Hayatın her alanında artan kısıtlama ve baskılar, gazetecilerin de giderek daha çok kabuğuna çekilmesine yol açtı. Sadece basın özgürlüğündeki rekor gerileyişi kast etmiyorum.
Ekonomik zorluklar, iş bulamama, hedef gösterilme ve kriminalize edilme endişesi, pek çok gazeteciyi kendi baloncuklarında yaşadığı, birbiriyle konuşabildiği bir köşeye sıkıştırdı. (Kast ettiğim, her konunun uzmanı kesilen, hedef göstererek yaşayan tipler değil.)
Takdir edersiniz ki bu tam da iktidarın istediğiydi: Gazeteci, yalnızca Saray ve aparatlarının sesi olsun, istediği şekilde ve zamanda hazırolda dursun. Geri kalanlar yok olsun!
“Sistem dışı”na çıkarılan gazeteciler, nispeten daha özgür ve daha doğru yayıncılık yapmanın yollarını buluyor. Tabii çoklukla dijital medyada ve ancak geçimlerine katkı sağlayacak şekilde.
Fakat Anadolu’da yerel basının üzerindeki baskılar ve sorunlar, ulusal basından az değil. Hatta yer yer çok daha acımasız ve ezici olabiliyor.
Baskı ve zorlukların zirve yaptığı yerler, tıpkı siyasette olduğu gibi Kürt illeri. Ancak başka illerde de gazetecilik zor zanaat: Kapalı ilişkiler ağında varolduğun sürece mesleğini sürdürebiliyorsun. Adı konmamış bir ağalık sistemi hakim.
Bırakın Saray’ı, yüksek siyaseti... Şehre dair son derecede sıradan bir meseleyi gündeme getirmek, yazmak bile yerel gazetecilerin sonunu getirebiliyor. Peki bunda gazetecilerin sorumluluğu var mı?
Yerelden manzaralar: Tüccarlıkla gazetecilik iç içe
Haftasonu P24’ün Gaziantep’te düzenlediği gazetecilik atölyesine katıldım. İstanbul ve Ankara’dan bir grup gazeteci, bölgede çalışan ve mesleki kurumlarda yöneticilik yapan meslektaşlarla bir araya geldik. Suriyeli gazeteciler de vardı, iletişim öğrencileri de.
Farklı düşünce, grup ve yayınları temsil eden meslektaşlarla iki gün hak haberciliği tartışması yapmak, öğretici olduğu kadar düşündürücüydü de.
Bir sel sonrasında dahi altyapıdaki sorunları dile getirmeyen, en küçük bir eleştirel haber ya da paylaşım sonrası “basın ilan kurumu”ndan gelecek ilanların kesilmesi tehdidiyle karşılaşan, iş insanları ve bürokratik elitin bülteni şeklinde çıkan bir yerel medya manzarası tarif edildi.
Elbette halkının ve şehrinin faydası uğruna büyük çaba gösterenler, haberciliği büyük bedellerle sürdürenler de var, ama azınlıkta. Kendini gazeteci diye tanımlayanların başka işlerden para kazanıyor olması ve mesleki kimlikle tüccarlığın birbiriyle iç içe geçmesi, yaygın bir hastalık.
İyi de halkla ilişkiler yayıncılığını kim tabiri caizse “satın alır”?
Anadolu’da pek çok şehirde hala onlarca yerel gazete çıkıyor. Büyük çoğunluğu “varol padişahım” tadında, aynı manşet ve haberlerle... Haliyle kimse o yayını, o gazetecileri ciddiye almıyor...
Sonuç: Tıpkı merkez medyada olduğu gibi tek sesli, tek renkli ve hayli etkisiz yayınlar... Sadece bir avuç insanın nemalandığı bir yalan dünya.
Sorunun tek kaynağı siyasi ve ekonomik değil
Yerel medya da tıpkı ulusal medya gibi 50 yaş üstü erkeklerin –sünni ve milliyetçi- tekelinde bir alan. Gençlerin, farklı cinsiyet/etnik ve inanç gruplarının sesini, bu tip “her şeyi bilen” olgunlar heyetinin arasında duymak imkansız gibi.
Bölgedeki en hassas konulardan biri, Suriyeliler başlığı altında toplanan zengin-fakir/muhtaç-suçlu/kadın-erkek/Kürt-Arap, her Suriye vatandaşı.
Gaziantep, İstanbul’dan sonra Suriyeliler’in en yoğun yaşadığı il. Haliyle sorunlar da çatışmalar da çok fazla. Rahatsızlıktan ziyade apaçık nefret söylemine varan, artık kalıplaşmış bir takım cümlelerin (çok çocuk doğuruyorlar, kiralar yükseldi, vs) Suriyelilerin de olduğu bir ortamda söylenebildiğine şahit olduk. Neden böyle, sorumlusu kim sorusu sorulmuyor.
İstanbul’da, 35 yaşındaki bir Türk’ün sığınmacı bir çocuğa tecavüz edip imam nikahıyla evlenmesine dair bir haberi tartışırken “Ohooo bunlardan burada çok var” dendi.
Peki haber yapılıyor mu? Yo, yapılmıyor!
Gazeteciliğe dair gerçek ve can yakıcı sorun çok. Fakat kabul edelim ki bu sorunların tamamı, dış koşullardan kaynaklanmıyor.
Yerelde de ulusalda da gazeteciler, mesleğini, meslek ahlakını, sahiplik yapısıyla ilişkisini yeniden tanımlamadığı sürece daha özgür bir basın belli ki hayal olacak.
Korkarım benzer durum, akademiden sivil topluma pek çok alan için geçerli.
Artı Gerçek / 29.10.19