Tam bir “toplumun genelinin neler döndüğünden haberi yoktur, hatta haberi olmadığından dahi haberi yoktur” durumu yaşıyoruz.
Eskiden de gizli saklı işler yapılırdı elbette ama Amerikan icadı olan, işbirlikçi medyayı devreye sokup çevrilen numaraları ya da içinde bulunulan durumu farklı anlatma “halkla ilişkiler yöntemi” ile bu ülke bu iktidar döneminde tanıştı.
Bu stratejinin diğer ayağını “herkes benim gibi düşünür ve gözünü kapatıp koşulsuz tam destek olursa sorun çıkmaz” anlayışı oluşturuyor. Bir şeyler dönüyor/oluyor ve siz bunu bir süre saklıyorsunuz, hata yapınca ya da işler iyi gitmeyince de sıyrılıp suçu sizi uyaranlara, sizin gibi düşünmeyenlere, yani başkasına atıyorsunuz. Bu da yetmiyor sizin gibi düşünmeyenleri “ihanet” ile suçluyorsunuz. Karşıdakine ne kadar büyük ithamda bulunursanız sorumluluktan o kadar kaçabilirsiniz çünkü.
Ama temel sorun ortada duruyor: Gizleme ihtiyacı hissediyorsanız ortada “normal olmayan” bir şeyler var demektir.
İdlib ve Libya meseleleri tam da bu çerçeveye uyuyor.
Mekanlar, kişiler, muhataplar, dostlar, düşmanlar, olaylar, gelişmeler tamamen gerçek dışı. Bu gerçek dışılığın propagandasını yapmak da yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi gazetecilere, uzmanlara, analistlere düşüyor. Bunların görevi halkı temel tartışmadan mümkün olduğunca uzak tutmak. Haklarını yemeyelim görevlerini yerine getirmekte pek başarılılar. “TSK’nin İdlib’ten Lazkiye’deki Rusya üssünü obüsler ile vurabileceğini ve buna engel olunamayacağını” iddia edenler mi dersiniz, “İdlib hava sahasının (Türkiye tarafından) kapatılmasını isteyenler mi dersiniz bir dolu “analize” kapılmış gidiyoruz.
Hiç kimse çıkıp da bu gibilere “Nasıl yani Rus üssünü öbüslerle mi vuracaksınız?” ya da “İdlib hava sahası zaten Ruslar tarafından kapatılmış durumda” demiyor. Yine de bu duruma kendi kendilerine çalıp oynadıkları bir ortamda ortaya çıkan “absürt çıkarım ve öneriler” diye gülüp geçebiliriz ama memleket açısından durum iktidarın açıklamalarına ya da açıklamadıklarına geldiğinde gülünüp geçilemeyecek kadar ciddi.
Daha önce de çok sayıda kişi tarafından dile getirildi: İktidarın Türkiye’nin herhangi bir şehrinden bahseder gibi konuştuğu yer egemen bir ülkenin (Suriye) toprakları. (Daveti ya da onay olmadan) bu topraklarda bulunmamız ve faaliyetlerimiz tamamen hukuksuz.
Bu temel saptamadan sonra yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeveye dönelim.
Örneğin cumhurbaşkanı Erdoğan bir milyon kişinin sınırımıza doğru geldiğini söyleyebiliyor, bu da ertesi gün medya tarafından “haber” yapılıyor. Haber Erdoğan’ın sözlerinden ibaret oluyor. Olay yerine muhabir göndermek ve şu bir milyon kişinin üç beşi ile konuşularak haber yapmak da gazetecilik yöntemlerinden birisi ama memleketin cumhurbaşkanı “Erdoğan dedi” gazeteciliğinin tek ortak muhabiri. Suriye ya da başka yerlere gönderdikleri muhabirlerin görevi ise bu muhabirin verdiği haberin alt başlıklarını haberleştirmek.
