Türklerin ve Kürtlerin kafasındaki mutabakat çatışıyor - Fehim Taştekin

ABD-Türkiye mutabakatı savaşı bertaraf este de tarafları mayınlı bir yolculuğa çıkarıyor. Kürtler makul bir çerçevede oluşacak anlaşmayı sigorta olarak görüyor. Türkiye’nin çerçevesi ise hâlâ imhaya ayarlı.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Ağustos 2019
  • 14:40

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek taraflı müdahale planını bertaraf eden ama Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak güvenli bölgeyi tarif edemeyen Ankara mutabakatı üzerinden taraflar arasında yeni bir bilek güreşi yaşanıyor. 

Kürtlerin dolaylı katılımıyla ABD ve Türkiye arasında varılan mutabakatın 7 Ağustos’ta ilan edilen üç maddesi Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek önlemlerin uygulanmasını, güvenli bölge tesisinin koordinasyonu için müşterek harekât merkezinin kurulmasını, ardından bölgenin barış koridoru olması ve Suriyelilerin dönmeleri için her türlü tedbirin alınmasını öngörüyordu. Somut olan tek şey müşterek harekât merkezinin kurulması, ki bunun için de Amerikalı askerler Urfa’ya intikal etti.

Güvenli bölgenin derinliği, uzunluğu, kimin denetiminde olacağı, şehirleri kapsayıp kapsamadığı gibi bir dizi kritik nokta üzerinde uzlaşılamadığı için sonraki müzakerelere bırakıldı. Bu yüzden şimdi her bir taraf mutabakatı kullanışlı bir İngiliz anahtarına dönüştürmenin derdinde.

Daha önce ABD aracılığıyla beş kilometre derinliğinde sınır boyunca güvenli bölge önerisini Türkiye’ye iletmiş olan Kürt tarafı, günlerce mutabakatın detaylarının belli olmadığını belirtmekle yetindi. Ta ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çıkıp “Ağustos, tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Bu ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz” diyene kadar. 

Erdoğan’ın zafer muştusunu Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Koridorun derinliği 30-40 kilometre olmalı… B ve C planlarımız hazır, kendi faaliyetlerimiz de olacak” sözleri izledi. Ve son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Henüz daha detaylandırılması gereken birçok konu var” diyerek derinlik-genişlik tartışmasında mutabakatın olmadığını teslim etse de ABD Başkanı Donald Trump’ın taahhüdünü hatırlattı: “Trump’ın 20 mil (32 kilometre) sözü var. Amaç YPG ve PKK’lıların çıkarılması.” 

Günlerce mutabakatla ilgili “fil tarifi” sürerken Ankara’da ABD’nin masaya koyduğu plan Türk medyasına sızdırıldı. Buna göre ilk etapta beş kilometre derinliğinde oluşturulacak güvenli bölgede Türk ve Amerikan askerleri ortak devriye yürütecek. Halk Savunma Birlikleri (YPG) bu banttan çekilecek. Kent merkezlerine Türk askeri giremeyecek. Yerleşimlerde denetim yerel askeri meclislerde olacak. İkinci etapta bu alanın hemen altında dokuz kilometrelik ikinci bir bant kurulacak. Bu alandan ağır silahlar çekilecek ama YPG kalacak. Burada Türkiye olmayacak. Üçüncü etapta, ikinci alana dört kilometre daha ilave yapılacak. YPG ağır silahlar olmadan kalacak. Üç aşamada güvenli bölgenin derinliği 18 kilometreyi bulacak. 

Herkes konuştuktan sonra Kürtlere sıra geldi. Kürt medyası önce sadece bütün sınır boyunca beş kilometrelik bir güvenli bölgenin kabul edildiğini not ederken Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Kobani, Türkiye ile dolaylı müzakerelerin sürdüğünü ve nihai anlaşmaya hala varılmadığını belirtse de kabul ettikleri güvenli bölgenin çerçevesini şöyle çizdi: Fırat ve Dicle nehirleri arasında oluşturulacak güvenli bölgenin derinliği beş kilometre olacak. Girê Spî (Tel Abyad) ile Serêkaniyê (Ras El Ayn) arasındaki bazı yerlerde bu derinlik dokuz kilometreyi bulacak. Bir derenin geçtiği küçük bir alanda derinlik 14 kilometreye ulaşacak. Yerel askeri meclislere bırakılacak bu alanda YPG olmayacak. Türk askeri uçakları uçmayacak. Türk tarafı Arap nüfusunun yoğunluklu olduğu Tel Abyad ve Ras El Ayn’dan başlayıp daha sonra güvenli bölgeyi Kobani, Kamışlı ve Derik’e yaymak istiyor. Kürt tarafı ise fiili müdahaleyi tamamen bertaraf edeceği ümidiyle bütün sınır boyunca güvenli bölge olmasını tercih ediyor. Türkiye’nin istediği gibi bütün mülteciler değil sadece bu bölgeden ayrılmak zorunda kalmış insanlar geri dönecek.

