NATO’da Ukrayna çatlağı mı?

Avrupa Gündemi'nde bu hafta NATO zirvesinden geriye kalanlar, Almanya'da yoksulluk tartışmaları ve Fransa'da Macron yönetiminin işçi haklarına karşı bitmeyen saldırıları var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 16 Temmuz 2023
  • 08:55

Avrupa’nın geçtiğimiz haftaki en önemli gündemi Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılan NATO zirvesiydi. İngiltere merkezli Counterfire’dan seçtiğimiz yazısında Lindsey German, son zirvenin NATO’ya üye ülkelerin kendi aralarındaki ve Ukrayna ile artan gerilimi gözler önüne serdiğine dikkat çekiyor. Ukrayna’yı destekleyen İngiltere hükümeti, daha fazla silah talebini açıkça eleştirirken, Biden çatışmayı tırmandırma konusunda temkinli davranıyor.

Almanya’dan seçtiğimiz yazı ise halkın krizden çıkış yolları aradığını vurguluyor. Önce korona, sonra savaş ve enflasyon… İzolasyon, alım gücünün düşmesi, sürekli feragat. Almanya da kriz içinde. Emekçiler krizi kader olarak kabul edip boyun eğme ile krizin yükünü taşımayacağız deyip sokağa çıkma arasında gidip geliyor. Sokağa çıktıklarında onlara güven verecek, kendilerini ait hissedecekleri bir odak olmadığı sürece yılgınlık egemen olacak.

Fransa’da da Ulusal Meclis işçi hakları konusunda hamlelerine devam ediyor. 29 Haziran’da sendikalar ve patronları arasında şubat ayında imzalanan sektörler arası anlaşmadan (ANI) kaynaklanan “değer paylaşımı” yasa tasarısını geniş çapta onayladı. CGT (Genel İşçi Konfederasyonu), asgari ücretin hemen artırılmasını ve maaşların enflasyona göre endekslenmesinin geri getirilmesini talep ettiği için, anlaşmayı imzalamayı reddetmişti. Seçtiğimiz makale, yasanın ne anlama geldiğini açıklıyor.

NATO’da Ukrayna konusunda çatlaklar ortaya çıkmaya başladı

Lindsey GERMAN
Counterfire

NATO ittifakındaki çeşitli güçler Ukrayna’daki savaş konusunda, bugün daha açık bir çatışma içinde. ABD ve Almanya, savaş bitene kadar ülkeyi ittifakla daha yakın bir ilişki içine sokma konusunda çeşitli Doğu Avrupalı ülkelerden çok daha isteksiz davranıyor. Savaş yanlısı İngiltere hükümeti bile Ukrayna’nın daha fazla silah talep etmesini açıkça eleştirdi.

Bu hafta Vilnius’ta yapılan zirvede NATO güçleri arasında ortaya çıkan bölünmeler, Ukrayna savaşı söz konusu olduğunda kolay cevaplar olmadığı gerçeğini yansıtıyor. Rusya’nın geçen yılki işgaliyle, ABD, İngiltere ve diğer NATO üyesi ülkeler Ukrayna’ya silah, istihbarat, eğitim ve lojistik destek sağlamaya girişti. Bu, başından beri Rusya ile NATO arasında bir vekalet savaşıydı.

Savaş, Ukraynalıların direnişiyle karşılaştı, pek çok kişinin beklediği şekilde Rusya için hızlı bir zaferle sonuçlanmadı. Her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği ve çok az hareket ettiği bir yıpratma savaşına dönüştü. Aylardır Ukrayna güçlerinin karşı saldırıya geçeceği konuşuluyordu; ama bu gerçekleşmedi ve çıkmaz devam ediyor.

Batılı güçlerin çoğu, Rusya’nın avantajını zayıflatmak ve Ukrayna tarafını güçlendirmek için daha gelişkin ve ölümcül silahlar göndermeye yöneldi. Ancak şu ana kadar bu, güçler dengesini değiştirmeye yetmedi, yeterli olması da beklenmiyordu; zira pek çok askeri uzman böyle bir karşı saldırının kapsamlı bir hava koruması olmadan son derece zor olduğunu düşünüyor. Başta ABD olmak üzere büyük güçler, Rusya ile doğrudan çatışmaya ve dolayısıyla nükleer silah sahibi devletler arasında savaşa yol açabileceğini bildikleri için bunu sağlamayacaktır.

