Özellikle son dönemde eski sosyalist ülkelerde palazlanan aşırı sağ ve anti-komünizm herkesin malumu. Yaklaşık beş yıl önce Polonya, ‘komünizmi ve totaliter rejimleri övmeyi yasaklama’ isimli anti-komünist yasa kapsamında Wroclaw kentinde bir heykeli yıktı. Tüm bu anti-komünist ‘vaftiz’ hamlesi yüzünden ilk bakışta bu yıkım ‘olağan’ bir hadise olarak görülebilir. Ne de olsa Polonya, Ukrayna ya da Baltık ülkeleri sadece Lenin heykellerini yıkmıyor, uzun zamandır “Sovyetler’i çağrıştırıyor” gerekçesiyle İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı mücadeleyi anlatan anıtları da yerle bir ediyorlar. Bu yüzden sözünü ettiğimiz heykelin de bir şekilde ‘Sovyetlere’ ait olduğu düşünülebilir. Fakat yıkılan heykel, Yunanistan’da kurşuna dizilerek öldürülen bir devrimcinin heykelidir: Nazım Hikmet’in yazdığı, Pablo Picasso’nun çizdiği ‘Karanfilli Adam’ Nikos Beloyannis’in heykeli!
Polonya’da hatırasını yaşatmak için dikilen mütevazi heykeli, 2019 yılında ölüm yıldönümünden günler sonra yıkılır. ‘Heykelin Sovyet güdümünde yapıldığı, dolayısıyla yıkılması gerektiğini’ düşünecekler, daha doğrusu anti-komünizm propagandalarını böyle gerekçelendirecekler çıkabiliyor. Ancak işin daha ilginci bu heykelin neden Wroclaw’da olduğudur: Polonya’nın güneybatısında bulunan Wroclaw kenti, ülkenin en küçük azınlıklarından birine ev sahipliği yapar. Bu kentte bugün yaklaşık 3-4 bin civarında Yunan yaşıyor. Wroclaw’da her ne kadar eskiden beri yaşayan Yunanlar olsa da, asıl göç Yunanistan İç Savaşı’nda komünistlerin aldığı mağlubiyetten sonra yaşanır. O yıllarda sosyalist bir ülke olan Polonya’ya göçen Yunan komünistler ve aileleri memleketlerinden çok uzak bu yerde yeni bir hayat kurarlar.
Bugün Beloyannis ve üç yoldaşının ölüm yıldönümü. Gelin, Karanfilli Adam’ın hikayesini hatırlayarak yıkılan heykelini yeniden dikelim.
Cezaevlerinden cephelere firar
Beloyannis, yoksul bir zanaatçının oğlu olarak 1915 yılında Mora Yarımadası’nda dünyaya gelir. Genç yaşlardan itibaren mücadelenin içerisinde yer alır. Lise sıralarında tanıştığı toplumcu fikirlerin ardından Atina Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında Yunanistan Komünist Partisi’nde (KKE) örgütlü mücadele yürütür. Burada içerisinde bulunduğu devrimci faaliyetlerden dolayı öğrencisi olduğu hukuk fakültesinden atılır. İktidardaki faşist Metaksas Diktatörlüğünün saldırganlaştığı 1930’larda memleketi Mora’da devrimcilik yapar, 1936 yılında tutuklanır. Cezaevinden kaçmayı başarsa da 1938’de tekrar yakalanır ve 5 yıl hapis, 2 yıl sürgün cezasına çarptırılır.
İkinci Dünya Savaşı çıktığında Beloyannis hâlâ cezaevindedir. Hatta komünist tutsaklar, Metaksas tarafından ülkeyi işgal eden İtalyan ve Alman güçlerine ‘nazikçe’ teslim edilir. Fakat bu sırada Beloyannis cezaevinden kaçmayı bir kez daha başarır ve çıkar çıkmaz 1943 yılında Yunanistan’daki partizanların arasına katılır. Nazi işgaline karşı komünistlerin öncülüğünde yürütülen Yunanistan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) direnişinin Patras ayağında yer alır. Kurtuluşun ardından yine aynı bölgede KKE’nin merkez kadrolarından biri haline gelir.
Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru KKE, askeri bir zafer kazanmış olmasına karşın siyasi bir mağlubiyetle karşılaşır. Ülkeyi büyük ölçüde kontrol eden parti, Varkiza Anlaşması ile birlikte silahlarını teslim ederler. Ancak İngiltere destekli burjuva-monarşist yönetim, ülke çapında ‘komünist avı’ başlatır. Bunun üzerine 1946-1949 yılları arasında sürecek, kanlı bir iç savaş yaşanır. (Savaşına ayrıntılarına, Varkiza Anlaşmasına ve öne çıkan devrimci Aris Veluçiyotis’in yaşamına daha önce değinmiştik, tekrara düşmemek adına hatırlatabiliriz).
Bu savaşta da Beloyannis, siyasi sorumlu olarak aktif bir şekilde yer alır. Girilen bir çatışmada 1948 yılında yaralanır. Komünistler, Ekim 1949’da savaşı kaybedince bir kıyımdan kaçmak üzere pek çoğu sosyalist Doğu Avrupa ülkelerine göç eder. Beloyannis de ülke dışına çıkanlar arsındadır ve sürgünde faaliyetine devam eden KKE’nin Merkez Komitesine seçilir. Fakat çok geçmeden Yunanistan’da yeraltı faaliyetini yürütmek üzere sahte belgelerle ülkesine geri döner. Bu çalışması sırasında 1950 yılında merkezi yönetim tarafından yakalanır ve tutuklanır.
