25 Mayıs günü Amerika’nın Minneapolis kentinde siyahi Amerikan vatandaşı George Floyd’un beyaz polis ekipleri tarafından tutuklanması sırasında uygulanan insanlık dışı ve acımasız muamele yüzünden öldürülmesi bütün dünyada tepki yarattı. O günden bu yana ırkçılığa ve orantısız polis şiddetine karşı gösteriler Amerika’da olduğu kadar, tüm dünyada da yayılıyor. Bu satırların yazıldığı sırada Amerika’da sokağa çıkma yasağı uygulanan kentlerin sayısı yirmi beşi bulmuş ama isyanın ateşi durulmamış idi.
Sergilenen ırkçılık temelli şiddet gösterisi, haklı olarak tüm dünyanın tepkisine yol açtı. Ancak 25 Mayıs Pazartesi ve sonrasında yaşananların, sadece “beyaz” bir polis memurunun kin ve nefret dolu bir aşırı güç gösterisi ile “siyahi” bir vatandaşın ölümüne neden olduğu ırkçılığın da çok ötesine taşan bir birikimin sonucu olduğunu görmemiz gerekiyor.
Minneapolis’ten yayılan isyanın, Gezi Parkı, Fransa’da Sarı Yelekliler ve daha öncesinde de “Occupy Wall Street - Wall Street’i İşgal: Yüzde 0.1’e karşı direniş” benzeri yaygın gösterilerde bardağı taşıran son damlanın ortak bir noktası olduğunu biliyoruz: kapitalist tahakkümün yarattığı eşitsizlik, baskı ve doğal tahribata karşı koyma istenci… Bu tahakküm ve tahribat, yirminci yüzyılın son çeyreğinde ulus-ötesi şirketlerin ve uluslararası finans kapitalin tüm dünyaya dayattığı neo-liberal küreselleşme dalgası ile yeni bir zirveye ulaşmış idi. 1980’lerden başlayarak sosyal refah devletinin sağlamış olduğu görece daha eşitlikçi ve paylaşımcı kamu hizmetlerinin tamamen tasfiyesi ve emeğin acımasızca sömürüsü ile beslenen küresel sermaye, “başka alternatif yok” dogmalarıyla gezegenimizi ticari bir mal haline dönüştürmüş ve sınıflar arası çelişkilere; inanç, etnik ve cinsiyet bazlı eşitsizlikleri de katarak küresel şiddet çağına yol açmış idi.
Bu şiddet çağının Amerikan toplumu üzerine etnik bazdaki yansımaları çok yakından bilinmekteydi. Örneğin:
- Amerikan işgücü piyasalarında 2019 itibarıyla işsizlik oranı beyazlarda yüzde 3.1 düzeyinde iken Hispanik nüfusta (Meksikalı ve Orta ve Güney Amerikalı göçmenler) yüzde 4.5, siyahilerde ise yüzde 6.5’e çıkıyordu.
- Vaşington merkezli, emek yanlısı Economic Policy Institute verilerine göre, cinsiyet ve etnik kökene dayalı ücret eşitsizliği dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı: siyahi kadın emekçilerin ücretleri, beyaz Amerikalı erkeklerin ücret ortalamasının ancak yüzde 62’sine erişmekteydi. Bütün etnik kökenler bir arada düşünüldüğünde, kadın emekçilerin ortalama ücreti, erkek emekçilerin ücretlerinden yüzde 18 daha gerideydi. EPI araştırmacıları, söz konusu ücret farklılıkları telafi edilebilse siyahi kadınların 2.5 senelik üniversite ve yüksekokul öğretim harçlarının finanse edilebileceğini ya da çocuklarının 31 aylık kreş ve bakım masraflarının karşılanabileceğini paylaşmaktaydı. Eğitim ve doğum sonrasındaki fırsat eşitsizliği, kuşkusuz ki kapitalist ücretli emek pazarlarının kadın işgücüne kapanan kapılarının doğrudan bir göstergesidir.
- Okulu terk eden gençlerin (16 - 24 yaş) toplam sayısı 2.1 milyon kişiye ulaşmış idi (2017 itibarıyla). (Amerika) Ulusal Eğitim İstatistikleri Merkezi (NCES) verilerine göre bu rakam, toplam genç nüfusta ortalama yüzde 5.8’e ulaşmaktadır. Ancak etnik kökenlere bağlı olarak dağıtıldığında, okulu terk eden gençlerin oranı Hispaniklerde yüzde 9.5, siyahilerde yüzde 5.7, beyazlarda ise yüzde 4.5 düzeyinde farklılaşmaktadır.
Koronavirüs salgını sonrası
Tarihe dayalı tüm bu eşitsizlikler koronavirüs salgını süresince de kendini göstermektedir. American Public Media, 19 Mayıs itibarıyla Amerika’da koronavirüse bağlı kayıp sayısını 99 bin kişi olarak vermekteydi. Siyahilerde ölüm oranının, beyazlara göre 2.4 misli; Asyalı ve Latin Amerikalılara göre ise 2.2 misli olduğu belirtilen raporda, New Mexico, Arizona gibi siyahilerin yoğunlukta olduğu eyaletlerde bu oranların 8 misline çıkmakta olduğu vurgulanıyordu.
Tüm bu bulgular Amerika’da ırkçılığın kökenleri ve uzantılarının sadece beyaz polis - siyahi vatandaş çatışmasından ibaret olmadığını açıkça gösteriyor. Aynı 7. yıldönümünü andığımız Gezi Parkı Direnişi’nin aslında sadece Taksim Meydanı’ndaki “birkaç ağaç” meselesinden ibaret olmadığı gibi.
Cumhuriyet / 03.06.20