Lübnan’da dengeler değişti, bunalım baki kaldı

Lübnan’da gerçekleşen parlamento seçimleri ve askeri-siyasi çatışmaların bitmek bilmediği Libya’da Fethi Başağa’nın Trablus ziyareti Arap basınının gündemini işgal eden öncelikli gelişmeler oldu.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 23 Mayıs 2022
  • 10:55

Yıllardan beri ekonomik ve siyasi krizin pençesindeki Lübnan’da gerçekleşen parlamento seçimleri ve askeri ve siyasi çatışmaların bitmek bilmediği Libya’da bu çatışmanın önemli figürlerinden Fethi Başağa’nın kısa süren başkent Trablus ziyareti Arap basınının gündemini işgal eden öncelikli gelişmeler oldu.

Ortadoğu’nun güzel ama krizleri nedeniyle bir türlü gündemden düşmeyen ülkesi Lübnan’da 15 Mayıs Pazar günü parlamento seçimleri yapıldı. Ülke, siyasi gücü ve kaynakları elinde toplayan birkaç elit ailenin ve siyasi yapının her alanda yarattığı buhranın gölgesinde seçime gitti. Dünya Bankası ve Dünya Gıda Programına göre Lübnan lirası 2019’dan bu yana yüzde 90’dan fazla değer kaybederken ülkedeki hanelerin neredeyse yarısı 2021’de gıda ve diğer temel ürünlere erişmekte zorluk çekiyor. Dış borç 100 milyar doları ve işsizlik de yüzde 30’u aşmış durumda.

Hem yaşanan bu ekonomik buhranın hem de Beyrut Limanı patlamasında yönetimin sergilediği ihmaller silsilesinin seçim sonuçlarına yansıması bekleniyordu.

Seçimle ilgi değerlendirmelere geçmeden önce ülkedeki siyasi yapıyla ilgili kısa bir hatırlatma yapalım. Lübnan, doğduğu 1943’ten bu yana siyasal sistemi mezhepsel “kotalara” dayanıyor. Lübnan Komünist Partisi gibi bir iki hareketi dışarda bırakırsak var olan 30’a yakın siyasal yapının hepsi mezheplere dayalı. Ülkede sadece siyasi hareketler değil siyasi şekilleniş de mezhepler üzerine kurulu. Bu yapıya göre Cumhurbaşkanı Hıristiyan Maruni, Başbakan Sünni ve Meclis Başkanı Şii olmak zorunda. 1975-1989 arası yaşanan iç savaşın bitiminden sonra da bu siyasi yapı günümüze kadar güçlenerek devam etti.

Kısaca yaptığımız bu hatırlatmadan sonra seçimlere hangi ortamda girildiğine ve sonuçlarına bakabiliriz:

1. Bu seçimlere de farklı dinlere ve mezheplere dayalı siyasi hareketler damgasını vurdu. Ama diğer seçimlerden farklı olarak ülkedeki Sünni nüfusun en önemli temsilcisi, eski başbakanlardan Saad Hariri, boykot kararı aldı. Hariri’nin bu kararı, hareketler arasında güç dengesinin değişmesinde önemli bir iç etken. Hatırlanacağı üzere Lübnan’da siyasi alandaki temel bölünme İran’a yakınlığıyla bilinen Şii Hizbullah ve müttefikleri ile Saad Hariri’nin liderlik ettiği Sünni Müstakbel Hareketi ve müttefikleri arasındaydı. BAE merkezli al Halic gazetesi, seçimden önce yayımladığı makalede mezheplere dayalı yapının değişmeyeceğine vurgu yapmıştı. Seçimden sonra yayımlanan başyazıda da bu tespite paralel olarak “İstenen herhangi bir değişim için meclise aday olanlar -birkaçı dışında- ülkenin yağmalanması, yoksullaşması ve iflasına; yalan ve aldatmaya, insanların yorgunluğuna ve ekmeğini çalmaya ortak olmuşlardı” ifadelerine yer verdi.

