İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ABD ziyareti, Amerikan Kongresinde yaptığı konuşmanın ayakta alkışlanması, Joe Biden, Trump ve Kamala Harris ile görüşmesi ve hangi icazetle ABD’den ayrıldığı tartışılırken, 30 Temmuz’da Beyrut'ta Hizbullah’ın önde gelen isimlerinden Fuad Şükür'e, bir gün sonra Tahran'da Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye'ye düzenlenen suikastlar, aldığı icazetin “sır perdesini” araladı ve bölgedeki tansiyonu daha da yükselti.
İran saldırıya yanıt verecek
İsrail’in provokatif saldırısı, Haniye’den çok İran’ı hedef aldı. Zira Tahran’da ağırlanan bir misafirin ırkçı-siyonistler tarafından öldürülmesi İran için hem küçük düşürücü hem güvenlik açığını ortaya koyan bir saldırıdır. Nitekim saldırıyla ilgili birçok spekülasyon yapıldı. Tahran yönetimi ise, saldırının bir füze ile yapıldığını açıkladı.
Emperyalist medya tekelleri spekülasyonları öne çıkartarak soykırımcı İsrail rejiminin bölgeyi savaş cehennemine atma politikasının üstünü örtmeye çalıştı. Oysa önemli olan suikastın nasıl yapıldığı değil, yaratacağı sonuçlardır. Nitekim İran yönetimi, İsrail’i böyle bir saldırıyı düzenlediğine pişman edecek bir karşılık vereceğini açıkladı. Bundan dolayı İsrail’de bir panik havası var. İsrail’in tekrar yanıt vermesi durumunda ise çatışmaların kontrolden çıkması riski artacaktır. Bölgesel bir savaş patlak verirse, bunun sorumluları sadece siyonistler değil, yanı sıra soykırımcı Netanyahu’yu Kongre’de 50’den fazla kez alkışlayan ve İsrail’i korumak için bölgeye savaş gemileri ve savaş uçakları yığan emperyalistler olacaktır.
Suikastların yarattığı etki ve tepki
İsrail’in suikastlarına ve Filistin’e yönelik saldırılarına karşı Türkiye ve diğer bölge ülkeleri “sert” açıklamalar yaptı.
Ancak bu açıklamaların ciddiye alınır yanı olmadığı gibi pratikte bir karşılığı da bulunmuyor. İran’ın bir misilleme yapmaya hazırlanırken, AKP rejimi iç siyasette prim yapacak, dini gericiliği şahlandıracak ve biriken toplumsal tepkileri idare edecek açıklamalar yapıyor.
Bu durum, Türkiye dahil bölge ülkelerinin İsrail’e karşı politikalarının “etkinliğini” sorgulatırken, ABD ve Batılı güçler İsrail’e arka çıkmaya, silah ve finans desteği akıtarak soykırıma ortak olmaya ve Siyonist barbarlığı desteklemeye devam ediyorlar.
Erdoğan’ın retoriği
Saray rejiminin başı Erdoğan’ın, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarına karşı yaptığı, “Libya ve Karabağ’a nasıl girdiysek aynısını oralarda da yaparız” türünden ‘sert’ açıklamaları “dostlar alışverişte görsün”den ibarettir. Bu tür açıklamalar ne İsrail ne Batılı emperyalistler tarafından zerre kadar ciddiye alınmamaktadır. Bu açıklamanın ardından gelen Haniye suikastı da Erdoğan’ın açıklamalarının “ağırlığına” sayılmalıdır.
Türkiye bir taraftan İsrail’le ticaretine dolu dizgin devam ederken, Filistin direnişini destekler görünen açıklamalar yapması en hafif söylemle ikiyüzlülük, riyakârlık ve arkadan vurmaktır. Bu arada Türkiye’nin Siyonist İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olduğunu da hatırlamakta fayda var.
Siyonist devletin kurdurulması
ABD ve Batılı güçlerin desteği olmadan bölgenin demografik dokusuna aykırı Siyonist İsrail devleti zaten var olamazdı.
Bu nedenle, Filistin ve bölge halklarının İsrail’e karşı etkili olabilmesi için öncelikle İsrail’in arkasında duran emperyalist güçleri bölgeden kovmayı hedeflemelidir.
Türkiye halkları, işçi ve emekçi sınıfları da Filistin ile dayanışma mücadelelerini Türkiye’nin İsrail ile askeri, ticari ve diplomatik ilişkilerini kesme, NATO’dan çıkması ve emperyalist üsleri kapatma mücadelesi ile birleştirmesi en etkili dayanışma olacaktır.
İsrail’in bölgede yarattığı gerilim ve bu gerilime karşı verilen tepkilerin, daha kapsamlı bir strateji ve birliktelik gerektirdiği açıktır. Ancak bu şekilde, İsrail’in bölgede uyguladığı soykırım ve siyasi cinayetlerin önüne geçilebilir…