Geçtiğimiz günlerde dünyaca ünlü ‘filozof’ Slavoj Zizek katıldığı bir televizyon programında tüyler ürpertici bazı açıklamalarda bulundu. Zizek, kelimesi kelimesine “Rusların Araplardan artakalan bir yanı yoktur, dindar fanatiklerdir” ifadelerini kullandı ve “Bir solcu olarak Ukrayna’ya nükleer silahların dahi verilmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi. Böylece uzun yıllardır ‘Marksist düşünür’ adı altında önümüze servis edilen Zizek balonu, bir kez daha patlamış oldu.
Aslında bakarsanız ‘Arapları’ bir bütün olarak ‘dindar fanatik’ ilan edecek kadar ileri gitmesi bile Zizek’in ciddiye alınmaması için yeterli. Ancak ‘düşünürümüz’ bununla da yetinmiyor: Ukrayna-Rusya savaşına dair ‘solcu’ olarak bulduğu çözümün, NATO güdümündeki bir ülkeye ‘nükleer silah’ sağlamak olduğunu söylüyor…
Bu yüzden sermaye ve emperyalist savaş ittifaklarının güdümünde bir ‘sola’ ait olan Zizek kadar ona biçilen kaftanı da konuşmak gerekiyor. Böylesi figürlerin nasıl şişirilip çok geçmeden nasıl patladığını analiz ederek, belki biz de kendi Zizek’lerimizle hesaplaşmanın yolunu bulabiliriz.
Arkaik bir önyargı
Meselenin ‘nükleer’ boyutuna değinmeden önce ‘Rusların da Araplar gibi dindar fanatik olma’ sözlerinden bahsetmeliyiz. Herhangi bir etnik, ulusal ya da dini kimliğin kendi içerisinde bir sürü kola ayrıldığını ve yekpare bir şekilde değerlendirilemeyeceğini bilmek için alim olmak gerekmiyor. Toplumsal aidiyet kümeleri homojen değildir. Ve bu, sosyal bilimlerle az buçuk ilgilenen, alaylı ya da mektepli fark etmeksizin toplumsal hayata dair ufak da olsa bir bilgisi olan herkesçe doğru kabul edilir. Gelgelelim Zizek’in sözleri düşünüldüğünde ön kabulümüzü yeniden gözden geçirmemiz gerektiği anlaşılıyor.
Onlarca devlette, birbirinden farklı onlarca tarihsel süreçler içerisinden geçmiş olan ‘Araplar’ bu anlamda dünyadaki diğer halklardan hiç farklı değildir. Kendi içlerinde farklı kültürlere, dini inanışlara ve yaşayışlara sahiptirler. Kuzey Afrikalı Araplar için söylediğimizin aynısını Zizek’in kafasında kurduğu ‘Ruslar’ kümesi için de söyleyebiliriz.
Burada Zizek’in Avrupa merkezli bakış açısını benimseyerek ‘dindar veya fanatik’ olmayıp kendini Arap olarak tanımlayan yüzbinlerce insanı yok saydığını görüyoruz. Zizek’in bu açıklamaları, günümüzde çok kültürlülük maskesi altına gizlenmeye çalışan Avrupa merkezli düşünce anlayışından da arkaik bir noktada kendisini belli ediyor. Şaşırtıcı olan da zaten Zizek’in bu arkaik, bilimsellikten uzak, önyargılarla dolu, güya karikatürize edilmiş düşünceyi çekinmeden, hatta gururla beyan edebilmesi.
Medyanın Zizek’e taktığı apoletler, bu sözlerdeki açık ırkçılığı gizlemeye yeterli değil.
Gazetede yazılanlara nükleer bomba atmak
Gelelim ‘fanatizmi’ gerekçelendirişine. Başta şunu belirtmekte fayda var: Mesele mevcut savaşta kimin haklı kimin haksız olduğu değil, Zizek’in ideal çözüm olarak emperyalist paylaşım savaşında tüm dünyayı yerle bir etme kapasitesi bulunan nükleer silahlardan yana tavır alması. Üstelik bunu da bir ‘solcu’ olarak söylediğini dile getirmesi. Tabii kendi iddia ettiği üzere ‘solcu olarak’ neden böyle düşündüğünü, Marksizmin nasıl bir okumasıyla bu kanıya vardığını söylemiyor. Söyleyebilmesi mümkün de değil zaten. ‘Nükleer-emperyalist paylaşım savaşı’ gibi dev bir minareye yetecek büyüklükte kılıfı, laf cambazı Zizek bile bulamaz. O nedenle ‘filozofumuz’ ne dese beğenirsiniz: “Rus medyasında yazılanları takip ediyor musunuz?”