2.  15 Mayıs’ta yapılan genel seçimlerde 103 listedeki 718 aday, 128 sandalyeli parlamentoya girebilmek için yarıştı. Al Arab gazetesine göre, meclisin değişen aritmetiği şöyle;

*Hizbullah ve onun Şii müttefiki, Meclis Başkanı Nebih Berri liderliğindeki Şii müttefiki Emel mecliste Şii partilere ayrılan 27 sandalyenin tamamını ellerinde tutmayı başardı. Lakin Hizbullah ve müttefikleri toplamda aldıkları 61 sandalye ile 2018 seçimlerinde 71 sandalye ile sağlandıkları çoğunluğu kaybetti.

*Hizbullah’ın bir müttefiki olan ve Hristiyanları temsilen parlamentoda bulunan Cumhurbaşkanı Mişel Aun liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareket 3 sandalye kaybedip 17’de kalarak  yenilgiye uğradı.  Aun’un rakibi olan ve 19 sandalye kazanan Lübnan Kuvvetleri ve talip olduğu 8 milletvekilliğinin hepsini alan Dürzi Lider Velid Canbolat’ın İlerici Sosyalist Partisi, seçimden en kazançlı çıkan taraflar olarak değerlendirildi. 2018 seçimlerinde meclise sadece bir bağımsız aday girebilirken son seçimde bu sayı 13’e yükseldi.

*Hizbullah’ın müttefikleri içinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yakınlıklarıyla tanınan Meclis Başkan Yardımcısı Elie Ferzli, Lübnan Dağı’nın 30 yıldır milletvekili seçilen Dürzi Lideri Talal Arslan meclise girmeyi başaramadı. Ayrıca Şii hareketin kalesi Güney Lübnan’da da Hizbullah’ın desteklediği iki aday, düzen karşıtı bağımsız adaylara yenildi.

*Şüphesiz ki seçimin en belirgin başarısını düzen karşıtı söylemleriyle bağımsız adaylar gösterdi. 2018 seçimlerinde sadece bir bağımsız aday meclise girmeyi başarırken, son seçimde bu sayı 13’e yükseldi.

3. Seçimlere katılım 41’de kaldı. Hizbullah’ı destekleyen Filistinli Gazeteci Abdulbari Atwan ise düşük katılımla ilgili, “Seçimlere katılımın düşmesi, Lübnanlı seçmenin siyasi sınıftan duyduğu umutsuzluğu, ona güvenin ve gerekli reformları gerçekleştirme ve ülkeyi içinde bulunduğu krizden çıkarma kabiliyetinin olmadığını teyit ediyor” ifadelerini kullandı.

Yukarıda vermeye çalıştığımız tablo ışığında Lübnan’da seçimin sonucunda her ne kadar parlamento aritmetiği değişse de bu durum ancak yaklaşan daha büyük siyasi bunalımların ve çatışmaların habercisi gibi.

Lübnan... Seçimler ve mezhepçilik

al Halic
Başyazı

Dün Lübnanlılar, “değişim” sloganıyla 128 yeni milletvekilini seçmek için sandık başına gitti. İçinde bulundukları kötü durumdan, umutsuzluktan ve onları bu hale getiren parti ve mezhep liderlerinden  kurtulmak ümidiyle.

Ancak istenen herhangi bir değişim için  meclise aday olanlar -birkaçı dışında- ülkenin yağmalanması, yoksullaşması ve iflasına, yalan ve aldatmaya, insanların yorgunluğuna ve ekmeğini çalmaya ortak olmuşlardı.

Parlamentoya ulaşan birkaç kişi, tüm değişim dalgalarını durdurabilecek ve nefesini kesebilecek kalın bir mezhepçi sistem tarafından kuşatıldıkları için halka umut verecek hiçbir şey yapamıyorlar.