Zirve, NATO güçlerinin kendi aralarında ve Ukrayna ile artan gerilimleri gözler önüne serdi. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ve danışmanları aylardır daha fazla silah ve ülkenin NATO’ya katılmasına izin vermeleri yönünde baskı yapmaya çalışıyor. Zirvede bu baskı konusunda açık davrandı. Bir dereceye kadar başarılı da oldu: Avrupa hükümetlerinin Leopard tankları göndermesi, Ukraynalı pilotlara F-16 savaş uçakları eğitimi vermesi, İngiltere’nin Kruz füzeleri ve son olarak ABD hükümetinin Ukrayna’ya misket bombası göndermeyi kabul etmesiyle bir dizi kırmızı çizgi aşıldı.

Ancak Biden ve ABD egemen sınıfı da çatışmayı tırmandırmak için daha fazlasını yapma konusunda temkinli davranıyor. Bunun birkaç nedeni var: Kamuoyu büyük maliyetlerle finanse edilen savaş konusunda bölünmüş durumda; önümüzdeki yıl seçim olacak ve Cumhuriyetçi adaylar savaşı destekleme konusunda çok daha temkinli olacak. Savaşın maliyeti ve ekonomik sonuçları da kendini hissettirmeye başladı. Ve belki de en önemlisi, ABD, NATO’nun genişlemesinin ve bunun sonuçlarının Rusya ile gerilimin ana kaynaklarından biri olduğunun farkında.

ABD’nin yapmak istediği gibi Rusya’yı vekalet savaşı yoluyla zayıflatmak ve yenmek istemekle, hem Rus ve NATO güçleri arasında doğrudan çatışmayı hem de nükleer silahları potansiyel olarak içerecek çok daha büyük bir çatışma yaratmak arasında fark var. Zirvede Almanya ve ABD’nin korkusu buydu ve Zelenskiy’nin ‘saçma’ olarak nitelendirdiği Ukrayna’nın üyelik yolunu askıya alan sonuç bildirgesini yansıtıyor. Çıkmazda olan ve halihazırda dünya ölçeğinde çok daha büyük gerilimlere yol açan bir çatışmanın gerçekliğinin bir yansıması.

Biden’ın Ukrayna’nın demokrasi ve yolsuzluk sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiği yönündeki argümanı ve İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın Zelenskiy’ye yönelik “Hoşumuza gitse de gitmese de insanlar biraz minnettarlık görmek istiyor” şeklindeki sataşması bu yüzden. Wallace ayrıca geçen yıl, istedikleri silahların listesini verdiğinde Ukrayna hükümetine, ‘Biliyorsunuz, biz Amazon değiliz’ (internet üzerinden satış platformunu kastediyor) dediğini aktardı.

Tüm bunlar büyük NATO güçlerinin savaş ve olası sonuçları konusundaki tedirginliklerinin işaretleri. Bunun bir başka örneği de Japonya’da bir NATO ofisi kurulması önerisinin nihai bildiriden çıkarılmasıydı. NATO’nun Pasifik’teki operasyonlarını genişleterek Çin’le olası bir çatışmaya girmesiyle dünya ölçeğinde bir tırmanma yaşanacağına dair korkular da artıyor.

Financial Times Köşe Yazarı Martin Wolf’un kısa süre önce ifade ettiği gibi, bu gelişmeler ve NATO’nun artan savaşçılığı ABD, İngiltere, AB ve Japonya dışındaki pek çok hükümet tarafından ihtiyatla karşılanıyor. Bu da İngiltere hükümeti gibi silah göndermeye ve askeri harcamaları arttırmaya en hevesli olanlar için sorun teşkil ediyor. Wallace’ın açıklamaları burada bile hükümetin çekingen davrandığını gösteriyor.

Ateşkes ve barış çağrıları daha da güçlenmelidir. Bunun alternatifi Ukrayna halkı için çok daha fazla acı, misket bombalarının gelecek on yıllara bırakacağı korkunç miras ve dünya genelinde daha büyük bir istikrarsızlık tehdididir. NATO ülkelerindeki işçi sınıfı, kamu hizmetleri çökerken ve yaşam standartları düşerken silahlanmaya daha fazla harcama yapılması talepleriyle karşı karşıya.