Oysa sınıra akmakta olan bir milyon yoktur, akan küçük toplulukların hikayesi ise “Rusya ya da Suriye ordusunun bombardımanı” hikayesini aşan bir çerçevededir. Yaratılan algının aksine örgütlerden ya da taraflara bakmaksızın çatışmalardan kaçmaktadır. Çatışmaların olmasının sebebi ise örgütlerdir ve bu örgütler aslında sadece Suriye yönetimi ile değil, halkla da savaşmaktadır. Halkın Türkiye’ye kaçmasının önlenmesinin çaresi ise tektir: O bölgelerin Rusya ve Suriye ile işbirliği yapılarak bu örgütlerden kurtarılması.
Okuyucu/izleyiciden haber kaçırma faaliyeti bunlarla da sınırlı değil. Rusya ile görüşmeler yapıyorsunuz ama Dışişleri Bakanı sadece görüşme yapıldığını ve sundukları öneriler olduğunu belirtmekle yetiniyor. Ancak görüşmelerin nasıl geçtiği, masaya getirilen öneriler, bu önerilerin kabul görüp görmediği konusunda bilgi yok, muhabirler arasında soran da yok!
Rusya çok açık bir şekilde ve görüntülerini servis ederek Türkiye ve desteklediği grupların bulunduğu yerleri vuruyor ama vuran “Esad milisleri” oluyor, TSK kontrolündeki militanlar kendilerine sağlanan mühimmat ile Suriye ordu mevzilerine saldırı düzenliyor, Suriye ordusu karşılık veriyor ama saldırı yapan TSK olmuyor “muhalifler” oluyor, Suriye ordusunun verdiği cevap ise örgütlere değil TSK’ye yönelik oluyor. İngiltere ve Almanya bu konuda ikna ediliyor, Suriye’ye “TSK’ye saldırıya son vermesi” çağrısı yapıyorlar ancak hiç kimse “Suriye ordusunun geri aldığı bölgelerin tam ortasında kalan çok sayıda Türk gözlem noktasına neden saldırı düzenlemediğini” açıklayamıyor.
Libya’da askerler, milisler, istihbarat mensupları ölüyor, ancak orada da yokmuşuz gibi davranılıyor. E hani açıktan asker gönderecektik? Ama daha en başında öyle bir şey yapamayacağınızı biliyorsunuz ve bu nedenle ölümler olduğunda da gizliyorsunuz. Bu arada ateşkes için verdiğiniz taahhütlerin muhataplarına da güya koz vermemiş oluyorsunuz.
Şimdi merak edilen şubat sonuna kadar verilen süre dolduğunda ne yapılabileceği. Öyle ya Rusya ile yapılan görüşmelerde Suriye ordusunun ricat etmesi kabul ettirilemedi. “Çekilin yoksa vururuz” sözleri sarf edilirken onca yıldır savaşmakta olan ve artık sonuna gelmiş olan bir yönetimin/ordunun geri adım atacağının düşünülebilmiş olması ayrı bir sorun teşkil ediyor. Bakalım şubat sonu mart başı ne gibi hikayelere uyanacağız.
Erdoğan daha önce de Macron, Merkel ve toplantıya gönülsüz katıldığını açıkça belli eden Putin’i bir araya getirmişti. Bu dörtlü tekrar buluşacak. Daha önce de sonuç alınamayacağı belliydi ve öyle de oldu. Şimdi de sonuç alınamayacak, birincisi Macron ve Merkel bu başlıklı bir toplantıda ve sahada gelinen bu aşamada söz edebilecek liderler değil, ikincisi Putin “dostu” Erdoğan’ın bu ikiliyi alan kazanma niyetiyle çağırdığını biliyor. Tavrı da (daha önceki toplantıdaki gibi) ona göre olacaktır. Putin en fazla Esad’a “bir süre daha bekle” diyebilir ama artık geri adım atılması mümkün değil. Gerçek dışı tarifler ile yapılan bir başlık altında, asıl muhataplar yok sayıldığı için “hariçten gazel okuyanlarla” yapılacak bir buluşma olacak yani. Bu arada haber kanallarımız canlı yayın yapacak, gazetelerimiz “yazmaya” devam edecek.
Noam Chomsky ile başladık, Abraham Lincoln ile bitirelim: Bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız.
Gazete Duvar / 25.02.20