Oy vermenin demokratik bir süreç olduğu ve halkın kendilerini temsil edenleri seçme konusunda özgür iradelerini çerçevesinde kullandıkları bir hak olduğu doğrudur. Ancak Lübnan’da, doğuşundan bu yana bu temel üzerine inşa edilmiş ve zamanla pekişmiş bir sistemin sonucu olarak toplumun derinliklerine işleyen bir “yumuşak demokrasi” vardır ve mezhepçi siyasi liderler tarafından toplumun özüne giderek daha fazla kök salıyor. Böylece mezhepçilik; siyasi ve ideolojik bir bağlılık haline geldi. Tarikat ve parti, insanların günlük pratiklerinin bir parçası haline geldikten sonra tek bir kimliğin temsili haline geldi. Bu nedenle sadece mezhep ve parti karışımı değil; sınıf, mezhep ve bölge kaynaşmasını görüyoruz. Politikacıların kendilerine bağlı gruplarını harekete geçirmek için başvurdukları yöntem de bu.

Ekim 2019’da binlerce Lübnanlı, kötü yaşam koşullarını protesto etmek için sokaklara çıktı. O zamanlar bu gösterileri “mezhepler arası” olarak nitelendiren yozlaşmış siyasi sınıfı reddetti. Ancak mezhepçi söylem; mezhep partilerinin takipçilerinin bir kısmının sokağa çıkmasıyla kısa sürede sahneye sızdı ve “hepimiz hepimiziz” sloganı bir yalana dönüştü ve değişim umudu kayboldu.

Boğucu mezhepçi tıslamanın ortasında Lübnanlılar, adaylara kim olduklarını sormadan sandık başına yürüdü: Peki ya bankalardan çalınan paramız? Kuruyan ekmek, eriyen lira, ilaç, maaş ve hastane, çocuk kitapları, okullar ve üniversiteler ne olacak?

Bütün bunlar, yoksulların karşılayamayacağı lüksler haline geldi ve Lübnanlıların çoğu yoksullaştı, ancak kendilerini küçük düşüren ve geçimlerini çalanlar için oylarını sevinçle kullanmak için sandık başına gittiler.

Düşük katılım umutsuzluğun ifadesi

Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

Pazar günü gerçekleşen Lübnan parlamento seçimlerinin, kısmen de olsa iktidardaki siyasi sistemde reforma yol açması ve ülkeyi boğucu ekonomik krizden kurtarması gerekiyordu. Bununla birlikte, ilk sonuçlar, özellikle bazı analizlerin belki de parlamentonun liderliğini kaybetme olasılığına işaret ettiği Direniş Bloku (Hizbullah ve müttefikleri) için şok ediciydi. Bu, siyasi krizin alevlenmesine ve onun yıkıcı ekonomik yansımalarına ve toplumsal çöküşün ortaya çıkmasına neden olabilir.

Hizbullah ve Emel ittifakının Şii mezhebine ayrılan tüm sandalyeleri (27 sandalye) süpürmeyi başardığı doğrudur, ancak sorun şu ki diğer mezheplerdeki bazı müttefikleri çok sandalye kaybetti.

Hizbullah’ın en önde gelen Hristiyan ortağı olan Özgür Yurtsever Hareket, bu seçimlerde koltuklarının bir kısmını ezeli rakibi Samir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri Partisi lehine kaybetti. Sözcüleri, Hristiyan liderliğini ele geçirdiğini iddia ediyor.

Seçimlere katılımın yaklaşık yüzde 40’a düşmesi, Lübnanlı seçmenin siyasi sınıftan duyduğu umutsuzluğu, ona olan güvenini ve gerekli reformları gerçekleştirme ve ülkeyi içinde bulunduğu krizden çıkarma kabiliyetinin olmadığını teyit ediyor.

Bu seçimlerin sonuçları ve sunulma şekli, Lübnan’daki Amerikan-İsrail senaryosunun en önemli bölümünü uygulamak için kullanılabilir. Yani iç savaşı ateşlemek, İsrail işgal devletine varoluşsal bir tehdit haline gelen direnişi silahsızlandırmak için Batı müdahalesine ortam hazırlamak için.

