Neredeyse Aralık ayının başından beri gazeteciler olarak “2020’de ne oldu? 2021’de neler olabilir?” ana temalı dökümler hazırlıyoruz, okuyoruz. Sayfalarca uzayan İran’dan Suriye’ye, Filistin’den Yemen’e devam eden savaşlar, diplomatik krizler, ekonomik yaptırımlar ve tabi onlarca ülkenin, milyonlarca insanın kaderini şekillendiren ABD ve Rusya gibi ülkelerin hamleleri, ülke çıkarları, uzun vadeli planları, müttefiklik ilişkileri, hasımları, husumetleri…
Peki her biri uzmanlık gerektiren bu ağır başlıkların her biri bölgedeki insanlara ilaç niyetine, daha iyi ve özgür bir yaşam adına tek bir iyi şey getirdi mi? Hayır. Ne götürdü? Çok şey...
2021, 2020’den daha mı iyi olacak? Sadece 12 aya sığabilen sayısız krizin bakiyesi düşünüldüğünde manzara küçük ümitlere bile yer bırakmayacak kadar karanlık…
Bir de zaten kötü olan bazı durumların siyasi ve ekonomik krizlerin büyümesi ile daha da kötüleşmesi var. Mesela, bölgede kadın hakları mücadelesi…
On yıllardır devam eden mücadele aslında dünyanın birçok ülkesinde artık temel vatandaşlık hakları olarak sayılan, sorgulamaya tamamen kapalı hedefler için.
Mesela, bölgenin en demokrat, özgür ve rahat (ne demekse artık) ülkesi olarak bilinen Lübnan’da medeni kanunla evlilik hakkı için mücadele ediyor kadınlar. Aynı uygulama Suriye’de de var.
Medeni kanunla evlilik demek evlilik kurumunda kadının haklarının da tanınması, çocukları üzerinde hakkının olması, boşanma durumlarında velayet için mücadele edebilmesi demek.
Her iki ülkede de evliliğin her din ve mezhebin kendi şerri kurumlarına bırakılmış olması tek bir yazıya sığmayacak kadar çok konuda mağdur ediyor.
Ailenin rızası ile küçük yaşta evliliğe zorlanma, eğitim/öğrenim ve iş hayatının önce ailenin sonra eşin ve ailesinin iznine tabi olması, aile içi şiddetin kanunlarda tanımının bile olmaması, çocukların erkeğin üzerine kayıtlı olması nedeniyle sık sık yaşanan çocukların baba tarafından yurt dışına kaçırılması ama kadının çocukları ile bir yere gitmesine izin vermeyen kanunlar...
Medeni kanunla evliliğin olmaması kadınların yok sayıldığı, eşit vatandaş olarak görülmediği daha da kötüsü bunu kendilerinin bile normal saydığı anlayışı da derinleştiriyor.
Bu nedenle kadın hareketleri yok denecek kadar zayıf çünkü kadınlardan bile destek alamıyorlar hâlâ. Zar zor hazırlanıp meclislere gönderilen kanun tasarıları yıllardır raflarda bekliyor.
Zemin bozuk olunca üstüne inşa edilen de çarpık oluyor haliyle… Mahkemeler tacizi suç saymıyor çoğunlukla çünkü kanunlarda yeri yok. Tecavüz vakalarında karakoldan hakime hatta mağdurun avukatına kadar bütün sistem önce mağduru mercek altına alıyor, suçluyu değil.
Bir taraftan bölgede ileri teknoloji askeri sanayi anlaşmaları yapılırken Lübnan’da kadınlar tecavüz vakalarında mağdurun suçluyla evlendirilmesine zorlayan hükümlerin kaldırılması için yorulmadan kampanyalar, çalışmalar yürütüyorlar. Kısa süre önce cinsel taciz vakalarında hapis ve para cezasının ağırlaştırılması yönünde taleplerinin kabul edilmesine sevindiler Lübnanlı kadınlar. Yeni uygulamaya göre dava sürecinde mağdurun adı da kamuoyuna açıklanmayacak. Böylece mağdur basın/sosyal medya, mahallede komşu velhasıl topyekun toplum tarafından tekrar tekrar yargılanmaktan kurtulmuş olacak.
Peki bu durum mağdur kadınların konuşmasını sağlar mı? Veya taciz/tecavüz suçlarını kolaylıkla işleyen hatta kendine hak olarak gören, iş yerinde/üniversitede vs cinsiyetinden dolayı kadınlara baskı yapmaktan çekinenleri caydırır mı? Tabi ki hayır.
Mesela Lübnan’da cinsel taciz durumlarında 4 yıla kadar hapis cezası verilecek artık ancak cinsel tacizin tanımının ne olduğu hâlâ belirsiz. Zaten mağdur kadının mağduriyetini belgelerle, tanıklarla kanıtlaması da hâlâ zorunlu. Her işin Allah’a emanet ilerlediği, milyar dolarlık ihalelerin kahve molasında alınıp verildiği, kimsenin de belge filan sormadığı bir coğrafyada bir kadın taciz edildiğini kanıtlamalı elbette!
Bu durum yüzlerce yıllık toplumsal yapıların, onlarca yıldır eğitimle, ders kitapları ile, tv dizileri ile kökleşmiş bir zihniyetin ürünü elbette.
Suriye ve Lübnan kadın hakları konusunda bölgedeki birçok ülkeden daha iyi durumdalar. Kadınların toplumda görünür olduğu, kamu veya özel sektörde yer alabildiği, evlilikle konusunda değil ama birçok konuda konuşabildiği ülkeler arasında. Diğer ülkelerin durumunu tahmin etmek güç değil.
Sadece 2020 değil 2011’de başlayan ayaklanma dönemi kadın hakları mücadelesinden de çok şey götürdü. Yeni yeni filizlenen hareketler de var elbette ancak koca bir coğrafya ekonomik krizlerle, siyasi istikrarsızlıklarla çalkalanırken kimse kadın mücadelesine kulak vermek istemiyor. Zaten bölgedeki toplumsal kodlar kadının sadece birilerinin kızı, eşi, annesi olmaları halinde var olabildiği bir anlayış üzerinden şekillenmiş. Yani ayaklanmalar, ekonomik krizler olmasaydı da kadınlara kulak vermeye niyeti olmayan yönetimlerden bahsediyoruz.
Kısacası, 2021 daha da derinleşen ekonomik krizlerin, hızla yükselen fakirleşmenin yılı olacak. Bu durumda “Yani insanlar ekmek derdinde iken kadın haklarının, medeni kanunla evlilik taleplerinin, küçücük çocuklarının evlendirilmesine itirazların, tacizcilerin/tecavüzcülerin cezalandırılması gerektiğini söylemenin vakti mi?” diyecek çok insan var. Acı olan şu ki, bunu söyleyenlerin arasında çok sayıda kadın da olacak.
Hoşgelmedin 2021!
Evrensel / 24.12.20