Çeviren: Dış Haberler Servisi

Almanya 2023: Halkın yüzde 60’ı krizden çıkış yolu arıyor

Thomas PANY
Telepolis

Bir araştırmaya göre, Almanya’da boyun eğme ve pasif bir şekilde krizlerin insafına kalmış olma izlenimi, birçok kişinin günlük yaşamını karakterize ediyor. Dibe doğru hızla düştüğünü hisseden insanları nasıl tekrar kendine getirirsiniz? Cevap basit. Ama aynı zamanda ürkütücü.

“Bu artık hayal ettiğim gibi bir hayat değil”. Bu ifade, 2023 yılında Almanya’da bir dizi krize verilen tepkileri inceleyen bir araştırmada en çok kullanılan cümlelerden. Sonuçlar hayata karşı kötümser bir tutumu yansıtıyor:

“Ankete katılanların yüzde 85’i refah kaybıyla yaşamak zorunda kalacağımıza inanıyor. Yüzde 60’tan fazlası krizlerden çıkış yolu görmüyor.”

Bu eski hikayenin yüzlerce varyasyonuna zaten aşina değil miyiz? Genel olarak, örneğin ARD-Deutschland-Trend’de görülebileceği gibi, çoğunluğun durumuna ilişkin araştırma ve anketlerin tartışmayı teşvik ettiğine itiraz edilebiliriz. Ama en azından nerede durduğunuzu kontrol etmek için bunları kullanabilirsiniz.

Pek çok politikacı da öyle yapıyor zaten. En sevdikleri cümlelerden biri şu: “İnsanları toparlamalıyız. Özellikle de Almanya İçin Alternatif adlı aşırı sağ AfD’nin anketlerdeki yükselişi sırasında, bu bir medya süpermarketi sloganı haline geldi. Peki ama düştüğünü hisseden insanları nasıl toplarsınız?

Bu soru Rheingold Enstitüsünün çalışmasını ilginç kılıyor.

Çünkü sadece bir enstitü tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasından farklı metodolojik taleplere sahip olmakla kalmıyor -derinlemesine psikolojik, bireysel görüşmeler artı grup görüşmeleri (toplam 76) önemli bir rol oynuyor ve bunlara daha sonra ARD-Deutschland-Trend’deki kadar (1002) katılımcıyla gerçekleştirilen nicel bir çevrim içi anket eşlik ediyor.

Ve bu anket, önemli bir sektör olan Alman Kimya Endüstrisi Birliği (VCI) tarafından kimya dalında örgütlü IGBCE sendikası ile birlikte yaptırılmıştır.

2020’de korona krizi sırasında yapılan temel bir çalışmanın devamı niteliğinde olan kriz sürekliliğinde yönelim çalışmasının aşağıdaki temel gözlemleri kabaca bir genel bakış sağlamak amacıyla sıralanabilir.

Pandeminin yol açtığı ilk merkezi şok, psikolojik ve toplumsal olarak yeterince işlenemedi.

Oysa hemen herkes bugün hâlâ bunun etkileriyle boğuşuyor. Psikolojik sonuçlar, sosyal izolasyon, kişinin kendi sağlığına ilişkin korkuları ve geleceğe ilişkin belirsizlik hâlâ mevcut ve külfetli.

Mevcut çalışma, pandeminin bütünüyle bir krizler dizisinin başlangıç noktası olarak yaşandığını göstermektedir. İlk psikolojik şoktan sonra toparlanma olmamıştır. Aksine, başka krizler kalıcı dalgalar gibi nüfusun üzerine çöküyor. Bu ısrarcı ruh hali güvensizliği ve bunalmışlık hissini arttırıyor.

İşte 2020 korona yılındaki bir önceki çalışmaya kıyasla önemli ölçüde artan kriz duygusunu gösteren birkaç rakam.

Katılımcıların tam yüzde 85’i refah kaybı ile yaşama eğiliminde olduğumuza inanıyor.

Yüzde 60’tan fazlası krizlerden çıkış yolu görmüyor.

2020’deki anketle yapılan karşılaştırma ilginç. Karşılaştırma, krizlerin çoğunun aynı zamanda stres ve endişede artış olarak algılandığını doğruluyor gibi görünüyor: Bu yıl katılımcıların yüzde 61’i Almanya’daki ekonomik ve sosyal gelişmelerden endişe duyuyor. Yüzde 38’i ise kişisel, finansal ve mesleki sorunlardan korkuyor.