Uluslararası ilişkiler alanında analitik düşünce yetisine az buçuk sahip herhangi biri ne idüğü belirsiz metinlerin ne ölçüde ciddiye alınması gerektiğini bilir. Hele ki Türkiye’de yaşayan bizler için bunu anlamak hiç zor değil. Anaakım medyada edilen büyük ve radikal lafları takip eden kaç u dönüşüne tanıklık etmedik ki? Diğer ülkelerde anaakım medyanın attığı başlıkları da aynı şekilde değerlendirmeliyiz. Ne de olsa aynı çıkar gruplarının o ülkelerdeki izdüşümlerinden bahsediyoruz.
Yani Zizek’in dediğine göre anaakım medyası çöpe dönmüş her ülkeye nükleer füze sallamak ‘solcu’ olarak bir çözüm müdür? Madem çözüm budur, ‘hikmetinden sual olunmaz’ Batı medyası Filistin’de ve Ukrayna’da türlü kışkırtmalarla, savaş çığırtkanlığı yapıyorken bir nükleer de oraya gerekmez mi?
‘Solcu olarak’
Dolayısıyla Zizek’in kendi okuduğu manşetler üzerinden giderek aldığı nükleer silahlanma kararı, her şeyden önce çocukça söylenmiş, tutarsız bir ifade. Fakat Zizek, zırvalarının önüne bilinçli bir şekilde ‘solcu olarak’ ifadesini eklediği için konuyu sadece ‘tutarsızlık’ ve ‘analitik düşünceden yoksunluk’ olarak değerlendirip geçiştiremiyoruz. Öyle olsaydı şu ana kadar bariz bir şekilde görünen akıl tutulmasını bir de bizim göstermemiz zaman kaybı olacaktı. Fakat Zizek önermesini tehlikeli bir şekilde kendi ‘solculuğuna’ bağlayınca, at izi it izine karışıyor. Dolayısıyla bu koyun postu giymiş bir kurt hakkında birkaç söz söylemek gerekiyor.
Her şey tanımlamalarla başlar. Önce bir olayı nasıl adlandırdığımız konusunda net olmalıyız. Ukrayna-Rusya savaşı, açık bir şekilde emperyalist bir paylaşım savaşı olarak süregeliyor. Sırf Rusya’nın kendi etki alanında takip ettiği emperyal bir ajandaya sahip, diğer taraf da doğal olarak tek başına bağımsız bir özgürlük savaşı veriyor diyemeyiz. Nitekim Ukrayna’da savaşın başladığı 2014 tarihinden bu yana, özellikle de Rusya’nın üç yıl önceki harekatıyla birlikte Kiev’in NATO ve ABD güdümünde hareket ettiği gayet net bir şekilde önümüzde duruyor. Bugün geldiğimiz noktada Ukrayna toplumu Washington’un istediği bir savaş uğruna maddi ve manevi olarak erimekte.
İşte bu emperyalist kasaplığa karşı diğer tüm çözüm yolları baypas edilerek tek yöntemin anlamsızca kan dökmek olduğunu düşünmek, dün olduğu gibi bugün de sosyal şovenlerin ve burjuva-liberallerin işidir. Marksistlerin görevi ise asıl düşmanın ‘dışarıda’ değil, ‘içeride’ olduğunu işaret etmektir. Tersini yapmak, yani hakim burjuva-liberal anlatının dümen suyuna girip enternasyonalizmin üzerini çizmek demektir. Ve enternasyonalizmden vazgeçmek, işçi sınıfının iktidarını hedeflemekten vazgeçmek gibi Marksizmin çekirdeğini tahrip eder. Bu tahribata girişenler de, çekirdeğinden yoksun, tanımı muğlak bir ‘solculuk’ içerisinde ‘efendisinin uslu bir muhalifi’ olarak kendilerine yer bulurlar.
