Suriye'nin İdlib vilayetinde Suriye ordusunun HTŞ ve diğer cihatçı gruplara karşı ilerleyişi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın şubat sonuna kadar verdiği ültimatoma rağmen sürerken, dikkatler 5 Mart'a çevrildi. Erdoğan, Almanya ve Fransa liderleri Angela Merkel ve Emmanuel Macron'un ardından bu ikiliyle de konuşmuş olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü. Ardından İstanbul'da 'Dörtlü Zirve'nin yapılması gündeme taşındı. Kremlin, liderlerin programlarının uyması halinde zirvenin mümkün olacağını açıklamış durumda. Ancak Erdoğan yönetimi olup bitenlerin 'savaş' söylemleri olarak anarken, Suriye toprağı İdlib için bir yandan AB diğer yandan da ABD'den Patriot sistemleri dahil olmak üzere destek arayışına girmiş durumda.
Gelişmeleri ve Türkiye'nin ne yapmaya çalıştığını, Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nden Dr. Fatih Yaşlı ile konuştuk.
'Eninde sonunda mesele buralara gelecekti, Soçi'yi yerine getirmeyen AKP iktidarı'
Dr. Fatih Yaşlı'ya göre İdlib'de bugün yaşanmakta olan gelişmeler şaşırtıcı değil. Bu meselenin eninde sonunda gündeme geleceğinin bilindiğini anımsatan Yaşlı, Türkiye'nin Astana sürecinin parçası olarak Eylül 2018'de yapmış olduğu Soçi mutabakatının koşullarını yerine getirmemiş olmasının en büyük neden olduğunu vurguladı. Yaşlı, Soçi meselesinin Türkiye kamuoyuna karşı tarafın ihlali olarak sunulmasının doğru olmadığını belirtti:
"İdlib’de bugün yaşanan gelişmeler aslında çok şaşırtıcı değil. Uzunca bir süredir yaklaşık bir iki senedir sahayı yakından takip edenler bu meselenin eninde sonunda buralara geleceğine işaret ediyorlardı. Türkiye bir süredir İran ve Rusya ile birlikte Astana sürecini yürütüyor. Bu sürecin çıktılarından biri İdlib’de gerginliğin azaltılması bölgesi kurulması ve Türkiye’nin gözlem noktaları yerleştirmesi olmuştu. Fakat buraya niye gözlem noktaları yerleştirilmişti, bölgeye niye gerginliği azaltma bölgesi adı verilmişti biraz bunun üzerinde durmak lazım. Çünkü Türk basınındaki asıl iddia, Suriye’nin İdlib’e düzenlediği operasyonun Soçi Mutabakatı’nı ihlal ettiği iddiası üzerine kurulu ama bu iddia doğru değil. Çünkü Soçi’deki anlaşma tarafların birtakım maddeler üzerinde uzlaştıklarını görüyoruz. Örneğin M4 ve M5 karayollarının bir an önce açılması bunun dışında radikal diye adlandırılan gruplarla ılımlı diye adlandırılan grupların birbirlerinden ayrıştırılmaları, radikal grupların silah bırakmaları, ağır silahların toplanması ve dolayısıyla bölgedeki gerginliğin azaltılması. Peki son iki senedir bu maddelerin hangileri uygulandı derseniz, bu maddelerin hemen hemen hiçbirinin yerine getirilmediğini, dolayısıyla ortada uyulmayan bir anlaşma olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmaya uymayan taraf da AKP iktidarı. Buradan çıkan sonuçta bir süre sonra Suriye ordusunu, Şam yönetiminin ülkenin diğer yerlerindeki askeri kazanımlarını giderek arttırdıkça eninde sonunda sıra İdlib’e geldi."