Bu oran 2020’de yapılan bir önceki ankette ekonomik ve sosyal etkiler sorulduğunda yüzde 10 puan (yüzde 51), kişisel ve mesleki sorunlar sorulduğunda ise yüzde 18 puan (yüzde 20) daha azdı.

Bu önemli artış, krizler silsilesi nedeniyle artan yük duygusuna örnek teşkil etmektedir. Araştırma sırasında her beş kişiden yalnızca biri geleceğe güvenle bakmaktadır.

Günlük yaşamda yüzde 83’ü en çok endişelendiren konu gıda ve tüketim mallarının yanı sıra ısınma, elektrik ve gaz fiyatlarındaki artış. Bunu Alman ekonomisinin çökebileceği korkusu izliyor. Araştırmaya göre katılımcıların yarısından fazlası, yüzde 57’si, bu korkuya sahip.

Metodolojiye göre, çalışma sosyodemografik olarak farklılaşmaya özen göstermiştir. Anketin, planlanan ısıtma yasası hakkında herhangi bir tartışmanın olmadığı bir dönemde (02.02. - 03.03.2023) yapıldığını da eklemek gerekir.

Ankete katılanların sadece yüzde 13’ünün kriz öncesi seviyelerde tüketim yaptıklarını söylediğini de belirtmek gerekir: “Bunun yerine, yüzde 27’si varlıklarını ciddi şekilde tehdit altında görüyor ve yüzde 31’i kısıtlamalar ve tasarruflarla yaşıyor. Bu sadece gıda ve tüketim mallarıyla ilgili değil.”

Krize karşı harekete geçerek nasıl tepki verileceği ile ilgilenen siyasi çekirdeğe bakıldığında ise: Araştırmanın yazarları “Pasif bir şekilde krizin merhametine sığınmak” ile “Aktif bir şekilde krizi şekillendirmek” arasında bir yelpaze çizmişlerdir ve bu yelpaze bir süreklilik olarak anlaşılmaktadır. Sorun da krizi aktif şekilde biçimlendirecek yani krizin yükünü müsebbiplerine taşıtacak odakların ortaya çıkması ve güçlenmesi zaten.

Çeviren: Semra Çelik

Fransa’da ‘değer paylaşımı’ yasasındaki en büyük eksiklik: Maaşlar

Pauline PORRO
La Vie Ouvrière

29 Haziran’da Ulusal Mecliste kabul edilen “değer paylaşımı” yasa tasarısı, adıyla tamamen uyumsuz. Mantıklı olarak, bir işletme içinde üretilen zenginliği nicelendirmeye yarayan muhasebe ölçüsü olan katma değer paylaşımının reformu, bir tarafta emeğe düşen payın, diğer tarafta sermayeye düşen payın yeniden tartışılmasını gerektirir. Oysa tasarı, kârın küçük bir bölümünü (yani sermaye kazancını) çalışanlara değişken ücretlere dönüştürüyor. Bu ise değer dağıtımının ana aracı olan maaşları göz ardı etmek demek oluyor.

Tasarı bu haliyle 11’den fazla çalışana sahip tüm şirketler için, katılım, teşvik veya değer paylaşım primi gibi düzenlemelerin genişletilmesini ve çalışanların hisse senedi sahipliğinin geliştirilmesini öngörmekte. Tasarı ayrıca en az 50 çalışana sahip şirketlere, kârlarında “istisnai bir artış” olması durumunda, ödemesi gereken payın miktarının, işçi temsilcileri ile birlikte belirlenmesini öngörüyor.

Özellikle gıda ürünlerindeki yüksek enflasyon, 2022 dönemindeki sosyal çatışmalar ve borsada işlem gören (CAC 40 olarak adlandırılan) şirketlerinin rekor kârları, hükümeti ve işverenleri işletmelerde yaratılan zenginliği paylaşma konusunda kasım ayında müzakerelere girmeye zorlamıştı. Birkaç ay sonra, şubat ayında, dört sendika örgütü (CFDT, CFE-CGC, FO ve CFTC) ile patronları temsil eden kuruluşlar (Medef, CPME ve U2P) arasında ulusal sektörler arası bir anlaşma (ANI) imzalandı. CGT ise metni imzalamayan taraftı. CGT’nin Konfederasyon Sekreteri Sandrine Mourey, “CGT primlere karşı değil, ancak bu primler maaşlar aleyhine dönemez. Sorun şu ki işveren örgütleri, maaş artışı konusunu tartışmaktan kaçındı” diyor. Çalışma Bakanı Olivier Dussopt tarafından sunulan yasa tasarısı ise işverenler ve sendikalar arasında yapılan bu anlaşmanın bir kopyası. Metin şimdi Senatoda incelenmek üzere beklemekte ama ne zaman onaylanacağını ise henüz bilmiyoruz.

