7 Ekim’de ihale, 21 Ekim’de Rekabet Kurulu onayı, 12 Kasım’da Cumhurbaşkanı imzası ve 19 Ocak 2022 günü Saray’dan gelen ani iptal kararı… Koç’un Kalamış Marina’yı alması ve kaybetmesi sadece 3,5 ay sürdü. Çoğu kimse için sürpriz bir karardı. Oysa ihalenin kendisi sürpriz sayılmalı. Neredeyse 15 yıldır Koç’un alabildiği yegâne özelleştirme payı buydu çünkü. İşin doğrusu süreç de pürüzsüz ilerliyordu.
O dönem dikkatleri çekmeyen hukuki bir ayrıntı önemliydi. İmar planı için ÇED gerekli olduğuna dair 33 Kadıköylü, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) 2021 Şubat’ında başvurmuştu. Başvuru beklenmedik hızda AYM’nin gündemine alınıyor; Mart 2021’de Adalet Bakanlığı’ndan “ivedi” görüş isteniyor; Bakanlık aynı hızda görüşünü gönderiyordu. Üstelik ne görüş! Başvuruyu hukuki açıdan değerlendirmesi gerekirken, sanki ihale sahibiymiş gibi vatandaşların “mağdur taraf” olmadığından, planın ÇED’siz olabileceğinden bahsediyordu.
İhalenin onay aşamasındaki sürate bakanlar, AYM’den de paralel sonuç bekliyordu. Karar bir türlü çıkmadı lakin, davayı yakından izleyen bir hukukçunun tahmini doğru çıktı: “İş bir yerlerde tıkandı, pazarlık var kesin. İptal olursa şaşırmam!”
Neydi pazarlık peki? Erdoğan-Koç uzlaşmıştı da araları mı bozuldu? Yoksa son günlerde el yükseltilen din kozuna ek olarak, bir de “laik sermaye” mi dövülmek istendi? Veya limanın yandaşa gitmesi mi arzulanıyordu? Bütün bunlar olabilir; Erdoğan’ın pratiği hesaba katıldığında şaşırtıcı da olmaz zaten. Fakat köklü bir şirketle iktidarın netameli ilişkisini aşan bir manzaraya bakıyoruz. Sahnede Erdoğan-Koç tek başlarına görünse de Türkiye kapitalizminin nasıl yönetileceğine dair farklı sermaye ittifakları arasında siyaseten sağlanmaya çalışılan son uzlaşı çabasının çöküşünün temsilini izledik bir bakıma.
***
Marinayı kapsayan bölge lüks restoranları, parkları, Fenerbahçe ve Galatasaray tesisleri, otelleriyle İstanbul burjuvazisini de ilgilendiren, Anadolu yakasının merkezindeki en büyük “elit yaşam” alanlarından biri. Yöre halkıyla bile paylaşılmak istenmeyen kıymetli bir yer. Koç’un projesi buraları sermaye lehine bütünüyle yalıtacaktı.
Kalamış mülk değerinin yanında, ihalenin gerçekleştiği koşullar nedeniyle sembolik bir değer de üstlenmişti.
Berat Albayrak’ın gönderilip Özelleştirme İdaresi’nin bağlı olduğu Maliye ve Hazine Bakanlığı’na “piyasa dostu” Lüfti Elvan’ın gelmesiyle beraber, iktidarın kriz politikasına ilişkin sermaye kesimleriyle yeni uzlaşı arayışları başlıyordu. Kasım 2021’de Adalet Bakanı’nı da yanına alan Elvan, kritik görüşmesini TÜSİAD’la gerçekleştirmişti. İktidardan bir el uzanmış, Kalamış da bu diplomasinin bir tür “iyi niyet mektubu”na dönüşmüştü sanki.
Ama “Nas”lı fiyat (kur-faiz) oynamaları, Elvan’ın 2 Aralık’ta yerini MÜSİAD tüccarı Nureddin Nebati’ye bırakması, 20 Aralık gecesi yaşanan eşsiz kur operasyonu ve TÜSİAD’ı direkt hedefe koyan beyanatlar gösterdi ki geçici de olsa “sulh” sağlanamamıştı. Yıllar sonra gönderilmiş Kalamış mektubunun yırtılıp atılması bunun sonucuydu işte.
***
Marx, Feurbach’tan ödünç alıp ideoloji için kullandığı popüler sözünde “sarayda başka kulübede başka konuşulur” der. Büyük sermaye de siyasi iktidarla bizim konuştuğumuz türden konuşmaz. “Bu kadar kötülük olmaz” veya “ülkeye bir tek gök taşı çarpmadığı kaldı” filan demez; doğrudan sınıf çıkarlarının diliyle diyalog kurar. Tıpkı 2012’den beri Erdoğan’la Koç’un konuştuğu gibi…
Hürriyet gazetesine verdiği tarihi röportajda Mustafa Koç, “Gezi sonrası üzerimize fazla gelinse de devletimizle kavga etmeyiz. Ama tabii ki bizim 90 yıllık itibarımızı da kimseye çiğnetmeyiz” diyordu. Esas mesajı ise şöyleydi:
”Koç Topluluğu, Türkiye ekonomisinin yüzde 10’unu oluşturuyor, toplam vergilerin neredeyse yüzde 9,5’ini karşılıyor. Gelir Vergisi beyan eden ilk 10 kişi arasında 5 tane Koç ailesi mensubu var. 80 bini aşkın çalışanımız, 10 bini aşkın bayimiz bulunuyor. Bizim evrensel değerler ve kurumsallaşma iki önemli çıpamızdır.”
Önceki 6 yılda Yapı Kredi ve Tüpraş’ı alıp, 1980’den beri Nurol’un hâkimiyetindeki askeri sanayiye gemi, tank ihalesi ve Otokar’ın kârlı sözleşmeleriyle güçlü giriş yapıp “Koç’a bir Koç daha katmış” Mustafa Koç, “Cumhuriyet benim” diyordu. “Devlet benim” diyen Erdoğan’ın yanıtı ise bugünkü gibi 5,7 milyar dolara Ülker ve Malezyalı UEM ortaklığıyla kazanılan 8 otoyol, 2 köprü ihalesini iptal etmekle sınırlı kalmadı. Kamunun askeri sanayisinden dışlama, Socar rafinerisinin üzerine Varlık Fonu’nun olanaklarıyla Ceyhan’da rafineri kurma hevesi, lojistik ve enerji ağının yandaşa pay edilmesine kadar genişletti işi. Üstüne faiz politikasıyla sermaye birikim rejimini kimin çıkarı doğrultusunda, nasıl yönetmek istediğini de açıkça beyan etti, ediyor.
Zira Erdoğan, 100 yıllık Cumhuriyet’le hesaplaşmasının, Cumhuriyet’in hâkim sermaye güçlerini de akamete uğratmadan, mümkünse tasfiye etmeden nihayete erdiremeyeceğini başından beri biliyor. Asasını çıkarıp Kızıldeniz’i ikiye de ayırsa, bin tane marina teklif de etse, kur-faiz-enflasyon dizilimini büyük sermayenin istediği şekle sokmadan, tek tek şirketlerle gündelik ilişkileri aşabilecek büyük bir uzlaşı yaratması mümkün görünmüyor artık. Seçimi ve sonrasını belirleyecek çatışma cephesi buraya kuruldu.
Her iki taraf için de ya meşru siyaset bir yol bulacak, ya yol zorla açılacak.
BirGün / 25.01.22