Muhtemelen bir banka müşterisi veya hisse senedi sahibi, birikimleriyle ve satın alımlarıyla, üzerine giydiği elbise ile insan sağlığının hiçe sayılmasına ve doğanın tahribine ortak edildiğini hiç düşünmemiştir. Ya da dünyada vuku bulan silahlı çatışmalara ve savaşlara ortak edildiğini…
Bankaların zaten bu tür bir bilgilendirme yapması eşyanın tabiatına aykırı olur. Çünkü bankalar bu kadar hassas ve imaja zarar veren bilgileri kendilerine saklarlar, müşterileriyle paylaşmazlar. Örneğin UBS veya Crédit Suisse’deki danışmanların yanı sıra, diğer bankalardaki danışmanlar, müşterilerinin birçoğunun parasının silah ticaretine ve doğanın tahribine yatırılmasına onay vermeyeceklerini çok iyi bildiklerinden bu bilgiyi paylaşmazlar.
Aynı şekilde İsviçre’de kimse emeklilik için AHV ve Pensionkasse gibi kasalara kesilen primlerin buralara yatırıldığını hiç aklından geçirmemiştir. Hem neden geçirsin ki, emekli sandığı ile doğanın tahribi ve savaş sanayisi nasıl bir araya getirilir ki?
Kirli icraatlar ve halk oylaması
İsviçre devleti, her fırsatta emekli kasalarında para kalmadığını söyleyerek, emeklilere verilen aylıklarda kısıtlamalara gidiyor. Emeklilik sigortaları AHV ve Pensionkasse’lerin ise savaş sanayisine yatırım yaptıkları ve milyarlarca dolar kârlar elde ettikleri ortaya çıktı. Banka ve finans kuruluşlarının bu kirli ticarete yatırımlar yaptığı biliniyordu. İsviçre bankaları ve finans kuruluşlarının nükleer dahil savaş sanayisine yaptıkları yatırım tutarı 15,5 milyar doları buluyor. Emeklilik primlerinin de bu kirli ticarete yatırılması ve milyarlarca dolar kâr sağlanmasının ortaya çıkması ayrı bir şok etkisi yarattı. Yani kapitalist sistem, emekli sandığı için kesilen primleri doğanın tahribatına, ölümlere ve katliamlarına peşkeş çekiyor. Dolaylı da olsa işçi ve emekçileri de işlediği suçlara ortak ediyor.
2019 verilerine göre, dünya çapında savaş, iç savaş ve silahlı çatışmalarda 75.600 kişi öldürüldü. Milyonlarca kişi yerlerinden yurtlarından edildi, sefalete sürüklendi. Aşırı silahlanma bu sefaletin önemli nedenlerinin başında yer alıyor. Emeklilik sigortaları dahil, bankalar ve finans kuruluşları bu sefaletin sefasını sürüyorlar.
Bu gidişata az da olsa kısıtlama getirmek için 29 Kasım’da İsviçre’de iki önemli konuda halkoylaması yapılacak. Birincisi, banka ve finans kuruluşları tarafından nükleer dahil savaş sanayisine yatırım yapılmasının yasaklanmasını; ikincisi, tekellerin yurtdışı da dahil yarattıkları tahribattan sorumlu tutulmalarını içeriyor.
Uzunca bir süredir bu iki halkoylaması İsviçre kamuoyunda tartışılıyor. Söz konusu bankalar, finans kuruluşları, uluslararası tekeller, devletin resmi ağızları 29 Kasım’da oylanacak olan her iki konunun reddedilmesi için yoğun bir çaba sarf ediyorlar. Hep bir ağızdan “İsviçre ekonomisinin rekabet gücünün sekteye uğrayacağını, zarar göreceğini ve işsizliği artıracağını” propaganda ederek, amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar.
Tam da 29 Kasım halk oylamasına ramak kala ortaya çıkan bir araştırma, inisiyatifi yürüten kişi ve örgütlerin elini güçlendirdi. Araştırmaya göre, İsviçre bankalarının nükleer dahil, silah sanayisine tahmin edilenden daha çok yatırım yaptığı ortaya çıktı. Konu yazılı ve sözlü basında “İsviçre bankaları nükleer silah üreticilerini de finanse ediyor” diye manşetlerden verildi.