Bunları anlattıktan sonra Kobani özgüvenle “Bizim sunduğumuz proje son derece makul. Çünkü her iki tarafın da güvenliğini garantiye alıyor. Bunun için bizim projemiz esas alınacak” diyor. 

Gerek Kobani’nin sözleri gerek diğer Kürt yetkililerden edindiğimiz izlenimlere bakılırsa Kürtler mutabakata şu anlamları yüklüyor:

  • Önemli olan Türk tarafıyla bir diyalog kanalının açılması ve görüşmelerin devam etmesi. 

  • Anlaşma Türkiye’nin saldırılarını önler.

  • Eğer uzlaşma sadece bir bölgeyi değil de geneli kapsarsa Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi’nin bütünlüğü korunur.

  • Suriye devleti, Türkiye ile savaş çıktığı takdirde özerklik projesinin zayıflayacağı, Kürtlerin Şam’ın koşullarını kabul etmek zorunda kalacağı, ayrıca YPG kuzeye çekileceği için ordunun Rakka, Deyrizor, Tabka ve Menbic’e kolayca gireceği hesabı yapıyor. Türkiye ile mutabakat yürürse bu tür senaryolar da boşa çıkmış olur. Kürtlerin tercihi Şam’ın da bu mutabakatı “işgalin önlenmesi” olarak okumasıdır.

  • Saldırmazlık esasına dayalı bir statüko, Suriye devleti ile olası müzakere sürecinde özerk yönetimin elini güçlendirebilir. 

  • Türkiye’nin dahli YPG dahil özerk yönetim unsurlarının hareket alanını daraltsa da mutabakat Ankara’nın durumu fiilen kabullenmesi anlamına gelecektir. 

  • Bütün bunlara rağmen savaş tehlikesi hala geçmiş değildir.

“Mekanizma kurulsun, yeter ki savaş çıkmasın” hesabına dayalı bu mülahazaların ötesinde Kürt tarafı bir taraftan da İmralı’da hapiste tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Rojava’yı da kapsayan daha geniş bir barış sürecinin başlayıp başlamayacağı sorusunun yanıtını bekliyor.

Ankara’da ABD-Türkiye görüşmeleri sırasında Öcalan’la da bir kanal açılmıştı. “Bir haftada çatışma durumunu ortadan kaldırırım” diyen Öcalan’ın mesajı Ankara’nın bilgisi dahilinde Kandil’e gitti. Suriyeli Kürtler dahil herkes Kandil’den çıkacak değerlendirmeyi bekliyor. 

Bir önceki müzakere sürecinde Rojava’da kanton sistemiyle oluşan fiili özerkliğin dağıtılması yönündeki ön şart tıkanmanın ana nedeniydi.

Her ne kadar müşterek mekanizma Türkiye’nin caydırıcı gücünün bir sonucu olarak övünme vesilesi yapılsa da esasen Ankara kafasındaki “girip dağıtma” senaryosundan uzaklaşılmış oldu. Tek taraflı müdahalenin önünde bir fren olarak devreye giren Amerikan askeri varlığı bu kez sınırın Türkiye tarafında da olacak. O yüzden müdahaleci kanat Türkiye’nin elinin kolunun daha da bağlandığını düşünüyor. Ortak mekanizma Türk askerini sınırın güneyine taşısa da Türkiye’yi daha ileri hamlelerinde sınırlıyor. Bu kuşkusuz Türkiye’nin 32 kilometre derinliğe inme ısrarından vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Ama Afrin senaryosunun tekrar edilmesi şansı mevcut koşullarda kalmadı. 

Beri tarafta Rusya’dan da Türkiye’yi ters köşeye yatıran hamleler gelebilir. Fırat’ın doğusunda bir Türk baskısı ya da kontrollü müdahalesini Kürtleri Şam’a itecek ve Türk-Amerikan çatlağını büyütecek bir fırsat olarak gören Rusya’nın beklediği, Türk-Amerikan ortaklığıyla sahada yeni bir statükonun oluşturulması değildi. ABD sahadaki gidişatı kontrol altında tuttuğu sürece Kürtler Rusya ve ortaklarının beklediği ölçüde kendilerini Şam’a mahkum hissedecek kadar köşeye sıkışmış olmayacak. O yüzden tam bu sırada İdlib’de operasyonların yeniden başlaması Rusya’nın olası hamlelerinden biri olarak okunabilir. 

Mevcut koşullar, Suriye’nin kuzeyinde vaat ettiği zaferi göremeyen Ankara’nın yeni bir değerlendirme yapmasını zorunlu kılıyor. Erdoğan’ın milliyetçi-muhafazakar cepheyle ittifakını sürdürmedeki ısrarına rağmen eylülde bir kırılma olacağı, Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapacağı ve barış sürecinin önünün açılacağı yönünde iyimser yorumlar öne çıkmaya başladı.

Al-Monitor / 19.08.19