Kazakistan’daki olayların dikkat çekici sahnelerinden birisi, bir organize suç liderinin yakalanma anıydı. Arman Dikiy (Vahşi Arman) lakaplı Arman Cumageldiyev’in yüzü yara bere içinde, elleri arkadan kelepçeli fotoğrafı Rus basınına düştü. Bir gece önce sosyal medyadan Dikiy’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Sedat Peker ve Alaattin Çakıcı ile fotoğraflarını paylaşmıştım. (https://www.birgun.net/haber/peker-cakici-ve-guli-nin-gozdesi-vahsi-arman-gozaltina-alindi-372274)
Haliyle Dikiy, bir anda konuya uzak olanların da ilgisini çeken birisine dönüştü.
Peki, kimdi Dikiy ve Dışişleri Bakanı ile beraber poz verecek gücü nereden buluyordu? (Görsel 1)
Cevabı zor bir soru; karşımızdaki manzara sadece çete-mafya dünyasıyla sınırlı görünmüyor çünkü. Her şey birbirine yakın rejimlerin ekonomi politik evreninde cereyan ediyor. Kamu kaynaklarının ihale, özelleştirme vb. “yasal yollardan” transferiyle başlayan; finansal imkânların dibine kadar kullanıldığı; petrol-gaz ticareti ve nihayetinde uyuşturucu ile Suriye-Libya’da açılan yeni silah pazarındaki suç gelirinin de eklendiği, muazzam bir servet-mülkiyet paylaşımının yarattığı habitata bakıyoruz. Rejimleri benzer kılan ve iktidar hisselerini siyasi partilerin dışındaki güçlere de açan bu süreci yakından deneyimliyoruz zaten.
Suç örgütleri böylesine bir ortak yaşamda, besin zincirinin tepesindeki şirket-siyaset korporasyonunun işleyişini yasal koruma karşılığında hızlandıran birer aparatlar işte. Kimi zaman “maliyetsiz” finansman buluyorlar, devlet hazinesinden çalınanları aklıyorlar; kimi zaman rejimlerin ihtiyaç duyduğu siyasal dehşeti harlıyorlar. Güç dengeleri değiştiği vakit de tıpkı kudretli Arman’a yapıldığı türden adi bir torbacı gibi ensesinden tutulup bir kenara fırlatılıyorlar.
Dolayısıyla SBK’nin veya Yalıkavak Marina’nın ucu nasıl ki iktidar, sermaye ve dış ilişkilere uzanıyorsa, Dikiy’nin belirdiği resimde de aynı yöne bakmak lazım.
Kazakistan-Türkiye ilişkileri bu bakımdan hayli bereketli.
***
Dövüş sporları şampiyonluğundan, Sovyetler’in Gulag kamplarında doğmuş Rus mafyası Vory V Zakone’yle (Kanun içindeki hırsızlar) bağlantılı, ABD Hazine Bakanlığı’nın “Avrasyacı suç örgütü” diye andığı bir klana uzanan hikâyesi karanlık ve karışık. Bu yapıyı Rusya da Orta Asya-Türkiye hattındaki “Turancı-milliyetçi” bir grup olarak izliyor. Nitekim Dikiy’nin çetecilikten ziyade olaylarda rol aldığı düşünülen Kazak istihbaratındaki bir kliğin parçası olduğu için tutuklandığına dair haberler geliyor.
Dikiy’nin, Türkiye’ye uzanan mafyatik ilişkilerini merak edenlere şu yazı biraz fikir verebilir. (https://www.gazeteduvar.com.tr/cakicinin-kaftani-ve-avrasya-suc-agi-makale-1536525)
Diğer tarafa odaklanalım şimdi; o fotoğrafın temsil ettiği hikâyeye…
Çavuşoğlu ile fotoğrafta esas aktör Dikiy değildi; koridorunda poz verdikleri otelin sahibiydi: Dünya Ahıska Türkleri Başkanı Ziyatdin Kassanov. Yanlarında duran kişi de otelin işletmecisi Abbas Hamza’ydı. O da Kassanov’un şirketinde yönetici ve aynı zamanda Ahıska Türkleri’nin Türkiye temsilcisi. (Görsel 2)
Kassanov’un resmi biyografisine bakılırsa Almatı doğumlu, SSCB döneminde bürokraside görevli. 1995’te kardeşiyle kurduğu küçük şirket bugün Kassanov Investment Group’a dönüştü. Şu sıralar yolsuzluklarıyla gündemde olan Nursultan Nazarbayev’in himayesindeydi. Geçen yılki seçimlerde milletvekili oldu.
