Son günlerde Suriye sahasında yaşanan hızlı gelişmeleri yükselen toz duman içinde sadece skor üzerinden değerlendirmek ne kadar sağlıklı?
Kamuoyunda savaşın yol açtığı ve açacağı insani durum da dahil olmak üzere çeşitli sebeplerle yükselen itirazlara rağmen Suriye sahasında harekat devam ediyor. Dokuz yıldır süren savaşta artık yıpranmış durumda olan Suriye ordusu ciddi kayıplar veriyor.
“Rejim’e verilen zararları” anlatan basın, savaşın sadece İdlib sahasında süren lokal bir savaş olduğu imajını yaratıyor. Oysa yaşananlar uzun vadeli sonuçları ile ve geniş bir coğrafya/taraf açısından düşünülmesi gereken bir sürecin küçük bir parçası. Savaşın diğer unsurları/tarafları olan cihatçı militanlar, bu militanlara açılacak alanın ileride yanı başımızda yol açacağı mahzurlar, Rusya, Suriye, İran gibi taraf ve faktörler yokmuş gibi davranılıyor.
Bu karmaşa içinde meseleyi taraflar açısından değerlendirdiğimiz zaman söylenebilecek tek şey sürecin -gelecekle ilgili olarak da- belirsizliklerle dolu olduğu.
– Türkiye’nin Suriye’de ve son günlerde yüklendiği İdlib’de nihai amacı ne?
– Suriye’de ve söz konusu bölgede Suriye yönetimi ile birlikte terör örgütlerine karşı savaştığını çeşitli düzey ve zamanlarda yineleyen Rusya neden sessiz kalıyor? Bu bir tercih mi zorunluluk mu? Tercih ise neden, zorunluluksa neden?
– Suriye yönetimi bunca yıldır devam eden savaşta kalan iki başlıktan birinde tam da sona yaklaşmışken geri adım atar mı?
– İran Türkiye’nin nihai hedefine ulaşma ihtimalinin “direniş ekseni” üzerinde çok olumsuz sonuçlara yol açacağının farkında. İçeride ve dışarıda çok zor günlerden geçmekte olmasına rağmen sürece müdahil olabilir mi? Olursa bu uzlaşma temelli mi olur, Türkiye’ye karşı hamleler şeklinde mi olur?
– Arap ülkelerinin Türkiye’nin sadece coğrafyada değil siyasi alanda da ilerlemesi durumunda tavrı ne olur?
– ABD ve NATO “doğru zamanlamayı” yakaladıklarını düşünerek Erdoğan’ı tekrar yanlarına çekebileceklerini düşünerek ile farklı bir sürece girerler mi?
Soru listesi alt başlıklar ve ayrıntılarla daha da uzatılabilir ancak bu kadarla yetinelim.
Türkiye Suriye’de birkaç başlıklı ajanda yürütüyor. Birincisi olayların başlangıcından bu yana Esad’ı devirme hedefi. Bu hedef birçok ülke için gündemden çıktı, hatta iktidar da bir ara bu durumu kabullenme eğilimine girdi ancak son gelişmeler üzerine Suriye yönetiminin zayıfladığını düşünüyor ve bu nedenle aynı amacı yeniden hayata geçirmek istiyor. İkincisi iktidar Suriye’de oluşan boşluktan faydalanıp Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarında hakim olduğu alanları terk etmek istemiyor. Aslında bu alanlar çok daha önceden (Halep ile birlikte) Türkiye’nin hedefindeydi. Bir yandan olası Kürt özerk bölgesine itiraz, diğer yandan Rusya ve İran gibi muhatapların isteği ile “Suriye’nin toprak bütünlüğüne yapılan” vurguya rağmen Türkiye’nin amacı bir kısım Suriye toprağını -ilhak etmese bile- kendi kontrolünde tutmak ya da Türkiye’ye yakın cihatçı özerk bölgesi oluşturmak.
Peki Türkiye son dönemlerde Suriye’de nasıl oluyor da rahat hareket edebiliyor? Burada soru belki de “Rusya Türkiye’nin bu kadar rahat hareket etmesine neden izin veriyor?” şeklinde olmalı.
Rusya’nın bölgesel ya da küresel sahneye yeniden çıkışı Arap Baharı adı verilen süreçte oldu ve buna katkıda bulunan etkenlerden biri de Suriye’nin direnebilmesi. Eğer Suriye’de yönetim değişseydi şimdi muhtemelen başka bir durumu konuşuyor olacaktık. Bu nedenle Rusya-Suriye ilişkisini sadece Rusya’nın Suriye’deki çıkarları ile okumak eksik kalır. Suriye süreç içerisinde direnerek Rusya’nın, Rusya ise zayıfladığı dönemde müdahale ederek Suriye’nin yanında yer aldı.