Hollandalı araştırma şirketi Profundo tarafından yapılan araştırmaya göre, İsviçre Merkez Bankası (SNB), ülkenin en büyük bankalarından olan UBS ve Credit Suisse gibi bankaların, nükleer dahil savaş sanayisini en az 15,3 milyar frank ile finanse ettikleri ortaya çıktı. Yöntem olarak da silah şirketlerine doğrudan nakit para aktarılması ve hisse senetlerinin satın alınması kullanılıyor.
Konunun kamuoyuna yansımasının ardından durumu rasyonalize etmek için, İsviçre Merkez Bankası (SNB), UBS ve Crédit Suisse’in savaş malzemesi üreten şirketlere sağladığı finansman ve yatırımlarının, dünyada büyük silah şirketlerine yapılan toplam yatırımların sadece yüzde 1,4’üne tekabül ettiği ifade edildi.
Nükleer silahlara yatırım
Aynı araştırmada nükleer silah üreticilerinin de finanse edildiği belirtiliyor. Buna göre Credit Suisse toplamda bu alana 2,5 milyar franklık yatırım yaptı. SNB’nin ise 1,5 milyar frank yatırım yaptığı ortaya çıktı.
İsviçre Sosyal Demokrat Partisi (SPS) Milletvekili Franziska Roth, “açıklanan rakamlar sürpriz olmadı. Bizim hesaplamalarımıza göre 9 milyar frank çıkıyordu. Ancak daha da fazla olabileceğini tahmin ediyorduk” açıklamasında bulundu.
Yeşil Gençlik (Young Greens) Eşbaşkanı Julia Küng, “İsviçre Merkez Bankası’nın nükleer silah üreten şirketleri finanse etmek için ulusal servetimizi de kullanması korkutucu” dedi.
Halk oylamasının diğer maddesi (tekellerin yurtdışında yarattıkları tahribattan da sorumlu tutulmaları) konusunda da çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan kapsamlı araştırmalar var. Örneğin, İsviçre’nin en büyük uluslararası tekellerinden olan Mövenpick’in, en başta Afrika olmak üzere dünyanın birçok yerinde doğayı tahrip ettiği, su kaynaklarını kukla rejimler aracılığı ile satın alarak bölge halklarını suya muhtaç duruma düşürdüğü biliniyor.
Tekstil sektörü diğer bir yıkıcı faaliyet alanıdır. Tekstil alanında faaliyet gösteren ucuz markalardan tutalım da dünyaca tanınmış Hugo Boss, Armani vb. markalara kadar sayısız marka, Bangladeş, Vietnam, Kamboçya gibi yerlerde kâr hırsları uğruna insan sağlığını hiçe sayıyor. Sektörde yoğun şekilde çocuk işçiler çalıştırılıyor. Genelde işçiler iliklerine kadar sömürülüyorlar. Bunlar yetmezmiş gibi su kaynakları, ormanlar ve genelde doğa acımasızca tahrip ediliyor. Tüm bunlar ve daha fazlası söz konusu araştırmalarla belgelenmiş bulunuyor.
İşte 29 Kasım’daki halk oylamasında İsviçre’de faaliyet gösteren tekellerin yarattıkları bu tahribattan sorumlu tutulmaları isteniyor. Devletin resmi temsilcileri, bankalar, finans kuruluşları ve uluslararası tekeller, burada da hep bir ağızdan, aynı gerekçelerle konunun halk oylamasında reddedilmesi için el ele bir kara propaganda yürütüyorlar.
Oylamada her iki konunun da kabul edilme ihtimali güçlü görünüyor olmasına rağmen, “ekonomimiz zayıflar, işsizlik artar, alım gücümüz düşer” şeklinde yürütülen propaganda, ibrenin ters tarafa dönmesine de yol açabilir.
29 Kasım’da yapılacak olan halk oylamasında konu uluslararası tekeller ve savaş sektörü aleyhine sonuçlansa da sermayenin hükümdarlığı sürdükçe ve kapitalist sistemin dışına çıkılmadıkça onu halk oylaması gibi naif önlemlerle dizginlemek mümkün olamayacaktır. Buna rağmen, atılan adım, harcanan çaba işçi ve emekçilerde konunun bilince çıkarılması bakımından dikkate değerdir, önemlidir.