konusu. Devrimcilere, yandaş olmayana, gerici-faşist iktidarın icraatlarının karşısında durana, hakkını arayana karşı ortaya çıkan bir keyfiyet alanı bu. “Saygısızlık” gerekçesi ile E. İmamoğlu’na açılan bu soruşturma da bu keyfiyetin bir parçası.

Hukukun aynı ölçüde hoyratça kullanıldığı daha da vahim olaylar var. Bunlardan kamuoyuna en çok yansıyanların başını kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz davaları çekiyor. Kamuoyuna yansıyan ve büyük bir tepki ile karşılanan davalarda toplumsal basınç ile sonuç alınıyor. Ancak kamuoyuna yansımayan davalarda kadın katilleri, taciz ve tecavüzcüler yargı tarafından tutuksuz yargılanıp, iyi halden veya haksız tahrikten en alt sınırdan ödül gibi ceza alıyor. Oysa herhangi bir eyleme katılan işçi ve emekçiler, kadınlar, gençler, gerici-faşist iktidarın çeşitli uydurma suçları ile en üst sınırdan cezalara çarptırılıyorlar.

Keza bugünlerde çokça gündeme gelen davalarda da bunlar gözlenebiliyor. Soma Katliamı Davası’nın failleri olan sermayedarlar “suçsuz” bulunurken, katledilen işçi ailelerine mahkeme düzenini bozmaktan, eylem yapmaktan cezalar yağdırılıyor. Kobane, Gezi Direnişi vb. gibi davalarda delilsiz, dayanaksız, yalnızca gerici iktidarın talimatlarıyla birer tiyatro oyunu gibi sonu belli yargılamalar yapılıyor.

Bütün bunlar çürümeye yüz tutmuş din istismarcısı gerici AKP-MHP iktidarının son çırpınışlarıdır. Bu gerici ortaklık, boğazına kadar pisliğe batmış durumdadır. Bu pisliğin hesabını ise yaşamlarını çekilmez kıldıkları işçi-emekçiler, kadınlar, gençler soracak. Hem de göstermelik mahkemelerde, adalet saraylarında değil, sokaklarda, okullarda, fabrikalarda yükseltecekleri fiili meşru mücadele ile!

İ. Y. Gün