Sovyetler, Nazilerin 'hayalini' neden gerçekleştirdi? - Kavel Alpaslan

Yıldönümleri, doğum günleri, ölüm günleri, 'yüz yaşına' giren kişiler, olaylar... Bunları tek başlarına ele alırsak, saatli maarif takvim yaprağından öte bir anlamları yoktur. Bir gün, bir yıl, bir kişi ya da bir olayı andığımızda, diğer belirli gün ve haftalara seyahat edebilmeliyiz. Sadece geçmişe değil, aynı zamana bugüne de getirmelidir bizi bu yolculuklar.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 09 Mayıs 2020
  • 14:35
Tutsak Nazi askerlerinin Kızıl Meydan’daki yürüyüşü sonrası Nazi postallarının değdiği yerler yıkanıyor…

Tutsak Nazi askerlerinin Kızıl Meydan’daki yürüyüşü sonrası Nazi postallarının değdiği yerler yıkanıyor…

Çoğumuz Nazi Almanyasına karşı, ABD ve İngiltere gibi ‘müttefik güçler’in düzenlediği Normandiya Çıkartması’nı ya da namı diğer ‘D-Day’i, sanki yan mahallede yaşanmış gibi iyi biliriz. O kumsal, o kapalı hava, kuma adımlarını atar atmaz devrilen o askerler, Norman evlerinin mimarisi… Hepsi sanki yaşadığımız bir anının parçası gibi gelir bize. Nedeni çok basit tabii, zamanımızın kahramanlık destanlarını yazan Hollywood tarafından bugüne kadar defalarca beyaz perdeye aktarıldı bu olay. Aynı günlerde Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası’na en büyük yenilgisini yaşattığı Bagration Harekatı ise bugüne kadar sinemanın fazla dikkatini çeken bir konu olmadı. Üstelik dönemin en sinematik sahnelerinden biriyle sonuçlanmasına rağmen: Moskova’da askeri törenle yürütülen onbinlerce Nazi savaş tutsağı…

Bırakalım şimdi operasyonun büyüklüğünü, Naziler’in çöküşündeki etkisini… Hatta Sovyetler Nazi Almanyası ile mücadele edip, varını yoğunu ortaya koyarken müttefiklerin seyirci kalışını da bir an için unutalım. Nasıl ki bu ülkelere, “Neden Sovyetler’in güçsüzleşmesini istediğiniz için Nazilerin güçlenişini yeğlediniz” diye soramazsak, oturup “ABD sineması neden savaşın Sovyet yakasını işlemiyor” diye de dövünemeyiz. Dünya denen bu sahnede herkes üzerine düşen rolü oynuyor sonuçta! Ama biz kendimize bu soruları ve çok daha fazlasını sorabiliriz.

Bagration Harekatı, Nazi Almanyası’nın aldığı en büyük yenilgilerden biridir. Normalde Nazi subayları cephede -gerideyken dahi- dikkat çekici askeri başarılar gösterse de, 1944 yılının Haziran ayında başlayan Sovyet taarruzunda işler diledikleri gibi gitmez. Nihayetinde Naziler bu operasyonda ellerinde bulundurdukları büyük bir alanla birlikte, 500 bini aşkın askerlerini kaybederler. Sovyetlerin kaybı da 140 bin askerdir. Nazilerin savaş boyu propaganda için kullandıkları “Moskova sokaklarında postallarla yürüyüş” arzularına en çok yaklaştıkları an ise işte tam da gerisingeri memleketlerine dönmeye başladıkları bu andır. Kızıl Ordu, kanla yoğrulmuş bu zaferin ardından Moskova’da 60 bine yakın Nazi savaş esirini askeri düzende ve postallarıyla yürüterek bu isteklerini yerine getirir!

İkinci Dünya Savaşı boyunca hangi yıla ve döneme bakarsak bakalım, liderlerin stratejilerinden en düşük rütbeli askerlerin duvarlara yaptıkları karalamalara kadar hep ‘semboller’ dikkat çeker. Reichstag binası örneğin. Bugün Berlin’e kızıl bayrağın dikilişi ve Sovyetlerin dünyayı Nazi belasından kurtarışının yıldönümü. ‘Zafer Günü’ olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde anmalar düzenleniyor. Fakat bugünü okurken, “Stalin yoktu düşman çoktu, Stalin geldi düşmanı yendi” gibi reaksiyoner bir ‘sol tarih’ yazımından da kaçınmak gerekiyor -ki bu, son dönemde özellikle çeşitli anmalarda kendini belli eden bir tavır.

