Sermaye servet kazanırken, eşitsizlik giderek büyüyor

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Almanya'daki hükümet kurma tartışmaları, İngiltere'de hükümetin pandemiye yetersiz müdahalesi ve Fransa'daki elektrik, gaz ve akaryakıt zamları var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 24 Ekim 2021
  • 10:05

Almanya’da Hür Demokratlar, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar prensip olarak anlaştı, partilerin renkleri nedeniyle trafik lambası koalisyonu adını alan hükümetin yılbaşına kadar kurulması planlanıyor. Üzerinde prensip olarak anlaşılan sondaj belgesi, seçim öncesi verilen sözlerin çoktan unutulduğunu gösteriyor. Ülkenin yoksullarına sunulan yeni bir şey yok. Sadece önceden verilen yoksulluk parası (Hartz 4) vatandaş parası adını alacak. Kısacası eski politika allanıp pullanıp yeniymiş gibi sunulacak.

İngiltere’de geçen hafta müdahalelerinde geç kaldığı için eleştirilen hükümet yine yavaş hareket etmeye devam ediyor. Enfeksiyon oranlarında artışa ve Ulusal Sağlık Sistemi üzerindeki baskıların artacağı uyarılarına rağmen, en basit önlemleri bile tekrar getirmekten çekiniyor.

Fransa’da alım gücüyle ilgili endişeler ön sırada gelirken, aylardır süren elektrik, gaz ve artık eşi görülmemiş akaryakıt fiyatlarının yükselişine karşı hükümetin tek bulduğu cevap 100 avroluk bir “orta sınıf ödeneği” oldu. Ayda net 2 bin avrodan daha az kazananlara yönelik bu yardım, geç gelmekle birlikte, hiçbir sorunu çözmeyecek. Hatırlatmak gerekirse, enerji ve akaryakıt fiyatlarında yükseliş 2018 yılında Sarı Yeleklilerin ayaklanmasına neden olmuştu.

Hükümet kurma görevi

Arnold Schölzel/Junge Welt

Sosyolog Stefan Lessenich, pazar günü Deutschlandfunk’ta “Yoksulluğun Ortadan Kaldırılması için Dünya Günü” vesilesiyle yapılan programda, Federal Cumhuriyet’in “zenginlik açısından Avrupa’nın en eşitsiz ülkesi” olduğunu açıklıyor: Bu ülkedeki nüfusun yüzde 10’u, toplam net servetin yüzde 67’sine sahip. Somut olarak, bu, kiralar hızla yükselirken artan sayıda insanın ısınma, elektrik ve gıda için nereden para bulacağını bilmediği anlamına geliyor.

Tekelci kapitalizmde bu, servetin aşağıdan yukarıya doğru aktif yeniden dağıtımından kaynaklanır. Federal siyaset ve sermaye örgütleri bunu birlikte halleder. Bir hükümetteki Hür Demokrat Parti (FDP), güç dengesine bağlı olarak kursun sürdürülebileceğini ve sıkılaştırılabileceğini garanti eder. Ve şimdi de böyle olacağı görülüyor.  20 yıllık “yıkım firmaları” ile Gerhard Schröder (Sosyal Demokrat Parti-SPD) ve Joseph Fischer (Yeşiller), refah devleti düzenlemelerini müzeye gönderdiler. O zamanlar bu politikadan memnun olmayan emektar sosyal demokratların Die Linke partisini kurmasına ve milyonlarca oy almasına neden olan şey, bugün “uyanış” ve “yenilenme” sahte tanımlamalarıyla birlikte geliyor. Bu artık “düşük ücretli sektör” ile değil, “dijitalleşme” ve endüstriyel “dönüşüm” ile uyumludur. En son söylemde toplumsal sorunun acilen masaya yatırıldığı krizler bu sözlerle allanıp pullanıyor kapitalist ekonominin kaynayan aşırı üretim krizi bir yana, birçok endüstriyel alanı güvensizlik ve çöküş tehdit ediyor. Her an bir çöküş yaşanabilir. Hartz IV (Uzun süreli işsizlere verilen yoksulluk parası) hızla “vatandaş parasına” dönüşüyor, bu da şu anlama geliyor: Nüfusun üçte birine tekabül eden sosyal dışlanma sağlamlaştırılıyor.