'Suriye ordusunun Suriye toprağından çekilmesi gerçekçi ve mantıklı değil'
Yaşlı, meselenin tekrardan Suriye ordusunun geri çekilmesi üzerinden çözülmesi çabasının gerçekçi ve mantıklı olmadığı görüşünde. İdlib'in Suriye toprağı olduğunu ve Suriye ordusunun sahada kazandığı başarıyı masada tekrar başarısızlığa tahvil etmesi için neden bulunmadığını belirten Yaşlı, 5 Mart'ta Almanya ve Fransa eşliğinde Rusya ile bir görüşme olması halinde yeni sınırlar üzerinden bir anlaşma yapılabileceğini vurguladı. Yaşlı anlaşma sağlanamaması halinde sahada başka gelişmelere de tanıklık edilebileceğinin altını çizdi:
"Yaklaşık bir aydır İdlib’de bir operasyon izliyoruz, aynı zamanda Halep’in batısında da bir operasyon izliyoruz. Ve bu operasyonlarda da açık şekilde Suriye ordusunun cihatçılar karşısında önemli bir ilerleme kazandığını, İdlib’in çok ciddi bir bölümünün Suriye yönetiminin ordusunun kontrolüme geçtiğini görüyoruz. Ortada Soçi mutabakatının ihlali, Suriye'nin ve Rusya’nın Soçi mutabakatının hilafına bir iş yaptığı iddiası doğru değil. Buradan yola çıkarak da bu meselenin tekrar Soçi’ye dönülerek Suriye ordusunun TSK gözlem noktalarının gerisine çekilmesi talebiyle çözülebileceğine yönelik Türkiye’nin iddiası da açıkçası çok mantıklı ve gerçekçi değil. Çünkü şunu görmek lazım, birincisi orası Suriye toprağı ikincisi sahada kazanılan bir başarı neden masada tekrar bir başarısızlığa tahvil edilsin ve Suriye ordusu niye geri çekilsin? Geri çekilmek için şu an hiçbir sebep yok. Dolayısıyla eğer 5 Mart’ta Rusya ile bir görüşme yapılacaksa Almanya ve Fransa’nın da katılacağı orada ancak yeni sınırlar üzerine bir anlaşma yapılabilir. Eğer böyle bir anlaşma yapılacaksa bu artık TSK gözlem noktalarının gerisine çekilmesi olmaz Suriye ordusunun. Tam tersine Türkiye’ye mültecileri yerleştirebileceği 15-20 km’lik bir güvenli bölge verilmesi, bunun dışında bütün İdlib bölgesinin kontrolünün Suriye devletine bırakılması şeklinde bir anlaşma olabilir. Eğer böyle bir anlaşma olmazsa sahada başka gelişmelere de tanıklık edebiliriz.”
'Türkiye ekonomisinin yapısı dış politikasının sınırlarını da belirliyor'
Erdoğan yönetiminin İdlib'deki durumla ilgili yeniden AB ve ABD'ye yönelmesini de değerlendiren Yaşlı, jeopolitik hamlelere rağmen asıl ekonomi-politiğin Türkiye'nin dış politikasının sınırlarını belirlediği anımsatmasını yaptı. Yaşlı 'AKP iktidarının eksen değiştirmesi, Avrasya blokuna kayması, NATO'dan çıkmak' gibi söylemlerinin iç kamuoyunu oyalama taktiği olduğu görüşünü dile getirirken, İdlib'le birlikte bunun sonuna gelindiğinin çok açık ortaya serildiğini belirtti:
"Her söyleşimizde dile getiriyorum, bir ülkenin dış politikasını anlamak için jeopolitiğe bakmak yetmez asıl mesele ekonomi politiğe bakmaktır. Türkiye ekonomisine baktığımızda çok açık bir şekilde hem Avrupa Birliği’ne hem ABD’ye göbekten bağımlı olduğunu görüyoruz. İthalat ihracat rakamları, Türkiye’ye giren sıcak para, Türkiye ekonominin nasıl finanse edildiği, bunlar bize şunu gösteriyor. Türkiye ekonomisinin bu yapısı Türk dış politikasının sınırlarını da belirler bir nitelik teşkil ediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bir süredir İran ve Rusya ile Suriye üzerinden ve bölgede genel olarak bölgedeki yakınlaşma arayışı içine girmesi jeopolitik düzlemde elbette önemlidir. Ama bunun bir sonraları var. Türkiye, AKP iktidarının herhangi bir şekilde eksen değiştirmesi, Avrasya blokuna kayması, Avrupa ve Amerika ile ipleri tamamen koparması, İncirlik’i kapatması, NATO’dan çıkması bunların hepsi birer fanteziden ibaretti. İç kamuoyunu bir şekilde oyalamak, antiemperyalizm, bağımsızlık savaşı, beka mücadelesi, İstiklal savaşı gibi birtakım söylemlerle iç kamuoyunu yönlendirmek için yapılan işlerdi. Fakat artık bunun sonuna gelindiği İdlib özelinde çok açık bir şekilde görülebiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de ABD ile savaştığı, hatta Suriye ile aynı safta olduğu, Rusya ve İran ile birlikte aynı cephede yer aldığı yönündeki tezlerin hepsinin bir şekilde çöpe gittiğini bu süreçte bir kez daha görmüş olduk."
'Erdoğan iç sıkışmışlıkla ABD ve Avrupa'ya yöneldi ama...'
