Türkiye sosyalist hareketi, ülke siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatına etki edebilecek bir konumda olmaktan çok uzakta. 2000’li yılların başında nispeten güçlü olan sosyalist hareket, sınıf hareketi, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte uygulamaya başladığı geç neoliberal politikalarla birlikte son yirmi yılda iyice zayıfladı: Örgütlü her direniş hukuk ve zor yollarıyla dağıtıldı, grevler yasaklandı, örgütlenmenin ve sendikalaşmanın önüne türlü türlü engeller konuldu, yandaş sendikalar aracılığıyla sınıfın birliği engellendi, zayıflatıldı, burjuva medya hegemonyası aracılığıyla emek hareketi görünmez hale getirildi.
Sosyalist hareket ise sınıfın bu örgütsüzlüğüne, güçsüzlüğüne rağmen sınıfsal bakış açısının mürşitliğinde ısrar etti ve taviz vermeden, her koşulda mücadelesine devam etti. Mücadeleye devam edildi, çünkü sosyalistler, kapitalizmin tekrar saymakla vakit kaybetmeye gerek olmayan illetlerinden muzdarip dünyayı özgür, eşit ve kardeşçe yaşanabilir bir yere dönüştürmenin ancak sınıf mücadelesinin işçi ve emekçilerin zaferiyle sonuçlanması hâlinde gerçekleşeceğini bilirler.
Bu kısa ama ağır ithamlarla yüklü olmasını umduğum yazıda sınıf hareketinin güçlenmesinin ve rüzgârın sosyalizmden yana esmesinin önünde engel olan sözde sınıfçı, sözde sosyalist, sözde Marksistlerden bahsedeceğim. Umarım bu yazı artık sapla samanı birbirinden ayırmanın zamanının geldiğini bizlere hatırlatır. Mevcut durumu kanıksamak yeterince zaman ve kan kaybettirdi.
Çok basit bir olguyla başlayacağım: İktidarın ekonomi politikasındaki tercihlerinin kendine yakın sermaye gruplarının çıkarlarına olduğu, bunun karşısında muhalefetin izleyeceği muhtemel ekonomi politikasının ise sadece başka bir sermaye grubunun çıkarına olacağı yönündeki net veriler geçtiğimiz günlerde sıklıkla vurgulandı.[1] Yani ülke siyasetinin ve geleceğinin sermayenin iç savaşı tarafından belirlendiği bir sürecin içinde bulunduğumuz ve bu savaşın taraflarının izleyeceği politikaların hiçbir biçimde işçiye, emekçiye, halkalara fayda getirmeyeceği, aksine sermayenin çıkarını gözeten her ekonomik planın eninde sonunda işçi ve emekçilerin zararına olacağı (ki bu, emek-sermaye antagonist çelişkisinin zorunlu sonucudur) sosyalist hareket içinde olan, emekten yana olan herkes tarafından net bir biçimde kabul edilmiş durumda. Bunun üzerine, sınıf temelli bir ekonomi programının, sınıfın sürece dâhil olmasının, bu sınıf karşıtı çerçevenin dışında bir “üçüncü yol”un siyasal olarak örgütlenmesinin gerekliliği dillendirilir oldu. Kafasını az çok şöyle bir kaldırıp etrafa bakanlar bu çerçeveye aşinadır. Elbette sınıfın faydasına olacak bir ekonomi programının uygulanabilirliğinin önkoşulu örgütlü ve güçlü bir sınıfın varlığıdır. Ancak girişte sosyalist hareketin bir özne konumunda olmaktan çok uzakta olduğunu belirtmiştim. Bu nedenle sosyalist hareketin birincil amacı, sınıfın öz güçlerini bir araya getirmek, sınıf mücadelesini yükseltmektir.
