Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 Kasım günü gerçekleşecek başkanlık seçimleri için hummalı bir yarış başlamış durumda. Seçimlerde emeğe ve dünya halklarına düşmanlığı kadar kadın düşmanlığı ile de nam salmış Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump ile Demokrat Parti adayı Kamala Harris yarışacak.
ABD başkanı Joe Biden’ın adaylığını çekmesinin ardından yerine aday olan yardımcısı Kamala Harris, öğrencilik yıllarında ırkçılığa karşı eylemlere katılmış bir aktivist. Annesi Hintli bir doktor, babası ise “marksist” olduğunu söyleyen bir ekonomi profesörü. “Halk için savaştığını” söyleyen Harris, bu “savaşçı” yönünü annesinden aldığını vurguluyor. Ezilen ırka mensup bir kadının Amerikan başkanlığına aday olması, hem Amerikan demokrasisi için hem de kadınların mücadelesi açısından bir başarı hikayesi olarak sunuluyor. Bazı kadın örgütlenmeleri ve sendikalar bu nedenlerle Haris’e desteklerini ifade ediyorlar. Oysa savcılık yaptığı dönemde Harris siyahilere dönük despotik politikaların destekleyicisi ve uygulayıcısı olarak tanınıyor. Siyahilerin ve kadınların haklarına sahip çıkan açıklamaları ise bu kesimlerin oylarını kazanma çabası dışında bir anlam taşımıyor.
Harris’e geniş kadın kitlelerinin desteğinin gerisinde ise kadın düşmanı Trump’a karşı duran bir kadın kahraman imajı yatıyor. Geçmişte yaptığı kürtaj hakkını destekleyen açıklamalar ya da siyahilerin haklarına dair vurgular ile bu imaj güçlendirilmeye çalışıyor. Oysa o ne kadınların temsilcisidir ne de Amerika toplumunda azımsanmayacak bir kitleye sahip ezilen ırkların... Tıpkı Trump ve diğer Amerikan başkanları gibi Kamala Harris de sermaye sınıfının ve küresel şirketlerin has temsilcisidir. Seçim kampanyası için “bağışçılar” adı verilen sermaye gruplarının desteğini almaya çoktan başlamıştır. Kapitalizminin yol açtığı yoksulluk, açlık, savaşlar ve iklim krizi gibi kötülüklerin temel müsebbibi olan Amerikan devletinin başkanlığına talip bir adayın hangi cinse ya da hangi etnik kimliğe sahip olduğunun bir anlamı yoktur.
“Polis” lakabını aldığı savcılık dönemi pratikleri bir yana, devlet başkan yardımcılığı yaptığı son dört yıllık dönemdeki icraatları da bunu açıklıkla göstermektedir. Devlet başkanı Biden tarafından işlenen savaş suçlarının, Amerika’da her geçen gün derinleşen sınıfsal kutuplaşma ve yoksullaşmanın, göçmenlerin yaşadığı her türlü ötekileştirmenin, özellikle pandemi döneminde daha belirgin hale gelen sağlık sistemindeki yıkımın bizzat ortağıdır.
İddiaların aksine burjuva siyaset arenasında bir kadının ön plana çıkması, kapitalizmin mabedi Amerika’da kadınlar payına bir “kazanım” anlamına gelmiyor. Bunun böyle olmadığını görmek için milyonlarca kadının yaşadığı sömürü, baskı ve eşitsizlik gerçeğine bakmak yeterlidir. Aynı şekilde bir kadın olarak “kadınların haklarının savunuculuğunu” yapacağını düşünmek için de bir neden bulunmuyor. Zira o sermaye sınıfının denetimindeki Amerikan siyasetinin bir dişlisidir.
Sınıfsal kutuplaşmanın her geçen gün derinleştiği, kadınlara yönelik baskıların büyüdüğü ve siyahilere dönük şiddet ve ayrımcılık politikalarının boyutlandığı bir ülkedir Amerika. Dolayısıyla emekçilerin, ezilenlerin ve kadınların kurtuluşu sermaye sınıfına ve Harris gibi bu sınıfın hizmetkarlarına karşı dişe diş bir mücadeleden geçiyor.
Emeğin Kurtuluşu’nun 38. sayısından alınmıştır…