2011 yılında Japonya’da gerçekleşen Tohoku depremi ve sonrasında oluşan Tsunami, Fukuşima nükleer kazasına sebep olmuştu. Çernobil faciasından sonra dünyadaki en büyük nükleer kaza olarak kayıtlara geçen Fukuşima nükleer santral kazası son günlerde tekrar dünyanın gündeminde.
Japonya Fukuşima nükleer santralinde biriken radyasyonlu atık suyu okyanusa dökme kararı aldı. Bu kararın ardından başta Çin olmak üzere bölge ülkeleri Japonya’ya tepki gösterdi. Japonya’nın bu kararına karşı hem bölge devletlerinden hem de bölgede yaşayan insanlardan ciddi tepki ve itirazlar yükselince, Başbakan Fumio Kishida kameralar karşısına çıkarak bölgeden geldiği iddia edilen deniz ürünlerini yedi.
Bu kadar ciddi bir meseleyi kameralar karşısına geçip “balık yemekle” çözümlemeye çalışan bir zihniyet nasıl ciddiye alınabilir ki? Yıllar önce Çernobil kazası olduğunda benzer durum Türkiye’de de yaşanmıştı. Dönemin Ticaret Bakanı Cahit Aral “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” diyerek televizyon ekranlarında çay içmişti. Turgut Özal ve Kenan Evren’de benzer açıklamalar yaparak “Azıcık radyasyonlu çayın sağlığa faydalı” olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdi. Elbette bu gözü dönmüş acımasızlığın sonucu Karadeniz bölgesi için ağır oldu. Başta kanser olmak üzere radyoaktiviteye dayalı birçok hastalık hızla yayıldı ve bundan dolayı binlerce insan hayatını kaybetti.
Bugün kapitalist ülkelerin büyük çoğunluğu temiz enerji kaynaklarına yönelik adımlar atsa da hala katı yakıt tüketen termik ve nükleer santrallere bağımlı bir durumdalar. Kapitalistler için ne çevre ne de canlıların yaşamı önem taşır. Dünyada yaşanan felaket düzeyindeki çevre kirliliği bunun en önemli göstergesidir. Japonya bu konuda ne ilktir ne de son olacak.
Termik santrallerin aksine Nükleer santraller uygun koşullarda daha temiz enerji kaynaklarıdır, fakat olası kazalar önlenemez felaketleri de beraberinde getirmektedir. 1979 yılında ABD’nin Pensilvanya eyaletinde meydana gelen Three Mile Adası Nükleer santral kazasının etkileri 43 yıl sonra hala sürmektedir. ABD hükümeti de kaza sonrası santralin içinde biriken atık suyu Susquehanna nehrine akıtarak bugün Japonya’nın yaptığının benzerini yapmıştı.
Nükleer ve termik santrallerin doğaya ve insan yaşamına verdiği zarar eşi görülmemiş boyutlardadır. Her ne kadar rüzgar, güneş, dalga enerjisi gibi yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına yönelim olsa da enerji ihtiyacı hala büyük oranda katı atıkla çalışan termik ve nükleer santrallerden karşılanıyor. Bugün dünyada yaşanan hava kirliliğinin yaklaşık %40’ı termik santrallerden kaynaklanmaktadır. Fukuşima felaketinden sonra ise bazı ülkelerin tekrar termik santrallere yönelmesi de uzun vadede çevre felaketlerinin devam edeceğine işaret ediyor. Enerji kaynaklarını fütursuzca kullanan kapitalizm kar ve rant uğruna doğayı katletmeye devam ediyor.
Ukrayna savaşının ardından “temiz enerjiye geçiş” söylemini bir kenara atan batılı emperyalistler yeniden “en kirli enerjiye”, kömüre yüklendiler. Bu olay çarpıcıdır, zira hegemonya savaşı için “çevre duyarlılığı” anında çöpe atıldı. Üstelik bu suça sermayenin “yeşil” olma iddiasında olan siyasal temsilcileri de ortak oldu. Savaşa benzin dökenlerin çevre diye bir dertleri yok. Oysa zaman geçirmeden önlem alınmazsa gelecekte yaşanabilir bir dünya da kalmayacaktır…