İkinci bir olguyla devam edelim: 24 Ekim 2021’de Kartal’da bir miting gerçekleştirildi: “İşçi Emekçi Mitingi”. Öncelikle ortak metnin başlığına bakalım: “Emeğimiz ve Özgürlüğümüz için; Mücadeleyi Büyütmeye, Örgütlenmeye!” Aynı metinde yer alan taleplere hızlıca göz attığımızda şunları görüyoruz: “[…] pandemi sürecinde daha da yoksullaşan, işsiz kalan, güvencesiz çalışmaya itilen milyonlar [olarak …] pandeminin ve krizin faturası[nın kesildiği bizlerin, …] bu dönemde kârlarına kâr kat[an sermaye sahiplerinin karşısında duran işçilerin, emekçilerin talepleri şunlardır]”:
- Madde 25/2 (Kod 29) Kaldırılsın!
- Herkese İş ve Gelir Güvencesi Sağlansın!
- Taşeron Çalışmak Yasaklansın!
- İşyerlerinde Taciz, Baskı, Mobbing Son Bulsun!
- KHK’lar İptal Edilsin!
- Sendikal Örgütlenmenin Önündeki Engeller Kaldırılsın!
Pekiyi kimdi bu mitingin düzenleyicileri, çağırıcıları? Siyasi partiler mi? Sosyalist örgütler mi? Sendikalar mı? Hayır. Türkiye’nin dört bir yanında sermayenin baskılarına, işten atmalara maruz kalan ve direnen işçilerdi. Baskı ve mobbinge karşı direnen Sinbo işçileri; işten atılan, Tez-Koop-İş Sendikası tarafından satılan ve işveren temsilcisi tarafından tehdit edilen CarrefourSA işçileri; sendikal faaliyet yürüttükleri için işten atılan ve toplu iş sözleşmesi için mücadele eden Bakırköy Belediyesi işçileri; Kod 29’la işten atılan Bayrampaşa Belediyesi işçileri; ücretlerini ve birikmiş haklarını yıllardır alamayan Kayı İnşaat işçileri; ağır çalışma koşullarına itiraz ettiği için Kod 29’la işten atılan Tur Assist direnişçisi; pandemiyle beraber ücretsiz izne çıkarıldıkları sırada şirket binaları boşaltılan ve patronu kayıplara karışan Neo-Trend Tekstil işçileri; sendikaya üye oldukları için işten atılan SML Etiket işçileri; KHK’larla işten atılıp hak gaspına uğrayan KHK’liler; toplu iş sözleşmesi görüşmeleri çıkmaza girdiği için direnen ve direndikleri için çevik kuvvet saldırısına uğrayan, gözaltına alınan Bel Karper – Adkoturk işçileri; baskı ve gasplara maruz kalan, depoları basılıp mühürlenen, sürekli ceza yazılan ve suçlulaştırılmaya çalışılan katı atık işçileri; tacize, mobbinge, işten atmalara ve sendika düşmanlığına karşı direnen Alba Plastik direnişçileri.
Şimdi bu iki olguyu karşılaştırdığımızda sosyalist hareketin, emek mahallesinde bulunanların, sosyal medyadaki Marksistlerin (Marx’ın erken dönem eserlerinden çıkardıkları liberalizmle geçinenlerin değil de bütünlüğü içindeki Marx’tan, dünyaya sınıfsal perspektiften bakan devrimci sosyalist Marx’tan feyiz alanların), emek hareketi ya da sosyalist mücadele içinde yazıp çizenlerin, sosyalist partilerin, sosyalist örgütlerin, emeğin iktisadi mücadele aracı olan sendikaların, kısacası emekten yana olanların, emeğin kurtuluşu için mücadele edenlerin, sermayeye karşı olanların, yukarıda ilk olguda bahsedilen “üçüncü yol”u arayanların, inşa etmeye çalışanların… Bütün bu saydıklarımın sermayenin saldırılarına karşı emek hareketinin yükselmesi için böylesine farklı direnişlerin bir araya gelişini, oldukça bilinçli olan bu işçi hareketini desteklemeleri gerekirdi. Nitekim destekleyenler vardı. Kartal’da, durmadan yağan yağmura rağmen işçiler, işçi örgütleri, sosyalist partiler, bağımsız sendikalar, sınıftan yana olanlar, anarşistler, sosyalistler miting alanını coşkuyla doldurdu, orada bulunarak direnişçi işçilere destek verdi, sınıf hareketinin yükseltilmesi için katkısını, sosyalist mücadelenin bir zorunluluğu ve devrimci sınıf bilincinin gerekliliği ve dışavurumu olarak sundu.