Yaşlı, Erdoğan yönetiminin İdlib'de hava korumasından yoksun girişilecek bir askeri maceraya girişmesinin TSK mensuplarını 'intihara sürüklemek' olacağını anımsatırken, bu iç sıkışmışlıkla yeniden ABD ve Avrupa'ya yönelme hamlesi yapıldığını dile getirdi. Ancak Yaşlı'ya göre ABD de Avrupa da İdlib'de Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi istemez:
"Tekrar Amerika ve Avrupa ile bir yakınlaşma çabası içinde Türkiye. Bunun gerisinde kesinlikle bir iç sıkışmıştık var. Çünkü Rusya çok açık şekilde Türkiye’ye hava sahasını kapatmış durumda. Türkiye hava sahası kapalı olduğu halde şu an binlerce askerini hava korumasından mahrum bırakılmış ve Suriye ve Rus uçaklarının adeta insafına terk etmiş bir şekilde oraya göndermiş durumda. Dolayısıyla Türkiye’nin hava desteği olmadan yapacağı herhangi bir operasyon şu an Suriye’deki TSK mensuplarını adeta intihara sürüklenmesi anlamına gelir. Bu yüzden biz askeri olarak Amerika'dan ve Avrupa’dan tekrar bir destek istendiğini, el altından bir destek istediğini görüyoruz. Fakat buradaki temel mesele Amerika'nın da Avrupa’nın da herhangi bir şekilde Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi çok istemediği yönünde. Böyle bir karşılaşmanın olacağını ben düşünmüyorum.
'ABD üç hedefle Türkiye'yi destekleyebilir. Türkiye-Rusya-İran ve Suriye arasındaki her türlü gerilim Batı blokunun işine yarar'
Yaşlı, NATO'nun İdlib'deki çatışmaya taraf olmayacağını dile getirirken, ABD'deki Trump yönetiminin ise el altından Erdoğan yönetimine yönlendirme ve desteğe girişebileceği görüşünde. ABD'nin Türkiye'nin Suriye sahasındaki varlığını devam ettirmekte üç fayda sağlayabileceğine dikkat çeken Yaşlı, bunları, "İran'a karşı cephenin genişletilmesi, Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirmek ve zaman zaman Batı'nın 'kırmızı çizgilerini' aşan Erdoğan'ın Rusya sayesinde zayıflatılarak yola getirilmesi" olarak sıraladı. Yaşlı, Rusya-Türkiye-İran ve Suriye arasındaki her tür gerilimin Batı blokunun işine yarayacağını belirtti:
"NATO hiçbir zaman resmî olarak İdlib’de bir operasyona kalkışmayacaktır gördüğüm kadarıyla. Ancak öte yandan ABD’nin Trump yönetiminin el altından birtakım yönlendirme ve desteğinden bahsedebiliriz. Birincisi İran’a yönelik cephenin genişletilmesi için Türkiye’nin Suriye’deki varlığını bir şekilde devam etmesi gerekiyor. Ve Türkiye ile yeni bir anlaşma zemini arayışı olabilir. İkincisi Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek, tekrar ilişkileri germek ABD’nin genel politikasının işine yarayacaktır. Üçüncüsü de kendisine çizilen kırmızı çizgileri zaman zaman ihlal eden Erdoğan’a belki de Rusya ile bir tür karşı karşıya gelme üzerinden bir burun sürtme operasyonu. Önce Rusya, Türkiye’yi sahada birtakım zorluklarla karşı karşıya bıraksın. Ve ondan sonra Erdoğan ve AKP yönetimi tamamen ipleri tekrar Batı'nın eline versin diye bir karşılaştırma durumu olabilir. Dolayısıyla Rusya-Türkiye-İran ve Suriye arasında yaşanacak her türlü gerilim eninde sonunda Batı blokunun işine yarayacaktır. Batı bloku da bundan yararlanmaya çalışacaktır. 5 Mart'taki toplantı gerçekleşirse ki 6 Mart'ta da Astana toplantısı görünüyor. Ondan bir gün önce böyle bir toplantının olması da manidar. Belki Rusya, Astana'nın sonrasında böyle bir görüşme de talep edebilir. Tarihi henüz belli değil. Dolayısıyla şu an Türkiye'nin uzunca bir süredir yapmaya çalıştığı ABD ile Rusya'yı ayın anda idare etmenin sahada artık işlemez hale geldiğini görüyoruz. ABD ile Rusya'yı idare etmenin sınırlarına yavaş yavaş geldiğimizi söylemiştim. Artık o sınırlara gelindi. Aynı anda hem S-400'ü hem Patriot'ı ülkesinde barındırmayı ve kullanmayı isteyen, bunu yapabileceğine inanan bir dış politikanın ben gerçekçi bir olmadığını düşünüyorum. Artık o gerçekçi olmayan dış politika bir şekilde tıkanmış durumda. O tıkanıklığın sonuçlarının neler olduğunu önümüzdeki günlerde göreceğiz."