Primler maaşların yerine geçiyor

Prim ödemelerini teşvik etmek, gelecekteki maaş görüşmeleri için riskli olabilir. Mart 2023’te yayımlanan bir raporda, INSEE (Ulusal İstatistik Enstitüsü), 2022’nin dördüncü çeyreğindeki düşük maaş dinamiklerinin bir fırsatçılık etkisi olduğunu belirtiyordu. Ulusal enstitüye göre, işverenlerin yaklaşık yüzde 30’u maaş yerine prim ödemeyi tercih etmişlerdi. Patronların primleri tercih etmesinin nedeni ise bu primlerin patronaj ve sigorta kesintilerinden muaf tutulması. Primin maaşlara olan olumsuz etkilerinin gözlenmesi ise ilk değil: 2013 yılında bir makale, şirketler prim uygulamasına geçtikten bir yıl sonra, primlerin maaşların yerine geçtiğini vurguluyor.

2022 yılında, özel sektördeki yaklaşık 5 milyon çalışan (toplam çalışan sayısı 20 milyonun üzerinde) ortalama 806 avro tutarında bir değer paylaşım primi aldı. Sandrine Mourey, “Değer paylaşım priminin düşük bir miktarda verildiği açıkça görülüyor, çünkü tutarı 3 bin avroya kadar çıkabiliyor, teşvik anlaşması durumunda ise 6 bin avroya kadar” diyor. Ayrıca, bu primler, sosyal güvenlik fonlarına katkıda bulunan maaşın aksine, kalıcı da değil.

Çalışanların hisse senedi sahipliğinin geliştirilmesi konusuna da, sendika temsilcileri oldukça temkinli yaklaşıyor: “Büyük şirketlerin hissedarları genellikle maksimum ve hızlı bir getiri arayışındadır. Sık sık bunu ‘işçilik maliyetini’ azaltarak elde ederler: Maaşlardan kesinti yapmak, çalışma temposunu artırmak, hatta işyerlerini kapatmak gibi. Çalışanların hisse senedi sahipliği, çalışanlardan kendi çıkarlarına aykırı kararlar almalarını istemek anlamına gelir! “ Bu nedenle CGT (Genel İşçi Konfederasyonu) buna karşı çıkmakta ve çalışanların şirket kararlarında etkili olabilmeleri için işçi temsilcilerinin yönetim kurullarında ve denetim kurullarında bulunmasını savunmakta.

Çalışanlar arasında eşitsizlik

Londra Ekonomi Okulunun (LSE) Makroekonomi Merkezinden Ekonomist Sophie Piton’a göre yasa tasarısı ayrıca çalışanlar arasında bir eşitsizlik yaratacak: “Amaç, şirketlerin kârlarının bir kısmını çalışanlara yeniden dağıtmak, ancak sektörlere bağlı olarak şirketler az ya da daha çok kârlı olabilir.”

Ekonomiste göre, yasanın çalışanların ücretlerine etkisi de sınırlı kalacak: “Çalışanların gelirinin yüzde 95’i işten (maaşlar ve katkı payları) gelir. Ortalama olarak sadece yüzde 5’i katılım ve teşvikten gelir. Bu yasa tasarısı ise sadece gelirlerin küçük bir bölümüne ve zaten büyük şirketlere kıyasla nispeten az kâr eden küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki çalışanlara odaklanmaktadır.”

Dolayısıyla bu yasa tasarısının, gelecekteki satın alma gücü sorunlarını çözmede etkili olması olası değil. Çalışma Bakanlığına bağlı İstatistik Yönetimi Dairesi Dares’in verilerine göre ise de, baz maaş oranları, 2023 mart ayında bir önceki yıla göre yüzde 1 oranında geriledi.

Çeviren: Eren Can

Evrensel / 16.07.23