Amerika Birleşik Devletleri ve Lübnan’daki müttefikleri tarafından uygulanan açlık ve aşağılama planları meyve vermiş ve bazı Lübnanlıları direniş ekseninden uzaklaştırmış gibi görünüyor. Ve bu seçeneğin, Lübnanlıların yüzde 80’inin yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşadığı mevcut krizlerden çıkmanın tek ve en hızlı yolu olduğu inancıyla, değişim adı altında karşı tarafa oy vermek. İşsizlik oranları yüzde 30’u aştı, kamu borcu 100 milyar doları aştı, tasarrufların çoğu buharlaştı ve Lübnan lirasının değeri yüzde 95’ten fazla değer kaybetti.

Lübnan ve tüm bölge büyük bir bölgesel savaşın eşiğinde. İsrail’in bir hafta önce başlayan türünün en büyük manevraları bunun en önemli hazırlıklarından biri. Amaç direnişe önderlik edip silahsızlandırmak ve seçim sonuçlarını bu düzene bir kılıf olarak kullanmaya çalışmaktır. Direniş bloku, bu seçimlerin olumlu ya da olumsuz sonuçlarından ders çıkarmalı, müttefik seçiminde bazı yanlışları kabul etmeli ve bazı uygulamaları konusunda sessiz kalmalı.

Libya’daki açık tehlike

al Kuds al Arabi
Başyazı

Temsilciler Meclisinin Başbakanı Fethi Başağa, daha önce görevlerini Sirte kentinde yerine getirmek ve Libya başkentine zorla girmekten kaçınmak için verdiği açık taahhütlerin aksine, Nawasi Tugayının koruması altında Trablus’ta göründü. Hafif ve orta silahlarla gerçekleşen çatışmalar, Başağa’nın birkaç saat sonra şehri terk etmek zorunda kaldığı şiddet eylemleriyle sonuçlandı. Doğu Libya’daki parlamentonun geçtiğimiz şubat ayında Başağa’yı başbakan olarak atama kararı aldığı biliniyor. Alınan bu karar; Yüksek Devlet Konseyi ve halkın seçtiği yeni bir parlamento tarafından oluşturulan bir hükümet dışında iktidarı devretmeyi reddeden Ulusal Birlik Hükümetinin Başkanı Abdülhamid Dibeybe tarafından reddedildi.

Libya’nın yönetim, otorite, ordu, kurumlar, ekonomi ve petrol ihracatı düzeylerindeki bölünmelerinin yeni olmadığı bir sır değil. Bu bölünmelerin önemsiz olmayan bir kısmı, Libya’ya askeri düzeyde doğrudan veya milisler ve paralı askerler aracılığıyla müdahale eden ve şu ya da bu grubu destekleyen dış güçlerin dengelerini yansıtıyor. BAE, Mısır, Rusya, Türkiye ve Fransa gibi ülkelerin etki hızları, göreli olarak gerilemiş olsa da özellikle darbeci Mareşal Halife Hafter söz konusu olduğunda, varlıkları aktif ve somut olmaya devam ediyor.

Yönetmek için çatışan iki tarafın varlığının temsil ettiği yeni inatçılığın ardından Başağa hükümeti, zaten yanan bir ateşe daha fazla benzin dökmekten kaçınmalıydı. Alenen vadettiğinin aksine Başağa; silah zoruyla Trablus’a girmek için beklemeliydi. Bunun nedeni, topyekün ve daha kanlı bir iç savaşın alevleri için bu türden küçük bir kıvılcımın yeterli olmasıdır.

Yakın ve uzak geçmişte olduğu gibi bugün de Libya’nın politikacılarının sağduyulu ve akıllı olmalarına, ülke çıkarlarını yan çatışmalardan ve dış bağlılıklardan üstün tutmasına ihtiyacı var. Tehlikeler, gözlerin körleştiremeyeceği veya vicdanın inkar edemeyeceği kadar açıktır.

Evrensel / 23.05.22