FDP (Hür Demokrat Parti) Başkanı Lindner pazartesi günü Frankfurter Allgemeine Zeitung’a “FDP orta sınıfın bir savunucusu olmaya devam ediyor” dediğinde, partisinin ve kendi partisinin gelecekteki hükümette belirleyici rolünü sanki belirsizmiş gibi ama kesin bir şekilde anlatıyor: Servetin nasıl dağıtılacağına sermaye karar verir!

FAZ, pazartesi günü ekonomi bölümünde bunun ne anlama geldiğinin tabelasını yaptı: İşsizlik katkı payındaki artış 2023 için zaten yasal olarak öngörülüyor, emeklilik sigortası aynı yıl artacak ve sağlık sigortası şirketlerinin önümüzdeki yıl ek 7 milyar avroya ihtiyacı olacak. Ayrıca, artan kiralar ve enerji maliyetleri var. Bunu göz önünde bulundurarak, 12 avroluk bir asgari ücrete acilen ihtiyaç duyulmakta ve bu aslında sadece minimum bir ücrettir.

Bu kendi içinde mantıklı proje bile gelecek hükümetin görevini gösteriyor: Bu ülke, Hartz IV’e karşı veya Fransız “Sarı Yeleklilerin” yaptığı gibi isyanlar olmadan, Avrupa’nın “en eşitsiz” ülkesi olarak kalmalıdır. Alman ekonomik modelinin, dünya pazarında ve AB’de üstünlüğünün ön koşulu budur. İstenilen an dışarıya ve içeriye karşı saldıracak güçte olmalıdır.

Çeviren: Semra Çelik

Kovid dalgalanmasına bakışı: artık rehavete yer yok

Başyazı/The Guardian

KARANTİNA sonrası İngiltere tehlikeli bir şekilde rüzgara yakın seyrediyor. Çarşamba günkü 49 bin vaka sayısı, Avrupa’nın başka yerlerinde kaydedilen eş değer rakamlardan çok daha yüksek. Hastaneye yatışlar ve ölümler artıyor ve her 5 yoğun bakım yatağından biri şu anda bir kovid hastası tarafından işgal ediliyor. 6 milyon kişilik bir bekleme listesiyle başa çıkmak için mücadele eden NHS, vakalardaki artış kontrol edilmezse, öncelikler konusunda haksız kararlar alınması gerektiği konusunda uyardı. Sayıları çok az olan bitkin personel, bunalımın eşiğinde olduklarını söylüyor. Ve kış henüz başlamadı.

Bu kararan tablo göz önüne alındığında, Sağlık Bakanı Sajid Javid ilk kovid basın toplantısında güven vermekten uzaktı. Javid’in, kovid enfeksiyonlarının şiddetini azaltan iki yeni antiviral ilacın aylar içinde kullanıma sunulabileceğini açıklaması çok iyi bir haberdi. Ancak NHS Konfederasyonu, yakın bir krizi önlemek için acil önlemler talep ettiğinden, aynı zamanda dikkat dağıtma amaçlıydı. Sağlık Bakanı, kovid vakalarının günde 100 bine kadar çıkabileceğini kabul etmesine rağmen, NHS üzerindeki baskıların sürdürülemez hale geldiği fikrini açıkça reddetti. Bunun yerine halka bir moral konuşması teklif etti ve toplum içerisinde dolaşırken dikkatli davranmayı hatırlamasını istedi.

