Her bir dilde çıkar sesi: Arjantin’in ‘cumartesi annesi’ Hebe de Bonafini- Kavel Alpaslan

Hebe de Bonafini bir siyasetçi değildi. O, kendi öfkesini diğer on binlerce anne ile birlikte her hafta Plaza de Mayo’ya koyan bir anneydi. Dayakla, yasakla, tehditle, kaçırılmalarla geçen yıllar içinde hem kendi hem tüm anneler bundan çok daha fazlası oldu…

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 22 Kasım 2022
  • 16:30

Bandista’nın en özel şarkılarından Benim Annem Cumartesi, evlatları kaybedilen annelerin adalet arayışını anlatıyor. Üstelik Paşanın Başucu Şarkıları albümünde yer alan bu parça, sadece devlet tarafından ‘kaybedilen’ çocuklarını yıllardır Galatasaray Meydanı’nda arayan Cumartesi Anneleri’nin hikayesini anlatmıyor. Şarkının sonunda İspanyolca bazı sözler işitiyoruz. Şöyle diyor bu ses:

“Bizler, anneler, ki sokaklara çıkalı neredeyse 18 yıl oldu, hiç aklımıza gelmemişti, bugün gelecek ve bu uğursuz yerde onlara şöyle diyeceğiz: Katiller, o**** çocuğunun önde gidenleri! Sizden nefret ediyoruz! Kalbimizin en derinlerine kadar sizden nefret ediyoruz. Çocuklarımızı sevdiğimiz güçle sizden nefret ediyoruz.”

Bu sözlerin sahibi Hebe de Bonafini, dün 93 yaşında hayatını kaybetti. Arjantin’de diktatörlük döneminde çocuklarını kaybeden annelerden biri olan Bonafini, Plaza de Mayo Anneleri’nin lider ismiydi.

Yukarıdaki sözler ise 1995 yılında Donanma Astsubay Okulu önünde yaptığı bir konuşmaya ait. Buenos Aires’teki bu bina 1976 darbesinden sonra pek çok kişinin toplandığı, işkence gördüğü ve ‘kaybedildiği’ bir yer olarak biliniyor.

Konuşmanın öncesinde ve sonrasında Bonafini, ‘adına okul dedikleri bu ölüm binasının’ karşısına dikilmenin verdiği haklı coşku ile sözlerine devam ediyor. Peki ama neden? Neden Plaza del Mayo anneleri, çocuklarını kaçırıp öldüren ya da kaybedenlerden hesabı bu sözlerle soruyor?

İki oğlunu elinden alıp ‘kaybettiler’

Bu soruya en yerinde cevap yine Bonafini’nin yaşamından verilebilir. Dilerseniz önce Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan ve oldukça etkileyici bir şekilde kaleme alınmış haberdeki kısa yaşam öyküsünden bir bölümü okuyalım:

“4 Aralık 1928’de bir işçi mahallesi olan El Dique’de, zemini toprak olan küçük bir evde doğdu. Babasının şapka fabrikasında çalışarak geçimini sağladığı bir ailenin en büyük kızıydı. Öğretmen olmayı hayal ediyordu. Normal okula gitmek istiyordu ama ne annesi ne de babası kabul etti. Onu terzilik öğrenmeye gönderdiler. Daha sonra dokumaya devam etti.

Eşi Humberto Bonafini ile mahallede tanıştı. O da babası gibi bir işçiydi. 1949 yılında evlendiler. Kısa bir süre sonra Hebe, 1950 yılında doğan en büyük oğulları Jorge Omar’a hamile kaldı. Üç yıl sonra Raúl geldi. 1965’te kardeşlerin en küçüğü Alejandra doğdu.

İki oğlu Ulusal Okulu bitirdi ve La Plata Ulusal Üniversitesi’ne (UNLP) girdi. Jorge Fen Bilimleri alanında Fizik, Raúl ise Doğa Bilimleri alanında Zooloji okuyarak başarılı oldu. Her ikisi de Marksist-Leninist Komünist Parti üyesiydi.

24 Mart 1976 darbesi gerçekleşti. Önce Jorge götürüldü. Ardından Raúl. Raúl’ün ortadan kaybolmasından önce Hebe başkente bir ya da iki kereden fazla ayak basmamıştı. Oğlunu arayışı onu iktidar kurumlarının olduğu yere götürdü.”

Sayıların gerçek ağırlığı

Aslında Bonafini’nin başına gelenler, Arjantin’deki diğer binlerce annenin de hikayesidir. Darbeyle birlikte cunta yılları boyunca ordu eliyle kaybedilen ya da öldürülen insan sayısı on binlerle ifade ediliyor. Bu sayının tam 30 bin olduğu düşünülüyor.

Bir tarihi olayı, rakamsal verilerle aktarmaya çalışıyoruz, az önce de bu doğrultuda bir ifade kullandık. Bunda yanlış ya da garip bir şey yok elbette ancak biraz durup iletişimde sayıların ağırlığı üzerine düşünelim. Mesela ‘30 bin’ yazarken bu ifade bir kâğıt üzerinde ya da bu yazı içerisinde, fiziki olarak ne kadar yer kaplıyor? Ya da telaffuz ederken rakamın ağızdan çıkışı saniyenin kaçta kaçında oluyor dersiniz? Kim bilir, belki yazarken ya da okurken bir an için “Acaba ‘otuz’ mu demeli yoksa ’30’ mu?” düşüncesi aklımızdan gelip geçiyor?

