ABD ile Türkiye egemen bir devletin toprakları üzerinde kendi postallarına yer açan ‘güvenli bölge’ üzerine mutabakat sağlarken 2015’ten beri sahanın en kritik oyun kurucusu Rusya’nın ‘nötr’ görüntüsü pek manidardı. Gerçi kısa sürdü. Ama o sessizliğin altından çok film şeridi kaydı sanki.
Nasıl olsa Fırat Nehri, Rusya ile ABD arasında operasyon ve nüfuz alanlarını bölen sınır olarak tayin edildi ya kimse de çıkıp sorma gereği duymadı, ‘ya sahanın öteki ağır kümesi Rusya, İran ve Suriye bu işe ne diyor’ diye.
Oradaki değerlendirme yabana atılamaz. Nasıl atılsın ki tahterevallinin diğer yakasında onlar oturuyor.
Kestirmeden gidersek; Fırat’ın doğusuna ‘kontrollü müdahale’ bazı beklentilere bağlı olarak Rusların ihtiyatla göz yumacağı bir senaryo idi.
Türkiye’nin ABD ile arasının açılması, Amerikan planlarının bozguna uğratılması ve Kürtlerin Şam’la kucaklaşması gibi. İran ve Suriye başından itibaren bu mülahazanın uzağında durdu. Onlar, Türkiye’nin her dahlinin daha büyük sorunlar bırakacağına inanıyor.
Türkiye’nin Suriye’den nasıl çıkartılacağı sorusu Rusya için de esaslı bir meseledir. Fakat Volga steplerinde mülahaza o ki, Türkiye’yi çıkarmak ABD’yi çıkarmaktan daha kolaydır.
Bu hususta, Mezopotamya Ajansı, Amerika ile pazarlıklar sürerken Suriye Milli Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memluk ile Suriye Cumhurbaşkanı Danışmanı Buseyna Şaban’ın Rusların arabuluculuğunda MİT Başkanı Hakan Fidan ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’la Moskova’da bir araya geldiğini öne sürdü. İddiaya göre Türk heyeti “Terörü temizleyip topraklarınızdan çıkacağız” taahhüdünde bulundu. Suriye tarafı da Rus nezaretinde bunu kabul etti. Doğruluğunu ancak ilgili taraflar teyit edebilir. Tabii her şey bu kadar netlikte olmayabilir. Bunun Kürt tarafına bir şekilde sızdırılmış istihbarat bilgisi olduğunu farz edersek taşları yerine oturtmamıza belki yardımı olabilir. Türk tarafına, rakip safları bozacak hileli bir esneklik gösterirken Kürtlere de dönüp “Fırtına geliyor, ABD’yi bırak, gel sığınağa” telkininde bulunan bir yaklaşım şaşırtıcı gelmez. Bu yaklaşımdan kaynaklı ‘zımni bir rıza’ ihtimal dahilindedir. Belki, belki değil. Oynanan oyunun türü bu tür şeylere açık.
Tabii bu mülahazalar, Türk-Amerikan ortaklaşmasından öncesine ait bir sayfa olmalı. Şimdi ileri bir aşamadayız ve burada Rus esnekliğinin geri alınmasını gerektirecek başka bir durum var:
Urfa’da kurulacak Müşterek Harekât Merkezi ile hem ABD hem de Türkiye’nin Suriye’de ayaklarını sabitleyecek yeni bir statüko gelişiyor. Bu, Rusya ve ortaklarının murat ettiği bir sonuç değil.
***
Suriye Dışişleri, Türk-Amerikan mutabakatını “Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kaba bir saldırı” olarak değerlendirdi. Bu her seçenekte gelmesi normal bir tepki. Yani zımnen rıza halinde de aksini söyleyecek değiller. O yüzden değerlendirme dışı tutulabilir.
Rusya’nın artık mutat tepkisi de kendini tekrarlıyor: ABD’ye “Fırat’ın doğusunda sözde devlet kurmak için kullanmaya çalışıyor. Suriye’yi bölünme planlarından endişeliyiz” diye çatıp toprak bütünlüğünün korunması gerektiği mesajını veriyor. Türkiye’ye dönüp “Suriye’deki tüm terörle mücadele faaliyetleri için Şam’ın onayı alınmalı” diyor.
Ancak söze değil sahaya bakıldığında Türkiye’nin yanıtı İdlib’den almakta olduğuna dair gözlemler yabana atılamaz. Astana’nın hatırına İdlib’de ilan edilen ateşkes hemencecik bozuldu. Gerçi bu Türk-Amerikan müzakerelerinin hemen başında gerçekleşti. Bu, Türkiye’nin kalkan olduğu gruplara karşı öncekinden çok daha şiddetli yeni bir harekâtın başlaması, tüm toprakları geri almaya yönelik genel stratejinin devamı olarak görülebilir ama Türkiye’nin yeniden ABD ile aynı operasyon bandına sıçramasından çok da bağımsız değildir. Süreçteki pazarlıklar, bu tür taktiksel çekilme veya ileri hamleleri belirleyebiliyor.