'ABD'den sinyal alınırsa iç politikaya tahvil edilebilecek küçük bir savaş denemesine girişilebilir'
Yaşlı'ya göre, 5 Mart toplantısından da sonuç çıkmaması halindeyse, kestirmek güç olmakla birlikte bir savaş olasılığı söz konusu olabilir. Suriye'de hava gücüyle desteklenmeyen bir savaşın Türkiye için 'çılgınlık' olacağını anımsatan Yaşlı, diğer yandan Erdoğan yönetiminin iç politikadaki çoklu krizler nedeniyle sıkışmışken, ABD'den sinyal alması halinde ülke içinde yitirmekte olduğu hegemonyayı yeniden tesis için küçük çaplı bir savaş denemesini göze alabileceğine dikkat çekti:
"Buna çok kesin bir yanıt vermek çok güç. Ama şunu görmek gerekiyor. Eğer askeri açıdan hava operasyonlarıyla hava gücüyle desteklenmeyen bir savaşın Suriye'de çılgınlık anlamına geleceği açık. Bundan önceki operasyonlara baktığımızda Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı bunların hepsi terör örgütü olarak adlandırılan gruplara karşı yapılmıştı. Cerablus'ta IŞİD'e karşı Afrin'de YPG'ye karşı yapılmıştı. Orada da Rusya ve Amerika ile anlaşarak hava desteği sunulabilmişti. Fakat şimdi karşımızda Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir ülke var, düzenli bir ordusu var hava gücü var. Ve onun müttefik olan Rusya size hava sahasını kapatıyor. Dolayısıyla askeri açıdan dolayısıyla bu işin herhangi bir rasyonalitesi yok. Fakat uzunca bir süredir AKP iktidarı dış politikayı iç politikayı da belirlemek için kullandığından, dış politikadaki bütün hamleleri aynı zamanda içerideki siyasetine tahvil etmeye çalıştığından biz herhangi bir şekilde kesin olarak savaş olma ihtimali yok diyemiyoruz. Çünkü zaten AKP uzunca bir süredir ilan edilmemiş bir Olağanüstü Hal Yönetimi üzerinden Türkiye'yi yönetiyor. Süreklileşmiş bir dost-düşman siyaseti, süreklileşmiş bir teyakkuz hali... O teyakkuz halinin bir ayağında her zaman dış politika oluyor. Bazen Libya oluyor bu, bazen Suriye oluyor. Bazen Amerika ile gerilim bazen de Rusya ile gerilim olabiliyor. Dolayısıyla şu an özellikle iç politikada yeni partilerin ortaya çıkışı, ekonomik kriz, AKP'nin toplumsal tabanını ve hegemonyayı giderek yitirdiğine yönelik işaretler var. Ve yitirilen hegemonyayı yeninden tesis için en kolay araçlardan biri kısmi de olsa dışarıda birtakım krizler ve hatta küçük çaplı savaşlar yaratmaktır. Bu açıdan bakıldığında ben AKP iktidarının önümüzdeki günlerde özellikle ABD'den de bir sinyal alırsa Suriye'de küçük çaplı da olsa bir savaş denemesine girişebileceğini, bunun sonuçlarını da iç politikaya tahvil etmeye çalışacağını düşünüyorum."