Onunla çalışmış kimselerin anlattıkları ise epey farklı. Kazakistan bağımsızlığını ilan ettiğinde bir kürk dükkânında çalışıyormuş. Ahıska Türkleri başkanı seçildikten ve Ahmet Davutoğlu’nun Kazakistan ziyaretlerinde protokole girdikten sonra yıldızı hızla parlamış. Recep Tayyip Erdoğan’ın gözdelerinden hâlâ. (Görsel 3) Lakin başka bir yerden daha tanıyoruz onu; Ziraat Bankası’nın ödenmeyen milyonlarca dolarlık kredisinden.
Kassanov dünyanın pek çok yerinde mülk toplamakla ve otel almasıyla ünlü. “20 metrekarelik özel kasası tepeden tırnağa tapu dolu” diye bir rivayet dolanır. Kazakistan-ABD bağlantılı şirketinin Türkiye ayağı, Almaty İnşaat. Yatırımcı olarak adını ilk kez 2007’de, Taksim’deki Ceylan International’ı almasıyla duyduk. Yatırımın perde arkasını ise Ocak 2021’de Sözcü’den Serpil Yılmaz ortaya çıkardı.
Otel için Ziraat Bankası’ndan 140 milyon dolar kredi çekmiş, karşılığında Almatı’daki 3 köhne otelini teminat göstermişti. Krediler ödenmedi, Ziraat üç otele el koydu. Paranın kalan kısmı ise politika faizinin yüzde 17 olduğu günlerde yüzde 6 faizle yapılandırıldı. Ödedi mi, bilmiyoruz. Ancak Ziraat’in internet sitesine girenler, satışa çıkan otellere iki yıldır alıcı bulunamadığını göreceklerdir. Restorasyon maliyetinin satış rakamının üzerinde olduğu ve Kassanov’un işlettiği belirtiliyor.
Uğur Dündar ise 23 Aralık 2021 günü daha vahim iddiaları içeren bir yazı yayınladı. Kendisine gelen ihbar mektubuna göre, Ziraat’in Kazakistan’daki bankası KZI Bank’ın kredileri Kassanov’a akıyordu. Kredilerde aracı olan kişi ise Kazak-Türk İşadamları Birliği Başkanı Fırat Develioğlu’ydu. Develioğlu’nun Kazakistan’da Eksen Group adlı inşaat şirketi bulunuyor. (Görsel 4)
Develioğlu’nun adının duyulmasına neden olan olayı da analım. Adnan Oktar’ın sağ koluyken, 2000’deki operasyonun ardından itirafçı oldu. Tanık ve müşteki sıfatlarıyla ifadeler verdi, televizyonlara çıkıp anlattı. Şimdi Kazakistan’a yatırım yapacak Türkiyeli sermayedarların ilk adresi durumunda.
***
Tüm bunlar bize geçmişten bir şeyleri anımsatıyor. Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın yazdığı Susurluk Raporu’nda çete-siyaset ilişkisinin hemen hiç aydınlatılamayan yüzünün kamu bankaları olduğu belirtiliyordu. Kamu bankalarının kredileri incelendiğinde milyarlarca dolarlık batağı gördüklerini ve “Susurluk’un toplamını aşan bir tabloyla karşılaştıklarını” söylüyordu Savaş. Ve bugün de geçerli şu cümleleri yazıyordu: “Banka olayları genel kirlenmenin sebebi veya sonucu değil, hızlandırıcısıdır. Çünkü kirliliğin hedefi para ve paranın sağlayacağı güçtür.”
Kumarhaneci Ömer Lütfü Topal’ın Türki Cumhuriyetler’de yatırım yapma adına aldığı Eximbank kredileri, Ziraat’ın Almanya şubesinde yaşanan zincirleme skandallar kapatılıp gitti.
Susurluk niye aydınlatılamadı sorusunun iki uçlu yanıtı burada: Faili meçhuller ve krediler! Her ikisi de devlete ve sermayeye dokunuyor çünkü!
Kısaca Dikiy bir aparattı, şimdilik devre dışı kaldı. Ancak Kazakistan’ın buralarla bağları kolay kopacak türden değil. Soccar’ın girmesinden sonra oluşan ilişki ağının benzeri, hemen hemen aynı yıllarda Kazakistanlı Arif ailesinin gelişiyle de kuruldu. O hikâye de Atatürk’ün yatına yapılan fuhuş baskınıyla başlayıp, Fettah Tamince’ye; Panama’da kurulu şirket üzerinden Türkmenistan gazı ile Rus kömürünün pazarlanmasına; Soccar’da karşımıza çıkan Erdoğan’ın yakını Sıtkı Ayan’a ve nihayetinde artık deyim haline gelmiş meşhur ses kaydına uzanıyor: “Kendisi bize ne söz verdiyse onu getirecekse getirsin… Sakın alma, kucağımıza düşecekler merak etme.”
BirGün / 11.01.22