Daha önce de buradaydık Boris Johnson’ın Polyannacı liderliğine olan eğiliminin, hükümeti yine kayıtsız ve ihtiyatlı bir hızla hareket etmekte yavaş bıraktığı sonucuna varmamak çok zor. Başbakan yaz boyunca tüm kısıtlamaları kaldırdıktan sonra, enfeksiyonlarda çok yüksek seviyelere çıkması beklenen artış gerçekleşmedi. Bu, zorunlu maske takma, aşı pasaportları ve evden çalışma gibi önlemleri yeniden getiren bir “B planı”nın asla gerekli olmayacağına dair umutlara yol açtı. Aksine etkili bir mesajın yokluğunda, nüfusun büyük bir kısmı salgının etkili bir şekilde bittiğine inanmaya başladı ve hükümet, yaşlı insanlara üçüncü, destekleyici enjeksiyonların verilmesini yönlendirmeye geldiğinde odağını kaybetti. Yaklaşık 30 milyon kişi destek aşısı için uygundur; 4 milyon şimdiye kadar 1 tane aldı. Kolektif bir aciliyet duygusu yok oldu.

Kovid enfeksiyonlarının sonbaharda artması, çeşitli nedenlerle gerçekleşiyor. Birleşik Krallık nüfusunun çoğu, diğer ülkelerin çoğundan daha önce çift aşılıydı, bu nedenle daha fazla insan bağışıklığın yavaş yavaş azalmaya başladığı bir noktaya geliyor. Bu hükümetin suçu değil. Ancak diğer faktörler onun kontrolü altındaydı. Gençlerin aşılanması, örneğin İspanya’da olduğundan çok daha yavaş gerçekleşti ve bu da İngiliz okullarında sarmal bir bulaşmaya yol açtı. Liberter tipine geri dönen Johnson’ın hükümeti, maske takma kurallarını gevşetme konusunda Britanya’nın geri kalanı da dahil olmak üzere diğerlerinden çok daha önde hareket etti. Yaz aylarında, toplu toplantılar için aşı pasaportlarını zorunlu kılma fikrini rafa kaldırdı.

Bu ücretsiz ve kolay yaklaşım ve uyarıcı kamu mesajlarının olmaması, açılmanın ekonomik faydalarını en üst düzeye çıkarmak için tasarlandı. Ortamın bu şekilde ayarlanması, kaçınılmaz olarak nüfusun büyük bir bölümünün salgın öncesi davranışlara dönmesine neden oldu. Bu, doğru mesajları göndermeyi ve onları duymayı çok daha zor hale getirir. Javid’in salgının bitmediğine dair gecikmiş uyarısı, aylarca süren olağan gevşekliği takip etti.

 Aşıların piyasaya sürülmesi, elbette, kovid manzarasını daha iyi hale getirdi ve enfeksiyondan sonra ciddi sonuçların olasılığını büyük ölçüde azalttı. Ancak hükümet, NHS’nin bunalmış olma riskinin ortaya çıkması durumunda müdahale edeceğini defalarca belirtti. Açıkçası, böyle bir duruma gelmemiz şimdi çok yakın. Önümüzdeki zorlu kış döneminde günlük hayata daha temkinli bir yaklaşım yeniden gerekli olabilir. Hükümet, bu uygunsuz gerçeğin önüne geçmek ve önderlik etmekle yükümlüdür.

Çeviren: Haldun Sonkaynar

Fransa’da alım gücü: Fiyatların önemli artışı karşısında sadece 100 avroluk bir çek

Julia Hamlaoui – Diego Chauvet / L’Humanité

EYLÜL ayının sonunda gaz fiyatları konusundaki cambazlığı, kış sürecini endişe ile bekleyenlerin ağzında kötü bir tat bıraktı. Başbakanın bu nedenle yükselen akaryakıt fiyatları konusundaki çıkışı merakla bekleniyordu. Çünkü, 1 Ekim’deki gaz faturalarındaki ek yüzde 12.6 zamdan sonra (ocak ayından bu yana yüzde 57 zam), elektrikte 2010 ile 2020 arasındaki yüzde 21.4’lük sıçramanın ardından yine beklenen yüzde 4’lük artışla birlikte, akaryakıt fiyatları da yükseliyor.