Bölgede etkinliğini giderek arttıran Rusya aynı dönem içinde -küresel mücadelenin de bir parçası olarak- savunduğu Suriye’ye karşı savaşan Türkiye ile de ilişkilerini geliştirdi ve Türkiye’ye büyük yatırımlar yaptı.
Şimdilerde Putin’in çeşitli şekillerde büyük maliyetler ile desteklediği Esad’tan Erdoğan lehine vazgeçip geçmeyeceği sorusu soruluyor. Putin Esad’tan (Suriye’den) vazgeçmez, Erdoğan’dan (Türkiye’den) vazgeçmek istemez. Rusya’nın bugünlerde Türkiye’ye sessiz kalmasının sırrı da burada.
Çelikten bir sabra sahip Rusya kendi uçağı düşürüldükten, büyükelçisine suikast yapıldıktan sonra dahi Türkiye ile ilişkilerini soğukkanlılıkla sürdürdü. Şimdilerde yapılan da “yanında yer alınan Suriye’nin kayıplarına rağmen Türkiye ile ipleri koparacak bir adımı en azından mümkün olduğunca ertelemekten ibaret. Mesele sadece askeri olsaydı Rusya’nın tavrı elbette farklı olurdu. Ancak bugüne kadar izlediği “mümkün olduğunca kimseyi düşman etmeden kendi ajandasını uygulama” politikasını sürdürüyor. Canına tak etmediği sürece bu politika bugünlerde olduğu gibi gelecekte de Türkiye’nin lehine, Suriye’nin “aleyhine” devam edecektir. Aynı politika yukarıda özetlemeye çalıştığımız, Türkiye’nin Esad’ın devrilmesi ya da Suriye topraklarına yerleşmesi hedefleri için geçerli olur mu? Bu durumu kabullenmeyeceği gerçeği ile birlikte bu başlıklar altında atılabilecek her adımın Rusya’nın elinde olmadığını belirtmek lazım.
Birincisi Suriye yönetimi Rusya ile koordinasyon halinde geri adım atmayacaktır. Rusya Savunma Bakanlığından yapılan “Suriye hava savunma sistemi kapandıktan sonra Türk uçaklarına güvenlik garanti veremeyiz” açıklaması dikkat çekici. Diğer yandan -eğer Rusya Türkiye’yi ikna edemezse- devreye İran ve “direniş ekseni” girecektir. İran Türkiye’yi devlet olarak karşısına almaz ancak ABD’ye karşı bölge çapında verilen mücadelenin bir benzeri Türkiye’ye karşı da başlatılabilir ve bu Türkiye’ye büyük maliyetler çıkartabilir. Şu anda cephe savaşı yapılıyor, durum olgunlaştığında bu mekanizma devreye girebilir.
Arap ülkelerinin bazıları Suriye yönetimi ile halen ilişkilerini yeniden başlatmış değil. Çeşitli sebepleri var ancak belirli bir raddede 57 krizinde olduğu gibi Arap damarı kabarabilir ve bu devletlerin Suriye’nin değil ama Arap toprağı için harekete geçtiğini görebiliriz. Bu sadece Suriye sevgisinden değil Türkiye ile yaşanan hesap(laşma)lardan dolayı da olabilir.
ABD ve NATO’nun bugünlerdeki “fabrika ayarlarına döndürme niyetli Türkiye sevgisi” anlaşılabilir. Son dönemde Rusya’ya yanaşan ve hem ABD ile hem de NATO ile restleşme noktasına gelen Türkiye için de bu ikili ile ilişkilere “reset atma” fırsatı ortaya çıkmış gibi görünüyor. İki taraf için de kazançlı bir durum mudur bilinmez ancak Erdoğan’ın Rusya’ya karşı elini güçlendirdiği düşüncesi ile Batı’nın teveccühünün hazzını yaşadığı söylenebilir.
Zikrettiğimiz taraflar bu ve bundan sonraki sürecin parçası ancak Türkiye açısından doğrudan ve ilk anda etki edecek muhatap Rusya. Sonuçta sahada devam eden bir pratik var ve görüşme bu pratiğin iki tarafı arasında yapılacak. Rusya’nın itidalli açıklamalarına karşı Ankara’dan yapılan “kimseyi dinlemeyeceğiz” açıklamalarına, çekilen restlere ve sahada yaşanan gergin duruma rağmen Erdoğan’ın Moskova’ya gitme konusundaki ısrarı da bu düşünceyi pekiştiriyor.
Son günlerde herkesi şaşırtan biçimde vites yükselten Erdoğan, Moskova virajına çok hızlı giriyor. Bu virajı da alırsa artık -içeride de dışarıda da- durdurulması kolay olmaz ancak arabanın devrilmesi ihtimali de var.
Halihazırda yaşanan süreç ve gelecekle ilgili olasılıklar -elbette tek başına değil ama- Putin ve Erdoğan buluşmasında daha da belirginleşecek gibi görünüyor.
Gazete Duvar / 03.03.20