Fakat tarihin de bize gösterdiği üzere, emperyalist bir savaşın sıcaklığında haysiyeti korumak cesaret ister. Bedel ödemeyi zorunlu kılar. Persona non grata olmak, çıkar peşinde koşan büyük ego sahipleri için kolay değildir. Bu yüzden Zizek gibiler, kendilerini saran hakim siyasi atmosferin içerisinde bir köşeye sinip, güvenli bir alan tutmak isterler. Burjuva demokrasilerinde dahi iktidar savaş zırhını giydiği zaman, toplumun vitrinindeki kişileri aforoz edilme korkusu sarar. Küçük bir azınlığı oluşturan kimileri bu korkunun üstesinden gelip onurlu bir duruşu koruyabilir. Ancak büyük çoğunluk kendilerine sunulan ‘mikrofonu’ kaybetmemek adına kaçış yolunu tercih eder ve enerjisini, yeteneğini bu kaçışı gerekçelendirmeye harcar. Bilinçli ya da bilinçsizce yaptıkları bu tercihin ardından iki kutuptan birinin emniyetli kanatları altında ‘muhalif’ olurlar. Yine Türkiye’de, özellikle son 5-10 yıl içinde, bıçak kemiğe dayandığında aynı tavrı alanları çok net bir şekilde görmedik mi?
Zizek balonunu şişirenler
Zizek’in sözleri ‘solculuğunu’ gerekçe gösterdiği için sadece kendisini ilgilendirmiyor. Batı merkezli burjuva-liberal dünyanın kendisine sağladığı aforoz muafiyetinden aldığı güvence ile Marksizmi lekeleme amacı taşıyor. Üstelik yaptığı açıklama öyle münferit bir vaka değil. Örneğin Zizek, geçtiğimiz yıl The New Statesman’da yayınlanan yazısında “Sol, düzeni kabul etmeli” başlığı altında ‘emniyetsizliğin yoksulları zenginlerden daha çok etkilediğini’ söylüyordu.
Bunun da ötesine giderek Zizek’in savaş tamtamıyla saçmalamaya başlamadığını, daha önce de zaten Marksizme reformist kanallar açmakla meşgul olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Bu yüzden “Dün ne kadar bizimleydi ki bugün ihanet etmiş olsun” diye düşünenler olabilir. Kim bilir belki haklıdırlar. Fakat asıl mesele Zizek’in ne kadar saçmaladığını tespit etmek ve zırvalarının z raporunu çıkartmak değil; asıl mesele bugüne kadar nasıl kimi kesimlerce ‘Marksist filozof’ denerek göklere çıkarıldığı. Bu demek değil ki geçmişte yazdığı çizdiği ne var ne yoksa hepsi çöptür. Ancak Zizek’ten bir ‘Marksist deha’ yaratma çabası, görüldüğü üzere onu fena halde duvara toslattı. Ne de olsa Zizek gibi insanlara büyük beden kaftanlar giydirildikçe, hakim olduğu alanların dışına çıkıp kafalarına göre konuşma cesaretleri de ölçüsüz bir şekilde artıyor.
Bir düşünün, düne kadar ‘21. Yüzyıl Marksizminin öncü ismi’ gibi yakıştırmalarla sempozyum sempozyum gezdirilen bu insan, şimdi geliyor bize “Rus medyasında böyle şeyler yazılıyor, onlar da tıpkı Araplar gibi fanatik o yüzden Ukrayna’ya nükleer silah vermeliyiz” diyor. Bunda ciddi bir sorun yok mu? Demek ki bir kişinin titrini belirlerken ayağımızı yere basmamız ve o alandaki yetkinliğini sorgulamamız gerekiyor. Marksizmin 21. yüzyıldaki öncü isimleri yok değil. Yeter ki önce biz Marksizmin devrimci özünden ne anladığımızı fark edelim. Aksi takdirde düşüncelerimiz koyun postlu kurtların rehberliğine emanet olacak.
Gazete Duvar / 23.03.24