Fiyatlar tarihi bir boyut kazandı. Ortalama olarak dizel litre fiyatının 1.56 avro ve kurşunsuz benzin fiyatının 1.62 avroya ulaşması altı ayda yüzde 12’lik zamma tekabül ediyor. Enerjideki bu tuzlu hesap ile birçok hane durumun altından kalkamıyor. Öyle ki, Fransa’da alım gücü kaygısı hiç olmadığı kadar ön planda (Elabe kurumunun anketine göre haziran ayından beri öne çıkan endişeler konusunda bu mesele 12 puan kazandı) ve Sarı Yelekliler hayaleti, bir haftadan fazla bir süredir duyurularını sürekli erteleyen hükümete musallat oluyor.

Ama bu sefer karar açıklandı. 30 Eylül’de olduğu gibi, Başbakan, yürütme tarafından alınan kararları sunmak üzere geçtiğimiz perşembe akşamı TF1 televizyon kanalına kendisini davet etti. “Fiyatlar 2018 sonbaharının biraz üzerinde (Sarı Yelekliler hareketinin başlangıç dönemine tekabül ediyor), ve çok yüksek seviyelere geri döndük” ifadesini kullanarak ve durumu kabul ederek bir “orta sınıf ödeneği” ilan etti. Benzin faturasındaki ekin “ortalama 80 avro” olduğunu tahmin eden Jean Castex, “Ayda net 2 bin avrodan daha az kazanan Fransızlara ödenecek 100 avroluk bir tür enflasyon ödeneğine karar verdik” dedi. Burada söz konusu 38 milyon Fransız ve “önce çalışanlar”, aynı zamanda “Aktif olarak iş arayan işsizler” veya emekliler ve genel olarak sadece sürücüleri ilgilendirmeyecek. Ve aralık ayında direkt maaş bordrolarında bundan ilk faydalanacak olanlar özel sektör çalışanları. Memurlar ocak ayına kadar beklemek zorunda kalacak ve emekliler için bu yardım “belki biraz daha ileride” gelecek.

Hatırlatma olarak, Sarı Yelekliler hareketi karşısında hükümet 17 milyarlık yardımda bulunmayı kabul etmişti. 100 avroluk bu önlemin bir kısmı ek KDV’den gelecek olan toplam 3.8 milyar avro masrafın geri kalanı için, Başbakan kısa ve öz bir şekilde “(bunu) finanse etmek bize kalmış” diyerek devlet açığının “hedefi”nin karşılanacağını belirtti.

Yeşiller Partisinin Genel Sekreteri Julien Bayou yardıma “çok az ve çok geç” kelimeleriyle tepki gösterdi ama prensip olarak, bu tür çek partisinin desteğini aldı. Yannick Jadot’a göre (Yeşiller Partisinin cumhurbaşkanlığına adayı) bu miktar, en yoksul aileler için 400 avro ve orta sınıflar için 100 avro olmalıydı. (…) Yüksek yaşam maliyetlerine karşı valilikler önünde seferberlik çağrısında bulunan Komünist Başkan Adayı Fabien Roussel, “Petrol şirketlerinden elde edilen temettüler üzerinden finanse edilen bir akaryakıt vergisi öneriyorum” dedi.

Öte yandan Boyun Eğmeyenlerin Partisi Lideri Jean-Luc Mélenchon, kovid zamanında “maskeler ve jel” üzerinde yapıldığı gibi genel mevcut tüketim fiyatlarını bloke etmek istiyor. (…)  

Fiyatların artışına gelince, ekonomi bakanı “en iyi ihtimalle 2022’nin sonuna kadar herhangi bir gelişme görmediğini” belirtti. Fransa’da alım gücü mücadelesinin sona ermesi daha çok uzak görünüyor.

Çeviren: Diyar Çomak

 

Evrensel / 24.10.21