Yıldönümleri, doğum günleri, ölüm günleri, ‘yüz yaşına’ giren kişiler, olaylar… Bunları tek başlarına ele alırsak, saatli maarif takvim yaprağından öte bir anlamları yoktur. Bir gün, bir yıl, bir kişi ya da bir olayı andığımızda, diğer belirli gün ve haftalara seyahat edebilmeliyiz. Sadece geçmişe değil, aynı zamana bugüne de getirmelidir bizi bu yolculuklar. Şöyle açalım, Reichstag’da Dağıstanlı Kızıl Ordu askeri Abdülhakim İsmailov’un sallandırdığı o meşhur fotoğrafı gördüğümüzde aynı zamanda Reichstag’ın yandığı bir diğer günü de görmeliyiz. 1933 yılında yanan binanın ‘komünist komplosu’ ile yakıldığı söylenmiş, Bulgar devrimci Georgi Dimitrov gibi komünistler suçlanmış, en nihayetinde bu iddiaların arkasına saklanan Nazi rejimi iktidarını iyice sağlamlaştırmıştı… ‘Komünist dünyayı fethetme aşkı’ da bu iktidarın harcıydı…

Nazi askerlerinin yenildi sonrası yürüyüşünü düşündüğümüzde ne anlamda ‘sembolik’ olduğunu anlatmaya gerek yok. Alman askerler de durumun gayet farkında olacak ki, kortejler fotoğraflanırken çoğunun -ya da en azından kara mizahtan anlayanların- güldüğü göze çarpıyor. Bu yürüyüşün ardından ‘sembolik savaş’ bitmiş de değildir. Nazi tutsakların ve onları şaşkın gözlerle izlemeye gelenlerin ardından boşalan Moskova sokaklarına bu sefer de temizlik araçları akın eder. Görevliler sadece Nazi askerlerinin yürüdüğü iki çizginin arasını yıkamaktadır!

Bagration Harekatı sonrasında tutsak alınan Nazi askerleri Kızıl Meydan’da savaş boyu bekledikleri postallı yürüyüşü yaparken…

Bu uygulamayı “Nazi de olsa insan insandır” diyerek aşağılayıcı bulanlar olmuştur. Ve evet gayet de aşağılayıcıdır bu! Bir Nazi’nin artık insan olmadığını düşünüyor olsanız bile, o askerlerin arasında kaçının, ne kadar savaşa itildiğini, kaçının hangi koşullarda kendini cephede bulunduğu nasıl bilebilirsiniz ki değil mi? Sovyetler’de çekilmiş ve belki de dünyanın en etkileyici savaş filmlerinden olan “İdi i Smorti”de çığrından çıkmış bir Nazi subayı köylülere ateş emri verdiğinde kamera, bu emri uygularken çaktırmadan gözyaşlarını silen bir Nazi askerine odaklanır. Sadece birkaç saniyeliğine de olsa çok önemli ve çok cesur bir çekimdir bu. Nitekim 20 milyonu aşkın insanını kaybetmiş bir halkın çocuğuysanız, ‘bazı tramvaları’ aşmanız kolay olmayabilir. O halde asıl sorulması gereken soru şudur, aşağılayıcı olan başta savaşın ta kendisi değil mi?

Bugün yapılan en büyük hatalardan bir tanesi, toplumsal olaylara ‘münferit anlar’ gözüyle bakılması, yorumlanması hatta bir güzel eleştirilivermesidir. Milyonlarca insanın öldüğü bir zaman diliminde Moskova’da yürütülen Nazi askeri için ‘insanlık onuruna yakışmayan uygulamanın mağdurları’ diyebilmek, herhalde en kibar tabirle akıl tutulmasıdır. Dünya üzerindeki insanların ne o zaman ne de bugün ortaklaştığı bir ‘adalet’ olmadığına yoktur. ‘Adalet’ anlayışları çok ve çeşitlidir. İnsanın sınavı, belki de bunların insan vicdanına uygun olanını seçebilmektir. Kendini bunların dışında ‘tarafsız’ ve ‘insancıl’ bir konuma yerleştirmekse mümkün değildir. Bunu yaparken aslında sahte bir ‘insancıllıkla’ nice adaletsizliklere hizmet edildiği nedense hiç düşünülmez.

Moskova’yı adımlayan Alman askerleri tek tek insan olarak aşağılanmamaktadır. Çünkü, onların şahsında hangi şekilde olursa olsun içinde yer aldıkları savaş makinesinin kaybedilen milyonlarca canın yok olmasına neden olan ‘Moskova’da zafer yürüyüşü’ hayalidir aşağılanan… Bazı Nazi askerlerinin gülmesi de bundandır: Onlar neyin parçalandığını gayet net görmektedir! Yürütülmeleri de onlardan ibret alınsın da dünyada bir daha kimse böyle bir zulme ortak olmasın, karşı çıksın diyedir…

‘Tarafsızlık’ masalı bir safsata olarak değerlendirmeli ve dünyada ‘ideal olanın’ yükünü kimsenin taşıyamayacağını bir kez daha hatırlamalı. Aksi takdirde her geçen gün yeni bir anmaya dönüşen takvim yapraklarıyla dolup taşar dünya.

Gazete Duvar / 09.05.20