Hayır, büyük kampanyayla vizyona sokulan Oppenheimer filminden bahsetmeyeceğim ama nükleer konulu filmlere toptan işaret edeceğim:
ABD yapımı yüzlerce nükleer konulu film var. 1990’dan öncekilerde ağırlıkla bu filmler, “SSCB’nin nükleer saldırısına karşı dünyayı koruyan ABD” temalı olurdu. SSCB dağıldıktan sonra tema değişti: Rusya’daki nükleer füzeleri kaçıran psikopat generallerin bunları kullanma çabasını ABD durdururdu. Sonra adres kimi zaman Kuzey Kore, kimi zaman Pakistan, kimi zaman İran, kimi zaman da Çin oldu.
Özetle, bu filmlere göre bazı kötü ülkeler ya da o kötü ülkelerin kötü yöneticileri nükleer saldırı planlıyor, ABD de dünyayı koruyordu!
Dünyada bunun kadar ahlaksız bir tersine çevirme operasyonu çok azdır. Çünkü dünyada nükleer silahı ilk ve tek kullanan devlet ABD’dir; ABD dışında nükleer silah kullanmış başka bir devlet yoktur.
Seyreltme sorunu
Bu uzun girişi şundan yaptık: Japonya, 2011 depreminde hasar gören Fukuşima Nükleer Santralı’nda biriken radyoaktif atıksuyun tahliyesine 24 Ağustos’ta başladı.
Ama bu olay Batı basınında neredeyse konu bile edilmiyor. Çünkü Japonya ABD’nin müttefiki. Özne Çin ya da Kuzey Kore (Kore DHC) olsaydı eğer, ABD başta tüm Atlantik basını kıyameti koparırdı.
Bir tek Japonya’nın komşuları, yani okyanusa tahliye edilen atıksudan etkilenecek Çin, Güney ve Kuzey Kore duruma tepki gösteriyor. Oysa dolaylı etkileri ve bir uygulama meşruiyeti kazanma olasılığı nedeniyle tüm küreyi etkileyecek bir sorun bu.
Atlantik, konuyu Uluslararası Atam Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) raporuna dayanarak geçiştiriyor. UAEA, Temmuz 2023’te Japonya’nın “radyoaktivitesi düşürülmüş atıksu” planını onayladı.
Peki atıksudaki karbon-14 ve trityum başta 60 çeşitten fazla radyoaktif nükleer unsurun yoğunluğunun düşürülmesi için yapılan seyreltme yeterli mi? Peki radyoaktivitenin insan açısından düşük olması, okyanustaki canlılar açısından da düşük olduğu anlamına gelir mi? Kısacası önce okyanus canlılarını, sonra da deniz ağırlıklı beslenen bölge ülkelerini etkileyecek büyük bir tehditle karşı karşıyayız.
Bir çeşit savaş ilanı
Çin uygulamaya büyük tepki gösteriyor. Çinli uzmanlar, Fukuşima’dan boşaltılan radyoaktif atıksuyun, eriyen reaktör çekirdeğinden geçtiğini ve bunun normal çalışan nükleer santrallardan boşaltılan sudan farklı olduğunu belirtiyor (CRI Türk, 23.8.2023).
Güney Kore’de muhalefet büyük tepki gösteriyor. Ana muhalefetteki Demokratik Parti lideri Lee Jae-myung, Seul’da binlerce kişinin katıldığı protesto gösterisinde, Japonya’nın nükleer atık kararının “Pasifik Okyanusu’na sınırı olan ülkelere savaş ilanı olduğunu” söyledi (NTV, 26.8.2023). Lee, Güney Kore Devlet Başkanı Yook Suk-yeol’u “Japon tahliye planını desteklemekle” suçladı. Güney Kore Başbakanı Han Duck-soo ise Japonya’yı 30 yıl devam edecek radyoaktif atıksuyun tahliyesine ilişkin bilgileri şeffaf şekilde açıklamaya çağırdı (AA, 24.8.2023).
Japon muhalefeti de uygulamaya tepkili. Japon basınındaki haberlere göre çok sayıda Japon muhalefet partisi, hükümetin radyoaktif atıksuyu denize boşaltmasına karşı çıktıklarını açıklayarak hükümetin Japonya Meclisi’nde konuyu aydınlatmasını istediler (cri.cn, 27.8.2023).
Sendrom
Baştaki çarpıklığa dönersek... Dünyada nükleer saldırıya uğrayan ilk ve tek ülke olan Japonya’nın, kendisine nükleer bomba atan ABD’ye bu denli bağımlı olmasının açıklanmasında elbette “Stockholm sendromu” kavramı hafif kalır.
Ama daha önemlisi, dünyada nükleer saldırıya uğrayan ilk ve tek ülke olarak Japonya’nın, şimdi radyoaktivite salınımıyla okyanus canlılarına “alt düzeyde bir nükleer saldırı” yapıyor oluşu da “Japon onuru” kavramıyla tam tezat ne yazık ki...
Cumhuriyet / 28.08.23