Hürriyet’teki son işten çıkarmaları yorumlayan gazeteci Ruşen Çakır, isabetli bir benzetme yapıyor: Gazeteler, ana akım medya artık “yaşayan ölüler”e dönüşmüş durumda.
Çakır’ın isabetli olduğu kadar acıklı medya tarifini dinlerken aslında Türkiye’de hemen her kurum ve sektörün benzer bir duruma geldiğini düşündüm.
Basın, yozlaşmanın, yasakçılığın, biatın ve bozulmanın en hızlı yaşandığı ve en görünür olduğu alan...
Fakat nereye dönseniz, nereye dokunsanız bin ah işitiyorsunuz.
İş insanından sağlık çalışanına, akademisyeninden hukukçusuna farklı alanlarda var olmak, işini iyi yapabilmek için olağanüstü çaba harcamaları gerekiyor.
Ne de olsa bu ülkede düzene biat etmeyen, farklı bir duruşu olan herkes dışlanıyor, başına büyük belalar açılıyor. Zor kullanarak, aleni bir şekilde en temel haklar çiğneniyor. Siyasi iktidarın duruma el koymasına gerek yok. Düzen, kendi muhbirleri, korkakları, fırsatçıları, tetikçilerini yaratmış.
Milyonlar, farkında olsa da olmasa da artık yaşayan ölülere dönüşmüş durumda.
Milyonlar, “hayatta kalma”ya çalışma, “mevzi”leri terk etmeme, dolayısıyla “bela çıkarmama” gayretinde.
Belki sorun tam da burada. Belki de sorun son tekmenin gelmesini beklemekte. Tekmeyi yiyene kadar ağzını açmamakta, “gittiği yere kadar” demekte.
Daha beteri, tekmeyi yese de ağzını açamamakta...
Avantajı dezavantaja bizzat çeviren bir muhalefet
Evet, Türkiye artık bir yaşayan ölüler ülkesi.
Her gün, ama her gün, gözümüzü binbir hak ihlaline, yolsuzluğa, vicdansızlığa, hoyratlığa açıyoruz.
Dün Mardin Kızıltepe ile birlikte HDP’li belediyelere atanan kayyım sayısı 15’e yükseldi.
Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. Aleni diktatörlüklerdeyse kurallar belli; seçim filan yok kardeşim.
Bu adaylar, seçim kanunlarına göre aday gösterilmiş ve seçilmemiş miydi?
Madem kayyım atanacaktı, neden seçim yapıldı?
Yolsuzlukları, görevi kötüye kullanmaları tescillenmiş yöneticiler ortada fink atıyor, alay eder gibi belediyelere atanıyor.
Birkaç cılız sesin haricinde, sağır edici bir sessizlik.
Bu korkunç, akıl ve izan dışı uygulamalara karşın etkin bir muhalefet yok.
Aksine, anamuhalefet zar zor elde ettiği bütün avantajları (yerel seçim sonuçları gibi) bizzat dezavantaja çevirmeyi çok iyi beceriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığındaki CHP, “aman sokağa çıkmayalım, aman vakvakları kızdırmayalım” diye diye yine kendini bitirme sarmalına girdi.
Suriye’ye harekât desteğini savunmak yetmedi. Kılıçdaroğlu el yükseltip, “İdlip ve Afrin’e çok güzel hizmet götürülüyor” diyor.
Sanırsınız ki CB Erdoğan konuşuyor.
Çok güzel hizmetten anladığı acaba ne?
Zombilik alametleri: Bugün bir kayyım daha...
Evet, Türkiye artık bir yaşayan ölüler ülkesi.
HDP milletvekillerinin polis çemberindeki yürüyüşü...
S. Demirtaş ve F. Yüksekdağ’dan sonra Abdullah Zeydan’a da tahliye kararının çiğnenmesi...
Hadi Kürtleri, HDP’yi bir kenara ayıralım...
Haydarpaşa’dan sonra Boğaziçi’nin yetkilerinin İBB’den alınmaya kalkılması...
Siyasi kararlarla şekillendirilen yargıya rağmen “Hukuk yollarına başvuracağız” demekten öte bir politika, söz üretememek...
Hakaret edenlere öbür yanağını çevirip suratına tükürüldüğünde “yarabbi şükür” demek...
Meclis bütçesinden taşan “ısraf” kalemlerini, dudak uçuklatan harcamalara rağmen halka hitap eden bir söylem üretememek...
Kuru basın açıklamalarıyla yetinip, olmayan bir Meclis’te siyaset yapar gibi görünmek...
Bunlar, zombilik alametleri değil de nedir?
Peki seçtikleri dahi yaşayan ölü gibi geziyorsa... Yurttaş ne yapsın?
Belki görmemeyi değil, görmeyi seçebilir.
Kendi sözünü söylemek istiyorsa başkalarının da sözünü savunmak gerektiğini anlayabilir.
Aksi takdirde ıspanağını yer, hastaneye kaldırılır ama “şükür bugün de ölmedim” diye besmele çekerek evine döner.
Artı Gerçek / 05.11.19