Puntolara sıkıştırıp, daha sonra da ‘yaklaşık’ ve ‘civarı’ gibi olasılık belirten kelimelerle mühürlediğimiz bu sayı 30 bin adet 1’den oluşuyor. Yani o yazsak sayfaları kaplayacak 1’ler bir araya gelip ‘30 bin’ ifadesini yaratıyor ki biz yüzlerce sayfadan ya da saatten tasarruf edelim. Bunu hepimiz biliyoruz, ama insan yaşamının ne anlama geldiğine bazen ‘zip’ dosyası haline getirilmiş ifadelerle birlikte yabancılaşabiliyoruz. Ve ister altını çizelim ister kalın yapıp vurgulayalım tek başına rakamlar gerçeğin farkına varmamızı kolaylaştırmıyor. Biz de sözlerin yardımına koşuyoruz.

Bonafini’nin az önce okuduğumuz hikayesini dinleyip de yaşadıklarını korkunç bulmamak için insanın içinde yaşama dair hiçbir kırıntı olmaması gerekir. Muhtemelen okurken hepimiz yüreğimizde bir acı, bir öfke hissetmişizdir. Yine de duygularımız, düşündüklerimiz, söylemek ve yapmak istediklerimiz; evladı kaçırılmış, işkence edilmiş ve katledilmiş bir annenin yanına bile yaklaşamaz. İşte dilimizde ‘30 bin’ denilen bu rakamın gerçek tercümesi, 30 bin kere Bonafini demektir. 30 bin insanın, 30 bin annesi demektir. Bizim anlamakta bile zorlandığımız o 1 hikayedeki 1 hissin, 30 binle çarpılmış hali demektir…

Oğullarının mücadele bayrağı

İşte Bonafini o hissini alıp hesap sormak için tek başına devletin karşısına dikildiğinde hikâyesinin kendisine has olmadığını farkına varır. Şöyle yazıyor Evrensel’deki haberin devamında: “Bonafini, 13 kadınla birlikte Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı) Anneleri grubunu kurdu. Anneler, başkent Buenos Aires’teki Plaza de Mayo’da cumhurbaşkanlığı konutunun önünde her hafta protestolar düzenlemeye başladı. Hükümet bu gösterileri dağıttı ve grubun ilk lideri Azucena Villaflor’u kaçırıp öldürdü. Kadınlar, kayıp çocuklarının sembolü olarak başlarına beyaz çocuk bezi takmaya başladılar. Beyaz başörtüsü daha sonra hareketin sembolü oldu. Mücadele, Arjantin dışında geniş bir coğrafyada yankılandı ve Arjantin hükümeti üzerinde baskı oluşturdu. Grup, 1983’te diktatörlüğün sona ermesinden sonra mücadeleye devam etti.”

Bir Arjantin televizyonuna verdiği röportajda ‘erken yaşta evlendiğini’ ve hayatın seyrinde ‘eğitim fırsatının olmadığını’ dile getiriyor. Buna rağmen çocuklar henüz kaçırılmamışken onlardan mücadeleye dair pek çok şey öğrendiğini söylüyor. Başka bir deyişle çocukları, Bonafini’nin taşıdığı mücadele bayrağıyla birlikte hep onun yanında kaldı.

Eleştiriler

Bugün Bonafini öldüğü için Arjantin’de 3 günlük yas ilan edildi. Ancak ulusal yasların yekpare bir toplumsal mutabakatı yansıttığını söylemek doğru olmaz. Bonafini için de ‘bütün Arjantin şapka çıkartıyor’ gibi bir anlam çıkartamayız. Hatta seveni kadar sevmeyeni var desek daha doğru olur. 

Kimilerine göre Bonafini’nin dili fazlasıyla sertti. Adalet arayışında önlerine engeller koyduklarında sorumlulara ağız dolusu küfür etmesi sık sık gündeme geliyordu. Ancak Bonafini’nin keskin ifadelerini eleştirmeye dalanlar, 2 çocuğu da elinden alınan bir annenin 18 yıllık zorlu mücadelesiyle o kadar ilgilenmediler. Üstelik Bonafini’nin lafını esirgememesi için herkesten fazla nedeni vardı.

Mücadele dolu bir hayatın ardından konuşurken ‘ama şurada şu gün şöyle demiş’ gibi ifadelere fazla takılmamak gerekiyor. Hebe de Bonafini bir siyasetçi değildi. Neoliberal ve kapitalist dünya düzenine karşı isyan edişi onu siyasetçi yapmaz. O, kendi öfkesini diğer on binlerce anne ile birlikte her hafta Plaza de Mayo’ya koyan bir anneydi. Dayakla, yasakla, tehditle, kaçırılmalarla geçen yıllar içinde hem kendi hem tüm anneler bundan çok daha fazlası oldu…

‘Hesap soracak öfkesi’

Bonafini’nin Mart 1995’te Donanma Astsubay Okulu’nun karşısına dikilip katillerin yüzüne yüzüne “Katil!” diye bağırdığı günden birkaç ay sonra Türkiye’de Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’nda ilk kez toplandı. O gün bugündür her hafta polisin sayısız saldırısına ve işkencesine maruz kaldılar. Bu hafta 922. Cumartesi olacak ve adalet arayışları tüm yasaklara rağmen devam ediyor.

Bonafini’nin mücadelesini ‘eski’ ya da ‘uzak’ bulanlar başlarını biraz dışarıya çıkartıp yaşanan zulme baksınlar. Ve unutmasınlar, Bandista’nın da şarkısında söylediği gibi, “Benim annem cumartesi / her bir dilde çıkar sesi. / Benim annem cumartesi / elinde solmuş bir resim. / Benim annem cumartesi / hesap soracak öfkesi.”

Gazete Duvar / 22.11.22