Yanıtın İdlib cebinden verilmesi mevcut koşullarda tepkinin sınırlı olacağı anlamına da geliyor. Daha ileriye gidilememesi, Astana-Soçi platformunda dönen Rus stratejisinin sınırlarını gördüğüne de işaret ediyor. Bunun bir nedeni, Rusya’nın Suriye’yi sıçrama tahtası yapıp Türkiye’yi farklı stratejik alanlarda kendisine çeken fırsatçı yaklaşımlar sergilemesidir. S-400, Rus savunma ürünlerine bağımlılığın kapısını araladığı gibi tersinden Moskova’yı da Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarıyla ilgili daha duyarlı davranmaya itiyor. Türk-Rus ortaklığı, 2016-2018 arasında muhalif cephelerin çözülüp cihatçıların Türkiye sınırına yani çıkış kapısına sürüklenmesini sağlayan bir sonuç doğurdu. Rusya açısından zekiceydi. Fakat Afrin’e müdahaleye de yeşil ışık yakan bu yaklaşım bir noktadan sonra ne Rusya’nın murat ettiği final sahnesini yaklaştırdı ne de Türkiye’nin yarım kalmış hayallerine ulaşmasına imkân verdi.
***
Belli taktiksel yaklaşımlar, ABD’nin de Suriye’den çekilmesini temin edeceğe benzemiyor. Hele Türk-Amerikan ortak mekanizması planlandığı gibi yürürse orada tanımlanması zor yeni bir denklem doğacak. Rusya ve müttefiklerinin bu kilidi açabilmesinin mantıklı yolu Fırat’ın doğusundaki fiili özerk yapılanmayla ilgili gerçekçi bir yaklaşım geliştirmesidir. Ama 2016’dan beri bunu yapmaktan giderek uzaklaşıyorlar. Burada da Rus politikasındaki Türk etkisini gözlemliyoruz. Türkiye, Rusya’nın çözüm platformu olarak önemsediği Astana’nın üç ortağından biriyken Kürtlerle ilgili bir statü açılımının şansı yok. Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kulağına tam zamanında ‘faideli şeyler’ fısıldayıp bunu altın fırsata çevirdiğinden beri sepetine daha büyük stratejik varlıklar ekledi. Türk-Amerikan ilişkilerinde olduğu gibi Türk-Rus ilişkilerinde de 15 Temmuz bir milada dönüştü.
Kürtlerle ilgili tıkanmada tek neden bu değil. Rusya, Suriye yönetiminin dönüşüme direnmesinden de baygınlık geçiriyor. 2016’da Kürtler ve yönetimin önüne konulan çözüm belgesini umursamayan Kürtler değil devletti. Aynı direnç, baskı-uzlaşma mekanizmasıyla silahlı grupların elinden alınan Dera gibi yerlerde de görülüyor. Suriye devleti, mutabakat çerçevesinde çözümler üretemediği için bu bölgelerde silahlı eylemler yeniden başladı. Bunlar, uzlaştırma süreçlerini yöneten Ruslar için de hayal kırıklığı. Kürtler bağlamında ise devlet, Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki Arap çerçevesinden bir milim esnemek istemiyor. Son Türk-Amerikan mutabakatıyla ilgili de Suriye yönetimi, bölge halkına seslenirken şu ifadeyi kullandı:
“Suriye, Arap halkına Suriye’den Libya ve Sudan’a kadar farklı Arap coğrafyalarında ölüm ve kaos saçan Türk rejiminin yayılmacı heveslerinin tehlikeleri konusunda uyanık olma çağrısında bulunuyor. Osmanlı sultanlığını diriltme hayalleri tatmin oluncaya kadar durmayacak.”
Sorunu ‘Kürtler’ olarak çerçeveleyip çağrıyı ‘Arap’ halkına yapmak Fırat’ın doğusundaki realiteyi görmezden gelmektir. Elbette klasik ‘ulus’ tanımıyla Arap halkından bölgedeki tüm insanları kast ettiklerini söyleyeceklerdir. Fakat bölge 2011 öncesinin koşullarında değil artık; ‘ulus devlet’ şablonunda kırılma olmadan ve yeni bir bakış açısı getirilmeden Suriye’nin kendi toprak bütünlüğünü sağlaması mümkün gözükmüyor. Bu yüzden de ‘benim ezmeye mecalim kalmadı, bari Türkiye ezsin’ der gibi bir pozisyona düşüyorlar.
Büyük savaş, silahlar sustuktan sonra barışın inşası için yürütülecek savaştır. Bu kadar yıkım ve ölümden sonra, her şey ‘tekfirci terörü yenilgiye uğrattık’ söylemine indirgenir de reformlar yapılmazsa, yeni bir dille değişimi kucaklayacak cesaret sergilenmezse Suriye ne istikrarı görür ne de barışı. Statükoda ısrar ne kirli hesapları bertaraf edebilir ne de müdahaleci hevesleri.
Gazete Duvar / 19.08.19