Savaş tehlikesi ve sınıf tutumu

Savaş politikalarının bu şekilde tırmandırılmasında işçi sınıfının hiçbir çıkarı yoktur. Kanı ve canıyla bu politikaların faturasını ödeyecek olan işçi sınıfı “savaş politikaları” karşısında güçlü bir kalkan olmak zorundadır.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 12 Aralık 2024
  • 19:00

Trump yeni ABD başkanı seçilirken Joe Biden’ın giderayak Ukrayna’ya ABD yapımı uzun menzilli füzeleri Rusya topraklarında kullanma izni vermesi Ukrayna Savaşı’nın gidişatına ve Üçüncü Dünya Savaşı olasılığına ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirdi. Emperyalist merkezlerde yayın yapan gazete ve televizyonlarda olası savaş senaryoları bir kez daha gündemin baş köşesine oturdu.

Çin ile ABD arasında süregiden ticaret savaşlarının er ya da geç sıcak çatışmaya döneceğini düşünenlerin sayısı ise azımsanmayacak düzeyde.

Bu tartışmaların arasında Suriye’de cihatçı çetelerin Halep’e doğru hareketlenmesi iç savaşın yeniden şiddetleneceği tartışmalarını da başlattı. Filistin’de ise İsrail’in soykırım boyutuna varan vahşi saldırganlığı zaten devam ediyor.

Türkiye’de de AKP aylardır İsrail tarafından saldırıya uğrayacağı söylemi ile bir savaş atmosferi yaratmak için özel bir çaba sarf ediyor. AKP iktidarı emperyalist saldırganlığın bölge politikalarında daha etkin bir güç olmak istiyor.

Sonuç olarak “savaş sorunu” dünya siyasetinde merkezi bir gündem olmaya ve insanlık için her geçen gün büyüyen bir tehdit olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Oysa emperyalist-kapitalist sistemin efendileri Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından insanlığa barış ve refah dolu bir dünya vaat etmişlerdi. Geride kalan 35 yılda yaşananlar ise dünyanın dört bir yanına yayılan bölgesel savaşlardan, dünya savaşı olasılığını artıran hegemonya mücadelelerinden başka bir sonuç yaratmadı.

Bu sonuçta aslen şaşırtıcı bir şey bulunmuyor. Zira kapitalizm sadece fabrikalarda, iş yerlerinde işçilerin emeğini sömürerek ayakta kalamaz. Onun kana susamış bir vampir olduğu söylemi sadece kapitalist sömürü ilişkilerini vurgulamak için yapılan bir metafor değildir. O, kelimenin gerçek anlamıyla akan kan üzerinden kâr ve rant elde eden alçak bir düzendir. Bu yüzden de savaş politikaları köşeye sıkıştıkları her anda bir “acil çıkış kapısı” olmuştur bu düzenin efendileri için.

Yeterince kâr elde edemedikleri, servetlerini istedikleri gibi büyütemedikleri anlarda savaş politikalarını körüklemeyi özel bir iş haline getirirler. “Savunma bütçesi” adı altında trilyonlarca doları savaş baronlarına aktarır, kapitalizmin çarklarının yeniden işlemesi için kullanırlar. Artık beslemekte zorlandıkları, kendileri için bir tehdit oluşturmaya başlayan “işsiz” nüfusu azaltmanın bir aracıdır savaş onlar için. Ve elbette dahil oldukları ya da perde arkasından yönlendirdikleri savaşlarla hammadde ve pazar alanlarını yeniden bölüşürler. Sömürü düzeninin efendilerinin zenginlikleri paylaşma kavgası milyonların canına mâl olur. Bilinen ifadesi ile filler tepişir, çimenler ezilir.

Dahası savaş politikaları onlar için işçi sınıfı ve emekçileri sersemletmenin en önemli araçlarından biridir. Milliyetçilik, ulusal söylemler tırmanırken açlık, yoksulluk ve sefalet içinde inim inim inleyen milyonları böylece kendi sefil çıkarlarının savunucusu haline getirirler.

Bugün bu tehdit gitgide büyüyen bir şekilde işçi sınıfının ve bütün bir insanlığın karşısındadır. Emperyalistlerin çıkarları için kışkırttıkları bölgesel savaşlarda hayatını kaybeden milyonlar madalyonun sadece bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzünde insanlığın ulaştığı bilimsel ve teknolojik gelişme düzeyinde bütün bir insanlığı yok etme tehlikesini de içinde barındıran bir nükleer savaş tehlikesi vardır. Ve bu tehlike her geçen gün büyümektedir.

Savaş politikalarının bu şekilde tırmandırılmasında işçi sınıfının hiçbir çıkarı yoktur. Kanı ve canıyla bu politikaların faturasını ödeyecek olan işçi sınıfı “savaş politikaları” karşısında güçlü bir kalkan olmak zorundadır. Silahlanmaya ayrılan milyarlarca dolar işçi sınıfı için övünç kaynağı olamaz. İşçi sınıfının yapması gereken savaş politikalarının karşısında insanlığın eşit ve özgür geleceğini, halkların kardeşliğini savunmak; toplumsal zenginliklerin savaş baronlarına aktarılmasına engel olmaktır. Emperyalizme ve militarizme karşı, emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı, etkili bir barış mücadelesi yürütmek işçi sınıfı için üzerinden atlayamayacağı bir görevdir.

Emeğin Kurtuluşu’nun 45. sayısından alınmıştır…