Tarihin ironisi! Rusya’da 24 Haziran’da 24 saat bile sürmeyen Wagner isyanıyla hevesi kursağında kalan Batı bloku, müttefik Fransa’da yakılan isyan ateşi ve “savaştayız, artık yeter!” başlıklı bildiriyle hükümete başkaldıran polisle karşılaşıverdi. Moskova değil, Paris sokakları tutuştu. Tam da Fransız siyasetinin ‘aşırı sağı gösterip liberal omuz atarak’ iktidara asılan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ulusal parlamentoyu hiçe sayıp çıkardığı ‘tabutta emeklilik’ yasasının öfkesi dinmeye yüz tutmuşken…
27 Haziran’da 17 yaşındaki üçüncü kuşaktan Fransız, Cezayir asıllı Nahel Merzuk’un polis tarafından vurulması fitili ateşledi.
Fransa kentlerini bir haftadır kavuran varoş isyanına aşinayız. ‘Devrimci ruhun’ sokaksızlığa mahkûm edilmiş ülkelerinin gıpta ettiği dinamizmi herkesin malumu. Dünya solunun ‘aşırı sağcılıkla’ etiketlediği Sarı Yelekliler ancak pandemiyle yola getirilmişti. Ardından Macron’un ülke sosyal güvenliğini, dev Amerikalı varlık firması Blackrock’a havale etmeyi odağına alan ‘emeklilik reformu’ geldi.
Nahel, polisin vurup öldürdüğü ilk genç değil. Fakat bir kez daha isyan çok görünür. Birkaç kuşak göçmenliğin devrim ülkesinde bile ‘Fransız’ olmaya tam olarak yetemediği bir coğrafyada, gençlerin sokağa taşan öfkelerinin sosyo-ekonomik nedenlerini gölgeleyecek malzeme bol. Büyük markaların mağazalarını yağmalamaları, kolay kolay sahip olamayacakları otomobilleri alev alev yakmaları, kamu binalarını ve ırkçı hissiyatı solumalarına katkı yapan belediyeleri hedef almaları…
Önceki en şiddetli isyan, 2005 sonbaharındaydı. Paris'in Clichy-sous-Bois banliyösünde polisten kaçarken trafoda akıma kapılan yine Arap asıllı 15 yaşındaki Bouna Traoré ile 17 yaşındaki Zyed Benna'nın ölümleri üzerine başlayıp üç hafta sürmüştü. Varoşların öfkesi yine yakmıştı.
Sorumlu kim?
Bu sefer görüntüleri sosyal medyaya yansıyan, korkudan kaçan üçüncü bir gencin ses kaydıyla polisten hayli farklı aktardığı bir anlatı var. Polis versiyonu, 2017’de yetkilendirildikleri üzere ‘dur emrine itaat etmeyen tehlikeli sürücünün vurulması’. Gencin anlatımına göre ise şakağına silah dayanıp kabza ile vurulan arkadaşı Nahel’in ayağını frenden çekmesiyle öldürülmesinin bir olması. Hangisi doğru bilmiyorum, önemi de yok.
Cinayet saatler içinde kuzeydeki Nantes’tan güneyde Marsilya’ya on binlerce genci harekete geçirdi. Paris’te ünlü Şanzelize’deki turistler ite kaka tahliye edilirken, lüks mağazalar polis korumasına alındı. Toulouse’da çok katlı bir apartman ateşe verildi, okul ve kütüphaneler yakıldı. Gençler sosyal konutlarda yaşayan emekçi kesimi de bezdirdi.
Fransa dendi mi akla ‘eşitlik ve adalet’ mefhumları gelir. Macron bunu özel polis güçleri ve zırhlı araçlarla tesise soyundu. 40 binden fazla polis ve jandarmanın pek faydası olduğu söylenemez. ‘Mağripli’ (Cezayirli ve Maltalı-Ermeni bir ailenin çocuğu) İçişleri Bakanı Gerard Darmanin’e göre gözaltına alınan 4 binden fazla gencin 1200’ü reşit değil. 13 yaşındakiler bile var.
Böylelikle sosyo-ekonomik analize gerek kalmadı! Eşiyle Elton John’un konserini ihmal etmese bile AB zirvesini yarıda kesmek zorunda kalan Macron, sorumluları derhal tespit etti: Çocuklarını sahipsiz koyan ebeveynler ile sosyal medya ağları.
Seleflerinden Sarkozy ‘okuldan kaçıp şiddete karışan’ çocukların ailelerine sosyal yardımları kesivermişti. Macron da "İlk suçta ailelere hızla maddi yaptırım uygulama yolunu bulmamız gerekiyor" diyerek ekledi: “Ceplerine dokunmak lazım, ancak bundan anlarlar." Macron, çocukları olumsuz etkileyen Snapchat, TikTok gibi sosyal medya ağlarına da sopa gösterdi. Yetkililerle toplantısında, “İşler çığırından çıktığında sosyal medya ağlarına erişimi kesebilecek konumda olmalıyız” buyurdu. Avrupa’nın ‘ifade özgürlüğü’ zaten ‘el fatihalık’. Haziran başında Senato, ‘terör ve organize suç’ gibi gerekçelerle insanların dijital hareketlerini gözaltında tutacak yasayı onaylamıştı.
Sağ için fırsat
Fransa; Almanya gibi ülkelerin aksine eski sömürgeleri ‘Frankofonluk’ üzerinden dil birliğiyle entegre etmiş ülke. Ancak 21’inci yüzyılda neoliberal savaşların parçası olarak insan kaçakçılığı ve ekonomik göçün hedefi olmaktan tümüyle kaçamadı. Paris’in siyasi elitleri ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği projesindeki ortaklık ile Libya’yı parçalayan ‘insani müdahalecilikteki’ öncülüğün bedelini daha çok komşu İtalya ve İspanya’ya boca etse bile… Fransızlar en başta radikal İslamcı terör dalgasının hedefi oldu. 2013’te 130 kişinin öldüğü Paris’teki Bataclan ve 2016’da Nice’teki terör saldırıları akıllarda. Cumhuriyetçilik ve laiklik tartışmalarını iyice körükleyen bu ortamda Nahel isyanı işin tuzu biberi oldu.
Fransız sağı, Macron hükümetini yetersizlikle suçlayıp göç politikasını sorumlu tutuyor. Polis sendikası, ülkenin ‘iç savaşta olduğu’ tespitiyle hükümete ‘artık yeter’ diyen bildirisiyle adeta başkaldırmakta. Kibirle bakılan sömürgecilik tarihi, ucuz emek deposu göçmenlerin uğradığı ayrımcılık, kamu hizmetlerindeki gerileme ve neoliberalizmin körüklediği yoksulluk mu dediniz? Acımasız polis birimlerinin liderlik eksikliğiyle sadakatini sorguladığı bir ortamda Macron için Avrupa’da ABD eliyle pişirilen aşırı sağın şimdiden sosu olmaya aday denebilir.
BirGün / 07.07.23