Başlıktaki ifade 26 yıl önce Ömer Lütfü Topal için söylenmişti. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, Susurluk Raporu’nda Topal’ın portresini anlattığı bölümü böyle noktalıyordu: “Şayanı şükrandır ki Topal engellendi!”
Herkes itildiği karanlık tüneli görüp dehşete kapılmışken bir devlet müfettişi, bir cinayet için niye şükrediyordu?
Cümlenin öncesini okuyalım şimdi: “Topal, yüzlerce milyar liralık gelir elde etme imkânına kavuşarak belli bir dönemde devlete sızma ve rüşvet vererek iş yaptırma seviyesinden, kamu görevlilerine artık emir verme seviyesine yükselirken öldürülmüştür. Böylece Cumhuriyet tarihinin; polisten, jandarmadan, yargıdan korkmayan ilk mafyalaşma süreci yarım kalmıştır. Bu seviyeye ulaşan bir başka grup da yoktur… Üstelik ‘Bitirimhane işleticisi Fındıkzadeli Ömer’ bir süre sonra kumarhanelerini tasfiye edip, yatırımlar yapmaya başlayan, fabrikalar satın alan ve hatta fabrikalar kuran Ömer Bey olma tercihini net olarak ortaya koymuşken, projelerini tahakkuk ettirme fırsatını bulamamıştır. Tedbir almasını gereksiz kılacak kadar genişti. Kendisini öldüren sistem zaten her türlü tedbiri geçersiz kılacak kadar güçlüydü. Şayanı şükrandır ki gelişmeler Topal’ın hedeflediği noktaya uzanmasını engellemiştir.”
Devletin kalemi, Topal cinayetinin sebebini de failini de niye çözülemeyeceğini de apaçık yazmıştı. Oysa dosyadaki ‘şükür duasına’ rağmen toplumun minnettar kalacağı hayırlı günler yaşanmadı. Bugün bin beteri duruyor karşımızda. Ama aynı süreçte devlet, ekonomi, siyaset değişti; sermayenin güç dengeleri, bürokrasi değişti. Haliyle cinayetin kimler için hayırlara vesile olduğu önemli bir soru.
Halil Falyalı için de bugün “şayan-ı şükrandır ki engellendi” deniyordur mutlaka. Topal gibi kumar kralı olduğu, benzer şekilde öldürüldüğü için değil. Belli bir dönemin legal-illegal ticaretinin kesişme noktasında zirveye çıktıkları; ama artık başka bir dönemin koşullarının kendini dayatmasıyla beraber aniden yok edildikleri için.
Neydi peki bu mecburiyetler?
***
Kutlu Savaş, Topal’ı muazzam bir metaforla somutlamıştı: Fındıkzadeli Ömer’in, Ömer Bey olmaya heveslenmesi... Mafyözlükle biriken paranın capcanlı bir sermayeye, sahibinin ise güçlü bir sermayedara dönüştüğü yere çekiliyordu sınır. Topal cinayetinin yerüstündeki sebepleri ve hatta Susurluk’un ekonomi politiğinin esas yönü burada yatıyor bir bakıma. Susurluk olarak adlandırılan ilişkiler ağı, illegal ticaretle kalmayıp kamu bankalarının kredilerini kendisine yönlendiren; özelleştirme ihalelerinde etkili olan; medya sahipliğine uzanan ve hatta banka satın almaya/kurmaya girişen; borsa tahtasını tahterevalli misali oynatan; kent rantını paylaşan bir güce evrildiği anda, legal ekonominin yerel ve uluslararası aktörlerinin rakibine dönüşmüşlerdi. Ellerinde illegal ticaretin döviz gücü vardı ve bu, bürokrasiyle siyasetin kıblesini şaşırtıyordu. Her şey bir yana, devlet tahvil ve bonoları ile sigortacılık dahil finansal sisteme el atmak demek, finans kapitali karşına almak demektir. Savaş raporunda, “Bankalardaki manzara Susurluk’un toplamını aşar” diye boşuna dememişti.
Topal, yeni büyüyen lüks otel zinciri ve kumarhane sektörünü hâkimiyetine alıp gıda, tarım, enerji, imalat sanayii vb. alanlara yayılıyordu. 1989’daki finansal serbestleşmenin nimetlerinden neredeyse illegal ekonominin aktörleri daha fazla yararlanır hale gelmişlerdi demek, abartı sayılmaz. Öyle ki Topal’ın Emperyal Oteller zinciri, kamu bankalarından kredi desteğiyle Türkmenistan’a kadar uzanmıştı. Özetle 90’larda herkes tehlikeli bir gidişata bakıyordu lakin sermayenin gördüğü şey Batı kapitalizminin rotasında akması gereken ekonomik ve siyasal dönüşümde arzulanan ile gerçekleşen arasındaki mesafenin açıldığıydı.
