Bu köşede daha önce pek çok kere bu ve benzer başlıklar taşıyan yazılar yazdım. Onların tamamını da ilgi ile okuduğunuzu sanıyorum. Ben o yazıları yazdığım zamanlarda dolar kuru hızla yükseliyordu ve sizler de, tahmin ediyorum ki, o yükselişlerin nereye kadar devam edeceğini merak ediyordunuz. Bugün konu aynı fakat gerekçe farklı. Dolar kuru bir süredir neredeyse yataya yakın seyrediyor. Hatta son 45 gündür hemen hiç kıpırdamıyor, 18,60 civarında duruyor. Yanlış anlamayın, TL’nin değeri tüm yabancı paralar karşısında sabit demiyorum. Diğer paralar karşısında değeri zaman zaman değişiyor. Ama bu değişimlerin tamamı, doların diğer dövizler karşısındaki değişimine eşit. Mesela, dolar avro paritesi yükseliyor ise, avronun TL karşısındaki değeri de yükseliyor. Sterlin, dolar karşısında değer kaybediyorsa, aynı oranda değer kaybını TL karşısında da yaşıyor. Buradan anlıyoruz ki iktidar sadece dolar TL kuru ile ilgileniyor, bir biçimde TL’yi dolara bağlamışlar.
Peki, neden?
Nedenini anlamak kolay. Farkındaysanız Türkiye’nin gündeminde ekonomik konular pek yer almıyor. Yanlış anlamayın, ekonomik sorunlar yok demiyorum. Onlar tüm gerçekliği ile karşımızda duruyor ama artık o sorunlar pek konuşulmuyor. Enflasyon yüzde 85’i geçmiş, işsizlik yeniden çift haneye yükselmiş, işten çıkarmalar hızlanmış, büyümede yavaşlamanın olduğunun tüm göstergeleri ortaya çıkmış, vatandaşlar ciddi şekilde geçim derdi yaşıyor, asgari ücret açlık sınırının yaklaşık 2 bin lira altında olmasına rağmen bu konular gündem olmuyor. Peki, en hızlı gündem olan ekonomik gösterge hangisi? Dolar kuru. Dolar ne zaman yukarı doğru hareketlense, haberlerde ilk konu oluyor, gazetelerde ayrıntılı yer buluyor. Ama diğer göstergeler böyle ilgi görmüyor. Dolasıyla, vatandaşın hızla tepki verdiği bu göstergeyi de mümkün olduğunca sabit tutmak iktidarın öncelikleri arasında yer alıyor.
Hatırlıyor musunuz, geçen yıl bu zamanlar “rekabetçi kur politikası” diye bir şey konuşuyorduk. TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesinin ülkenin dış ticaretine olumlu katkı sağlayacağını söylüyordu ekonomi yönetimi. Dolar artınca ihracatımız artacak, ithalatımız yavaşlayacak, cari işlemler dengesi pozitife dönecekti filan. Bu sonuçların ortaya çıkmayacağını söylüyorduk da ekonomi yönetimi bu söylenenlere kulaklarını tıkadıkları için duymazdan geliyordu.
Peki, ne oldu o rekabetçi kur argümanına? Ondan çok uzun zaman önce vazgeçtiklerini biliyoruz. Dolar kurunun yılbaşından bugüne kadar olan değişimini enflasyon ile birlikte düşününce, ortada “rekabet” etmeye çalışan bir kur filan görmezsiniz, hatta TL’nin satın alma gücü açısından değerlendiği görülür.
Dün, Meclis Plan Bütçe Komisyonu’nda konuşan Bankan Nebati, “Küresel finansal piyasalarda öngörülebilirliğin azaldığı, dolar karşısında avronun dahi sene başına göre yüzde 12; Japon yeninin ise yüzde 27 değer kaybettiği böyle bir ortamda TL’de stabilite sağlanmıştır. Reel kur ise sene başına göre yüzde 16,7 değer kazanmıştır” dedi.
Sahi ne oldu da avronun, yenin dolar karşısında değer kaybettiği bir dönemde “TL’de stabilite sağlandı?” Yılın ilk 10 ayına ait dış ticaret açığı 90 milyar doları aştı. En son açıklanan ödemeler dengesi verilerinde cari açığın 40 milyar dolara dayandığı görüldü, şirketler döviz borçlarını imkân buldukça kapatmak için döviz alıyor. Bütün bunlar döviz talebinin devam ettiğini gösteriyor. O zaman şu soru sorulmalı: Madem döviz talebi yüksek seyrini koruyor, bu talep nasıl karşılanıyor? Kim “döviz arz ediyor?”
Önemli bir kaynak net hata ve noksan kalemi. 28,3 milyar dolar olarak açıklanan bu tutar bir sonraki ödemeler dengesi hesabında azalmış olarak karşımıza çıkacak. Turizm gelirlerine ilişkin hesaplama yöntemi değiştirildiği için, muhtemelen 6-7 milyar dolarlık tutar net hata ve noksan hesabından düşülecek. Peki, geri kalan tutar nereden geliyor? Bunu hâlâ bilmiyoruz.
Aman canım, döviz gelsin de…
BirGün / 11.11.22