‘Karşımda iki seçenek var: Ya ihanet ya ölüm'
Atina’da 1951 yılında Beloyannis ve 92 diğer yoldaşı hakim karşısına çıkar. 1947 yılında yürürlüğe giren ‘komünist propaganda’ suçlamasıyla yargılanırlar. Verilen karar Beloyannis ve 11 yoldaşının idamıdır. Ancak o yıllarda mahkeme üzerinde oluşturulan baskı, cezanın infazını engeller. ‘Komünist propaganda’ yeterli olmayınca, idamın gerçekleşebilmesi için yeni bir suçlamaya başvurulur. Bu sefer 1936’nın ‘casusluk’ yasaları gerekçe gösterilerek Beloyannis ve yoldaşları Sovyetler Birliği’nin hesabına çalışmakla yargılanırlar. Kendisine karşı kurulan bu komplo davalara karşı askeri mahkemede Beloyannis, son derece etkili bir savunma yapar:
“Biz ülkemizi ve halkımızı bizi yargılayan sizlerden daha çok seviyoruz. Bunu özgürlüğü ve bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde ve toprakları işgal edildiğinde kanıtladık. Biz ülkemizin güzel günler görmesi için mücadele ediyoruz. Açlık ve savaşların olmadığı bir ülke için, insanların rüya ve umutlarının ölçü alındığı şafakların sökmesi için. Bu uğurda gerekirse canımızı bile vermeye hazırız. Bizi yargılamak, barış için verilen mücadelenin yargılanması demektir. Siz Yunanistan’ı yargılıyorsunuz.”
Beloyannis, yolun sonunun kendisi için nereye varacağını bilerek, şu sözleri söyler:
“İnsanlığın en gelişkin akıllarınca tasarlanmış, en doğru teoriye inanıyoruz. Ve bizim çabamız, bizim mücadelemiz, bu teorinin Yunanistan’da ve tüm dünyada gerçeğe dönüşmesi içindir (…) Eğer KKE’den vazgeçmiş olsaydım, büyük ihtimalle büyük bir şeref ile suçsuz ilan edilirdim. Fakat benim hayatım KKE’nin tarihi ve onun faaliyetleriyle bağdaşıktır… Onlarca kez karşımda şu ikilemi gördüm: Yaşayıp inançlarıma ve ideolojime ihanet etmek ya da onlara sadık kalarak ölmek. Benim tercihim her zaman ikincisinden yana oldu, bugün de aynı seçimi yapıyorum”
‘Karanfilli adam’
Nitekim kendisinin de öngördüğü üzere Beloyannis ve yoldaşları ölüm cezasına çarptırılır. Dünya çapında bu kararı durdurmaya yönelik Charlie Chaplin, Nazım Hikmet ya da Jean-Paul Sartre gibi isimlerin de içerisinde bulunduğu büyük bir kampanya örgütlenir. Pablo Picasso da Beloyannis’in bir resmini çizer. Picasso, Yunan devrimciyi beyaz bir karanfil tutarken resmeder: Beloyannis’in duruşmalara hep beyaz bir karanfil ile geliyor oluşu nedeniyle bu fotoğrafı ünlenir.
İnfazından sonra Nazım Hikmet de bu karanfilli fotoğrafı dizelerine taşıyacaktır:
“Seher karanlığında, / Projektörlerin ışığında, / kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın / fotoğrafı, / duruyor üstünde masamın. / Sağ eli / tutuyor karanfili / bir ışık parçası gibi yunan denizinden. Karanfilli adam / ağır kara kaşlarının ardından / bakıyor cesur çocuk gözleriyle, / hilesiz bakıyor. / Türküler ancak böylesine hilesizdir / ve ancak komünistler / and içer böylesine hilesiz. / Dişleri bembeyaz: / Gülüyor Beloyannis. / Ve elindeki karanfil, / bu yiğit, / bu rezil / günlerde / söylediği sözlerden biri gibi insanlara... / Mahkemede çekildi bu fotoğraf. / İdam kararından sonra.”
Tüm kampanyaya rağmen, ABD’nin de baskısıyla birlikte infaz kararı kesinleşir. 1952 yılının 30 Mart günü Beloyannis ve yoldaşları kurşuna dizilir.
Beloyannis’in hikayesi, pek çok farklı düşünceyi aklımıza getiriyor. Öncelikle düzmece bir dava ile, adalet sisteminin nasıl çarpıtılabileceğini ve öyle ya da böyle gücü olanın elinde bir meşruiyet sağlama aracı haline gelebileceğini gösteriyor. Fakat bundan çok daha önemlisi, açlığın ve savaşın olmadığı bir dünya uğruna savaşmanın bedelini görüyoruz.
Bugün hâlâ Macaristan’da Beloyannis’in anısını yaşatan bir kent, Doğu Berlin’de ise bir başka heykel var. Belki bir gün onların da akıbeti Polonya’daki heykel gibi olur, kim bilir. Açlığa, savaşa ve sömürüye karşı uğruna yaşamını ortaya koyanlar oldukça yeni Beloyannis’in yeni yüzleri heykellere taşınacak.
Biz de bugün adına yazılan bir şarkıyla hatırlayalım Beloyannis’i. Hem Beloyannis’i, hem de Ege’nin ve dünyanın tüm denizlerinin kıyılarında ölüme yürümüş devrimcileri.
Gazete Duvar / 30.03.24