2009’da, Susurluk’un kontrgerilla ayağının has figürü Yeşil’in bir ses kaydı düşmüştü. Yeraltının üleşim ekonomisinin kuralını hatırlatıyordu: “Yalnız yeme, akıllı ol. Yalnız yedirmezler adama. Yalnız yiyen adama da bir gün gelir kustururlar.” Bir dönem önce de 24 Ocak Kararları’ndaki arzu-gerçeklik tezatlığını gören TÜSİAD Başkanı Sakıp Sabancı, dövizin uyuşturucu üzerinden illegal ekonomide birikmesine, teşvik ve kotaların iktidarın açık-gizli finansörlerine dağıtılmasına isyan edip, “Serbest piyasa diye nutuk atıyorlar sonra da getireceğimiz 40 dona kota koyuyorlar” demişti. O da kapitalist ekonominin kuralını hatırlatmıştı.
Susurluk bu yönüyle baştan sona yeniden okunabilir. O zaman yeraltı ve yerüstü evrensel bir eşdeğerde, yani parada eşitlendiğinden, kaotik Türkiye siyasal yaşamı da kendi kapitalist nizamının içinde yerli yerine oturur.
***
İşte bugün Falyalı ekonomisine bakarken hangi sınırları zorlar hale geldiğini de hesaba katarak değerlendirmek lazım. Yıllık 20 milyar lirayı biraz aşabilen gayrisafi yurtiçi hasılaya sahip KKTC ekonomisinde, kayıtlı 800 milyon dolar varlığı bulunduğu, milyarlarca dolarlık bir illegal ticarete hükmettiği söylenen Falyalı’nın yönettiği ekonominin kapsadığı alan daha iyi anlaşılır.
KKTC Ticaret Odası’nın 2013’teki bir raporunda, Güney kesimi ile kıyaslanarak ekonominin gücü ölçülmüş, bir strateji planı çizilmişti. Ekonominin motoru ilk sıradaki otel-kumarhane sektörüydü. Uluslararası statü sorunlarının çözülmesiyle beraber sektörün milyarlarca doları bulabilecek potansiyeline vurgu yapılıyordu. KKTC aynı zamanda off shore cenneti haline de gelmiş, Malta ile yarışıyordu. Susurluk zamanında Vatikan’ın kara parasının aklanması için Mehmet Ağar’ın şoförü ile Suudi Arabistan’ın istihbarattan sorumlu prensinin ortaklığında bankanın kurulduğu bir yerden söz ediyoruz.
KKTC’ye yoğun biçimde illegal ticaretle akan paradaki hâkimiyet savaşı, illegal güçlerle sınırlı görünmüyor. Ada’nın mevcut ve potansiyel ekonomisinin yönünün siyaset ve uluslararası gelişmelerle yakından ilgili olduğu aşikâr. Ancak siyaseti ve statüyü belirleyecek olan da ekonomide kimin hâkim olacağına, nasıl bir denge kurulacağına bağlı. Nitekim son yıllarda Ada’ya akın edenler sadece illegal ticaretin aktörleri değildi. Halihazırda Ada’da faaliyet gösteren onlarca Türkiyeli turizmcinin yanına pek çok inşaatçı, turizmci, otelci de çoğu krediyle yapılmış milyonlarca dolarlık yatırım kaydırdı.
Mesela; Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile yakın ilişkisi bulunan, MHP ve AKP’den Malatya milletvekili adayı olmuş Alanyalı turizmci Kolitaş Grubu’nun sahibi Kemal Atlı, KKTC’ye taşınarak “Alanya modeli” turizm bölgesi ilan edilen Bafa’da 50 milyon dolarlık otel yatırımı yapıyor. Aynı bölgede Akfen ve Akol’un da arazileri bulunuyor. Zafer İnşaat 80 milyon dolarlık yeni yatırımıyla toplam yatırımını 250 milyon dolara çıkarıyor.
Kısaca turizmle birleşmiş kumar ekonomisi hayli cezbedici. Haliyle hem fiziksel hem de kumar ekonomisini kat kat artıran online lisans dağıtımı hayati bir konu. Buna elektronik ödeme sistemlerini de ekleyelim. Lüks yat marinaları, limanlar, Maraş’ın açılması vs. derken jeopolitik öneminin yanında döviz basan bir makineye dönüşüyor KKTC. Milyonlarca dolarlık yatırımların ve milyar dolarlık gelirlerin, illegal ticaretin hâkimi bir Kıbrıslının tekelindeki kurallarla yönetilmesi mümkün müydü? Bu kadar güçle, ‘Kumarhaneci Falyalı’yı, ‘Falyalı Bey’e dönüştürürler miydi?
Tek başına yedirmezler, kustururlar!
O iş de devletin daimi koçbaşlarının kullanıldığı yeraltından, devletin bizatihi yasal gücüyle devreye girdiği yerüstüne uzanan bir silsilede gerçekleşir. Ve iki dünya da sonraki düğüme kadar, yeni dönemin ihtiyacına denk düşen bir nizama kavuşur.
BirGün / 13.02.22