Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022 yılına ait "Gelir Dağılımı İstatistiklerini" açıkladı. Açıklanan veriler, kapitalist toplumdaki gelir dağılımı eşitsizliği ile sınıflar arasındaki uçurumun derinliğini teyit ediyor. Sarayın bir aparat olarak kullandığı TÜİK’in bile bu gerçeği dile getirmek zorunda kalması, tablonun üstü örtülemeyecek derecede vahim olduğuna işaret ediyor.
TÜİK'in 2023 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçlarına göre; gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden biri olan Gini katsayısı 2022 yılında 0,433 ile en yüksek seviyesine çıktı. (Gini katsayısı sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade ediyor.)
Araştırmaya göre, en yüksek gelire sahip olan yüzde 20'lik en zengin grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8'e çıktı. En düşük gelire sahip yüzde yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 5,9 seviyesine indi.
Hayatın canlı akışında her emekçinin günlük yaşamında test ederek bildiği ekonomik, sosyal ve politik eşitsizliğin nedeni üretim araçları mülkiyetinin kapitalist sınıfların tekelinde olmasıdır. Ancak tablonun bu kadar vahim olmasında sermayenin demir yumruğu olan AKP-MHP rejiminin de önemli bir rolü var. Zira emekçilere sefaleti reva gören bu mafyatik rejim, faşist baskılar, grev yasakları, asgari ücreti açlık sınırı altına çekmek gibi saldırılarla sınıflar arasındaki eşitsizliği hiç olmadığı kadar derinleştirmiştir.
TÜİK’in, sermaye hizmetindeki iktisatçıların, düzen partilerinin gizleyemedikleri için itiraf emek zorunda kaldıkları şey, nedenler değil sonuçlardır. Onlar, bu kaba eşitsizlik ve adaletsizliğin temel nedenlerini dillendirmekten özenle kaçınırlar. Eşitsizliğin kaynağını gizlemeyi kendilerine “iş” edinenlerin “çözüm” programları da doğal olarak her yıl eşitsizliği derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmıyor. Zira onların “çözüm” dedikleri şey, sermaye sınıfının çıkarlarını esas alan icraatlardan ibarettir.
Hal böyleyken, sermaye sınıfı adına “çözüm” pazarlayanlar da eksik olmaz. Bu şarlatanlara göre kapitalist özel mülkiyet hakkının dokunulmazlığına dayalı bu sistemde ekonomi büyürse, ya da onların değimi ile “pasta” büyürse herkesin alacağı pay da büyür. Yoksulluk ve açlık ortadan kalkar. Oysa günlük yaşamın yakıcı gerçekleri gibi TÜİK'in çarpıtılmış resmi verileri bile kapitalist özel mülkiyet üzerine yapılan bu güzellemelerin kaba bir sahtekarlıktan öte bir anlam taşımadığını gözler önüne seriyor. AKP-MHP rejiminin icraatlarıyla ücretli-maaşlı emekçilerin toplam milli gelirden aldıkları payın 2015’ten bu yana en az yüzde 10 düşürülmesi, meselenin büyümede değil bölüşümde olduğunu gösteriyor.
Çokça geriye gitmeye gerek yok; TÜİK’in açıkladığı son veriler üretim araçlarına sahip ya da rant ekonomisinden pay alan en zengin yüzde 20'lik grubun toplam zenginlikten aldığı payın bir önceki yıla göre 1,8 artarak yüzde 49,8'e çıktığını, bedensel ve zihinsel işgücünü satmaktan başka bir “özel mülkiyeti” olmayan en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı payın ise 0,1 puan azalarak yüzde 5,9 seviyesine indiğini gösteriyor. Görüldüğü gibi artan toplumsal üretimin büyüttüğü pastadan sınıfların paylarına farklı oranlar düşüyor; zenginlerin hanesine servet yoksulların hanesine ise sefalet olarak akıyor. Sınıflar arasındaki bu eşitsizlik, “kapitalist bölüşüm yasası” tarafından döne döne yeniden üretiliyor.
Kapitalist özel mülkiyet sisteminden kaynaklanan toplumsal eşitsizlik makası işçi sınıfının mücadelesinin başarısına bağlı olarak zaman zaman kısmen kapatılsa da kapitalist özel mülkiyet sistemi ortadan kaldırılmadıkça bu makas gerisin geriye açılmaya devam edecektir. Toplumsal yaşamın kendisi de bu gerçeği döne döne doğruluyor. İnsan aklı, akıllara ziyan istatistik verilerini tersine çevirmenin yolunun emeğin programını temel alarak işçi örgütlenmesini ve mücadelesini büyütmekten geçtiğini söylüyor.
İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadele ederek mülkiyet ilişkilerine dokunmadan belli haklar kazanmaları mümkün. Kuşkusuz ki bunlar da önemlidir, ancak bu kadarı yine gerçek bir çözüm değildir. Zira ücretli emek sömürüsünün olduğu yerde gerçek eşitlik olmayacağı gibi, kazanılan haklar da güvence altında olmayacaktır. Dolayısıyla gerçek çözümün yolu, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet zincirlerini kırmak ve insanın insan tarafından sömürülmesine imkan veren toplumsal ilişkileri aşıp sosyalist üretim ve bölüşüm sürecini başlatmaktan geçiyor.