Yaklaşık 1 saat 20 dakika mahkeme heyetinin teşrif etmesini bekliyoruz. Yan odadan at yarışı anlatan birinin heyecanla yükselen sesi geliyor. Avukatlar soruyor, mazeret yok ama ‘her an’ gelebilirler, deniyor.
Ankara Adliyesi’nin, pardon Sarayı’nın, floresanla aydınlatılan, basık tavanlı, morg havasındaki gri-bej mozaik taşlarla kaplı koridorlarında volta atıyoruz.
Beklemeyi mesele ettiğimden değil. Düşünsenize, insanlar, yakınlarının kemikleri bulunsun, gömebilsin, sorumlulardan hesap sorulsun diye onyıllardır beklemiş, uğraşmış.
Beş saat beklesek ne fark eder?
‘Kızıltepe JİTEM davası’ Türkiye’nin en karanlık dönemi olan 1992-1996 arasındaki faili meçhuller ve sorumlularına dair görülen son dört davadan biri(ydi).
Ne oldu? 9 Eylül 2019’da, avukatların tüm eksiklikleri sıraladığı taleplerin incelenmesi, Adıyaman’da bağlantılı faili meçul davayla birleştirme talebi, yekten reddedildi. Sanık avukatları ise 30 kişilik salonun dolu olmasını ‘manidar’ bulduğunu belirtti.
Derken karar için heyet tekrar gözden kayboldu, 1.5 saat daha beklettikten sonra Başkan pek isteksiz, pek duyulmayan bir sesle, kararı okudu:
- Sanıkların tümününün ‘çete’den beraatine... ‘Kasten insan öldürmek’ten zaman aşımından dolayı davanın düşmesine...
Böylece yargı, sadece geçmişin değil.... Bugün ve geleceğin de üzerine -şimdilik- kalın bir perde çekmiş oldu.
Peki bir zamanlar AKP kurmayları ve medyasının pek hevesli olduğu, ‘bir dönemin faili meçhulleri ortaya çıkarılacak, yargılanacak’ söylemine ne oldu?
‘Silahlı örgüt kurmak’ ve ‘tasarlayarak insan öldürmek’ suçlamalarıyla yargılanan dört asker, beş korucu aklanmış mı oldu?
Onlar bu suçları işlemediyse, bu insanları kim öldürdü?
13 yıl sonra kuyular kazıldı cesetler çıktı
Mardin’de, 1992-1996 yılları arasında 22 kişinin keyfi infazı ve zorla kaybedilmesine dair açılan dava, ancak 2014’te iddianamenin kabul edilmesiyle başlayabildi.
Neden bu kadar geç, neden bu zamanlama?
1995 itibarıyla kimi kayıp yakınlarının verdiği dilekçeler, yaptıkları başvurular hiçe sayıldı. 2008’de, Kızıltepe’de verilen bir dilekçe üzerine nihayet savcı hareket geçti.
Üzeri beton ve taşla kapatılmış bir kuyudan iki cenaze çıkarıldı, kimliklendirme çalışması beş yıl sürdü. Halkın gayet bildiği, gösterdiği bölgedeki başka kuyularda da yapılan kazılardan 12 cesede ulaşıldı.
Ortaya çıkan deliller, bir dönem insanlığa karşı suçlar işlediğini belgeliyordu. Ancak dava süreci zor ilerledi.
İlk iş, davanın -tıpkı başka kritik davalarda yapıldığı gibi- olay yeri Mardin’den Ankara’ya ‘güvenlik sebebiyle’ nakli oldu. Ailelerin, halkın davayı izleyememesi, adalete öyle kolay ulaşılmayacağının kanıtıydı.
İki yüksek rütbeli asker, Hasan Atilla Uğur ve Eşref Hatipoğlu’nun yargılanması için izin almak da yıllar sürdü.
Davayı uzatan bir başka faktör, Nurettin Yalçınkaya’nın ölü olup olmadığına dair yazışmalardı. Oysa cesedi bulunmuş, DNA testi eşleştirilmiş ve defin belgesi eldeydi. Tuhaf bir şekilde eşinin 2004’te açtığı boşanma davasını dikkate aldı mahkeme.
Önce kaybettir, sonra buldur, şimdi yine kaybettir
90’lı yıllarda 1300 ila 1400 zorla kaybetme, 8-9 bin faili meçhul vakası olduğu sanılıyor. Ancak pek azı dava aşamasına gelebildi. 2009-2014 arasında toplam 15 dava açıldı. Son dönemde alınan beraat ve zaman aşımı kararlarıyla süren dava sayısı üçe düştü.
Sanıkların savunmaları, zaman aşımı ve cemaatin tasfiye hareketinin bir sonucu olarak yargılandıkları üzerinde yoğunlaşsa da Kızıltepe JİTEM davasını açan savcılar, Gülen üyeliğiyle suçlanmadı. Aksine şu anda görevlerinin başındalar, hatta terfi ettiler.
Bir başka önemli nokta, Ergenekon ve Balyoz davalarının, masa başında üretilen sahte belgelerden oluştuğu, değişen siyasi ittifaklarla kabul edildi.
Faili meçhul davalarsa, somut belgelere dayanıyor: Gözaltına alındıktan sonra buharlaşan insanlar... Yıllar sonra bulunan cesetler, adli raporlar, DNA araştırmaları... Ve çoğunun ifadesine bile gerek duyulmayan, birbirini tutan tanık beyanları...
Buna karşılık, her ölüme bireysel ölüm muamlelesi yapan bir yargı... Oysa aynı savcılığa yapılan ayrı başvuruları birlikte değerlendirse dahi kontragerilla yapılanma ortaya çıkacak. İnsanlığa karşı işlenen suçlar, herhangi bir adli vaka olarak da yorumlanamaz.
Avukat Nuray Özdoğan, her nakil, oyalama ve AYM kararıyla birlikte etkin bir yargılama yapıyoruz havası yaratıldığını bildiriyor:
‘Yargılananların pek çoğu üst düzey, herhalde ihtiyaç duyulan kadrolar. Bir bölümü hâlâ aktif, emekli olanlar da danışmanlık yapıyor.’
Mardin Kızıltepe davasının JİTEM’i somut hale getiren davalardan biri olduğunu belirten avukat Erdal Kuzu, durumu şu cümleyle özetliyor:
“Önce ailelere kaybettirdiler, sonra buldurdular, şimdi tekrar kaybettirdiler. Bu davalar, bir anlamda aklamaya döndü. Olumlu tarafı, kayıpların su üstüne çıkmasını sağladı. Sanıkların kim olduğunu herkes biliyor.”
20 Eylül’de Ankara’da JİTEM davası, 25 Eylül’de ise JİTEM ana davası görülecek... Türkiye’nin yakın geçmişini ve bugününü gerçekten merak edenler için ilginç olacak.
Artı Gerçek / 10.09.19