'Türkiye'de uzun bir süredir rejim değişikliği yaşanıyor'
Yaşlı, Türkiye'de uzun bir süredir bir rejim değişikliği yaşandığı görüşünde. Erdoğan iktidarının, 'yeni Osmanlıcı', 'fetihçi' ve 'emperyal söylemlere' daha fazla başvurduğunu, yanlış bir biçimde 'Atatürk'ün de Suriye'de yahut Libya'da olacağı' gibi iddiaları dile getirdiğini belirten Yaşlı, bu unsurların rejim değişikliği ve yeni hegemonya tesisinin unsurları kılınmaya çalışıldığını aktardı:
"Türkiye'de uzunca süredir yaşanan süreci ben rejim değişikliği olarak adlandırıyorum. Ve bu rejim değişikliği ayağının bir yanında devlet aygının yeniden yapılandırılması da var. Bu süreçte devletin güvenlik aygıtının da yeniden yapılandırılması meselesi var. Aslında orduyu kastediyorum. Askerle olan ilişkilere bakıldığı zaman uzunca bir süredir sivil-asker ilişkileri başka bir boyuta geldi Türkiye'de. Askerin siyasetten çekilmesi, Türkiye'de veraset rejiminin ortadan kaldırılması adı altında aslında ortaya başka bir manzara çıktı. Şu anki 'tek adam' veya 'saray rejimi' olarak adlandırılan ya da 'parti devleti' rejimi olarak adlandırılan rejim, askeri kendi rejim inşası sürecinin ve iç ve dış politikasının bir parçası haline getirdi. Bunun bir boyutunu da Yeni Osmanlıcı emperyal heveslerin tatmini ve onun üzerine kurulmuş politikalar. Öte yandan yerli savunma sanayi adı altında bizzat Erdoğan'ın damadının da içerisinde yer aldığı yeni bir askeri endüstriyel kompleks ortaya çıktı. Amerika'da 60'lı yıllarda Amerikan yapısını tarif etmek için kullanılmıştı bu askeri-endüstriyel kompleks. Şimdi Türkiye'de de çok benzer bir süreç işliyor. Siyasal iktidar ile doğrudan militarizm ve aynı zamanda siyasal İslam arasında bir bağlantı ortaya çıktı. Fetih söylemleri, emperyal söylemler, bu emperyal söylemlerin içinde 'Yerli silah sanayinde biz de artık iddialıyız' söylemiyle ilişkilendirilmesi, bunların hepsine baktığımızda rejim inşasında hegemonyayla bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Tüm bu meseleler bir yandan da şuna da hizmet ediyor. İçeride bir şekilde yitirilen bir hegemonya var. Aynı zamanda bu hegemonyanın her gün yeniden üretilmesi meselesi var. AKP'nin MHP ile kurduğu ittifakı hatırlayalım, dolayısıyla milliyetçilere seslenmek zorunda. Öte yandan kendi tabanı dışında kalan ve muhalif olan kesimlere dış politikayı kabul ettireceğine dair bir inancı var. Ve o inanç da 'Atatürk de Suriye'deydi', 'Atatürk de Libya'daydı' gibi birtakım mesajlar üzerine kuruluyor. Halbuki biz Atatürk'ün Suriye ve Libya'da olduğu dönemde genç bir Osmanlı subayı olduğunu, oraların Osmanlı toprağı olduğunu, işgale karşı bir devletin kendisinin savunmasının meşru olduğunu söyleyebiliyoruz. "
'Atatürk, AKP'nin aksine Türkiye'yi Ortadoğu'dan, Panislamist ve Panturanist ideolojilerden uzak tutmuştu'
Yaşlı, Atatürk'ün dış politika anlayışının Türkiye'yi Ortadoğu'nun sorunlarından uzak tutup Batı'ya dönmek olduğunu vurgularken, aynı zamanda ülkenin Panislamist ve Panturanist ideoloji ve fantezilerden de uzak tutulduğunu anımsattı. Erdoğan yönetiminin ise bugün bunların tam aksini yaptığını belirten Yaşlı, 1936 tarihli Montrö sözleşmesinin bile tartışmaya açılabildiğini vurguladı. Erdoğan'ın ekonomik kriz eşliğinde bir hegemonya krizi yaşadığını belirten Yaşlı, bu çoklu kriz halinin iç ve dış politikaya yansımalarının görüleceğinin altını çizdi:
"Oysa bugünkü duruma baktığımız zaman tam tersine Atatürk'ün dış politika anlayışına 180 derece ters bir durumdayız. Nedir o Atatürk'ün dış politika anlayışı nedir? Birincisi Ortadoğu'nun sorunlarından olabildiğince uzak durmak ve yüzünü Batı'ya dönmek. AKP bunu çok net bir şekilde değiştirdi. İkincisi ise Panislamizm ya da Panturanist ideolojilerden fantezilerden olabildiğince uzak durmak ve Türkiye'yi mevcut sınırlar içerisinde korumaya devam etmek. Bu ikisinin de bir şekilde ihlal edildiğini, hatta Montrö'nün de tartışmaya açıldığını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında, 'Atatürk de Libya ya da Suriye'deydi tarzı söylemlerin ben muhalif kesimlerde de karşılığı olmadığını düşünüyorum. Bu dış politikadaki sıkışmışlık hali önümüzdeki süreçte iç politikadaki sıkışmışlık haliyle birlikte daha da katmerlenecek. Dolayısıyla bir yönetememe krizi, bir hegemonik kriz, aynı zamanda ekonomik kriz ile çoklu bir kriz sürecine giriyor Türkiye. Bu çoklu krizin de sanıyorum ki, önümüzdeki dönemde içeride ve dışarıdaki politikaya doğrudan birtakım yansımaları olacaktır."
Ceyda Karan - Sputnik / 25.02.20