Bir de sosyal medyada Marksizm ve sınıf edebiyatı yapıp sürekli sınıfa çağrı yapan fenomenler; mitinge davet edilmelerine rağmen kulağının üstüne yatan, cevap vermeyen sözde sosyalist partiler; sosyal medya hesaplarından bile mitingi görmeyen sözde sınıf örgütleri; hatta üyelerine mitinge katılmama talimatı veren sendikalar var. Sürekli olarak sermayeye karşı sınıf hareketini yükseltme edebiyatı yapıp tam da olmaları gereken yerde, sınıfın yanında olmayan, işleri güçleri süslü laflarla, boyalı cilalı salonlarla kalbi sınıftan yana atanları peşlerine takıp atıllaştıran bu sınıf düşmanı sendikaları, örgütleri, partileri, sosyal medya entelektüellerini bir kenara atmanın, sınıf mücadelesini bu prangalardan kurtarmanın zamanı geldi de geçiyor.
Bu bir turnusoldür. Bu, önemli ve kesin bir turnusoldür. Mümkünse herkes önce şu mitingin sınıfsal niteliğine baksın. Sonra da takip ettiği sınıfçı, Marksist, sosyalist sosyal medya entelektüelinin, akademisyeninin paylaşımlarına; gazetecinin yazdıklarına; üyesi olduğu sendikanın, yakınlık duyduğu ya da örgütlendiği partinin sosyal medya hesaplarına, sitesine, gazetesine baksın. Eğer bu mitingle ilgili herhangi bir paylaşım, haber, çağrı yapılmamış, bu mitinge destek verilmemiş, lafı dahi edilmemişse ya bu miting görülmemiş ya da görmezden gelinmiştir. Haftalardır her mecrada daveti yapılan bu miting görülmemişse o örgütün organları çalışmıyordur, iflas etmiştir. Yok eğer görmezden gelinmişse, işte o parti, o örgüt, o sendika, o fenomen sınıf hareketi içindeki sınıf düşmanıdır.
Sınıf hareketi kendiliğinden yükselmez. Kapitalizmin, kapitalistlerin ve temsilcilerinin yoğun saldırılarını iliklerimize kadar hissettiğimiz şu konjonktürde sınıf hareketinin yükselmesi için sınıf hareketinin görünür olması, en ufak bir tohumun yeşerdiği yere her yerden su akması gerekir. Sınıfın yeniden canlanması bir rüzgâra bakar. Doğru yerden doğru yere esen bir rüzgâra. Kimisi sokak siyasetini savunan bol takipçili sosyalist(!) sosyal medya hesaplarının bu mitingi işaret etmesi, partilerin buna destek vermesi, örgütlerin bunu görünür kılması, kısacası sınıf mücadelesi içinde sınıftan yana kolektif emek verilmesi ve propaganda yapılması gerekirdi. Sınıftan yana konuşanların sınıfın yanında olması gerekirdi. Yoksa her sosyal medya paylaşımında, her yazıda, her bildiride, her açıklamada sınıf mücadelesini yükseltmekten dem vurup da sınıfın olduğu yerden kendi şahsi çıkarları için kaçmak, direnen işçilerin öznesi olduğu bir eylemi görmezden gelmek ikiyüzlülüğün, sınıf düşmanlığının dik âlâsıdır. Sınıf hareketi içinde yer alan sınıf düşmanlarını uzun tarihleri ve istikrarlı yanlışları nedeniyle kanıksamayı, “zaten hep böylelerdi” demeyi bırakmamız gerek. İplikler pazara çıksın, ne olacaksa olsun.
Dipnot:
[1] Benim de bu konuda kaleme aldığım yazı Umut Gazetesi’nde yer almaktadır: https://umutgazetesi35.org/arsivler/63427
Sendika.Org / 25.10.21