Bir zamanlar filozofların ahlaki tutarlılığın ve entelektüel terbiyenin koruyucuları olduğu varsayılırdı. Bu gelenek Avrupa'nın mevcut kültürel ortamında tamamen yok olmuş görünüyor.
Ana akım medyada ve akademide entelektüel cesaretin yerini konformizm, ikiyüzlülük ve güçlülerle suç ortaklığı almış durumda. Birkaç hafta önce önde gelen bir Alman filozof, İsrail'in her geçen gün daha fazla insanın soykırım olarak kınadığı bir toplu katliam eylemine giriştiği bir dönemde, İsrail'i anlayışla karşılayan bir metin yayınladı. Bu metinde ünlü filozof (ve bazı meslektaşları) "Gazze'de akan kanı soykırıma benzetmek kabul edilebilir tartışma sınırlarının ötesindedir" diye yazmış, ancak İsrail'in milyonlarca insanı hapsetmesine, milyonlarca Filistinlinin evini işgal edip yıkmasına, iki ay içinde on bin çocuğu öldürmesine izin verilirken bizim bu eylemleri soykırım olarak kınamamıza neden izin verilmediğini açıklamayı ihmal etmiş. İsrail, Gazze'deki cehennem hapishanesinde sıkışıp kalan Filistinlileri ayrım gözetmeksizin hedef alıyor, ancak filozoflar, özellikle de Almanya'da, bunu soykırım olarak adlandırmamalı. Neden?
Alman entelektüeller "Nie wieder" (bir daha asla) dediğinde, (elbette safça) şunu söylemek istediklerini sandım: Etnik temizlik, bir daha asla; toplu sürgün, bir daha asla; ırk ayrımcılığı, bir daha asla; imha kampları, bir daha asla; Nazizm, bir daha asla!
Önde gelen filozofun ve Avrupalı siyasi seçkinlerin sözlerini okudukça, eskiden entelektüel olan çoğunluğun sessizliğini dinledikçe, bu iki kelimenin ("Nie wieder") farklı bir anlamı olduğunu, Alman bakış açısından bu kelimelerin şu şekilde yorumlanması gerektiğini anlıyorum: Altı milyon Yahudi, iki milyon Rom, üç yüz bin komünist ve yirmi milyon Sovyeti öldürdükten sonra, biz Almanlar İsrail'i ne olursa olsun koruyacağız, çünkü onlar artık bizim üstün ırkımızın düşmanı değil, bir parçası. Bu nedenle onlara bizim zaten sahip olduğumuz ayrıcalık tanınmıştır: Sömürgecilerin, sömürenlerin, yok edenlerin ayrıcalığı.
İsrail, bizim Güney ve Kuzey Amerika'nın yerli halklarına, Avustralya'nın aborjinlerine ve daha nicelerine yaptıklarımızı yapmasına izin verilecek olan Üstünlükçüler Kulübü'ne seçildi. Biz beyaz ırk olarak, yeni müttefikimizin Akdeniz kıyısında bir imha kampı inşa etmesine karar verdik: Buna "sahilde Auschwitz" diyelim.
Avrupalı entelektüeller bu konuda o kadar sessizler ki, bu kategorinin neslinin tükendiği ve yerini İkiyüzlüler Kurumu'nun aldığı sonucuna vardım. Fransa'da ve Almanya'da siyasi otoriteler, Gazze'de ve Batı Şeria'da yaşananlar hakkında birilerinin gerçeği söylemesini kabul etmek istemiyor gibi görünüyor: 75 yıllık İsrail şiddetinin etkileri söz konusu olduğunda, Ubermenschen'in (üst insan varsayılanın) Untermenschen (alt insan varsayılan) üzerinde her gün gerçekleştirdiği katliamlar söz konusu olduğunda, muhalif sesler yasaklanıyor, kitaplar kütüphanelerin raflarından kaldırılıyor ve ifade özgürlüğü yasaklanıyor.
Alman makamları mükemmel demokrasimizi korumak için STASİ döneminde olduğu gibi hareket ediyor. Mükemmel demokrasimizi korumak için Filistin'de her gün çocuklar öldürülüyor. Açlıktan, susuzluktan, soğuktan, yağmurdan, hastalıktan ve tabii ki bombalardan, daha fazla bombadan muzdaripler ama Avrupalı entelektüeller bunun bir soykırım olduğunu söyleyemezler. Gençler şehirlerde İsrail işgaline, Apartheid'a ve etnik temizliğe karşı yürüyor, Yahudi halkının büyük bir kısmı soykırıma karşı ayaklanıyor ama Avrupalı ikiyüzlüler tarafından anti-Semitizmle suçlanıyorlar.
Eskiden aklın ve insan haklarının evrensel değerler olarak tasarlanması gerektiğine inanırdım, ama şimdi anlıyorum ki Avrupalı entelektüeller için evrensel, "beyaz" anlamına geliyor. İkiyüzlülük, AB'nin tüm ülkelerinde yükselmekte olan ırkçılık ve saldırganlığın kara dalgasını beslemiş. Avrupa'nın sessiz entelektüelleri, Birliği saran faşizm dalgasının yükselişinden sorumlu.
Horkheimer ve Adorno 1941'de şu sözleri yazmıştı: "Aydınlanma kavramının kendisi... bugün her yerde yaşanan gerilemenin mikroplarını barındırmaktadır. Eğer Aydınlanma bu gerileme anının bilincini kucaklamazsa, kendi ölüm fermanını imzalamış olur. İlerlemenin yıkıcı yönü üzerine düşünmeyi ilerlemenin düşmanlarına bırakırsak, pragmatizmin körleştirdiği düşünce, kapasitesini yitirecektir..." Akdeniz'de boğulan on binlerce insan gerçeğine ve Filistin halkına uygulanan Holokost gerçeğine gözlerimizi kapattığımız şu günlerde bu sözler tekrar söylenmelidir.
Franco 'Bifo' Berardi, otonomist gelenekten bir İtalyan Marksist filozof, yazar, teorisyen, aktivist ve kültür eleştirmenidir.
*Editör Notları: Franco Bifo Berardi bu mektubu Frankfurt Okulu'nun yaşayan ünlü filozofu Jürgen Habermas'ı eleştirmek için yazmıştır. Habermas'ın Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther ile birlikte kaleme aldığı bildiri Dayanışmanın İlkeleri başlığı altında imzalanmıştır. Bu bildiri 13 Kasım 2023 tarihinde Frankfurt Goethe Üniversitesi Normative Orders web sitesinde yayınlanmıştır. Dayanışma bildirisi, Yahudi devletinin askeri misillemelerini üç ilke doğrultusunda savunmayı amaçlıyordu: orantılılık ilkeleri, sivil kayıpların önlenmesi ve gelecekteki barış beklentisiyle bir savaş yürütülmesi. Habermas ve diğerlerinin mektubunu buradan okuyabilirsiniz: https://www.normativeorders.net/2023/grundsatze-der-solidaritat/
Kaynak: https://www.dialetika.org/post/notes-from-bifo-genocide-in-palestine-and-conformism-hypocrisy-and-complicity-of-western-intellect
Çeviri: Serap GÜNEŞ
Franco 'Bifo' BERARDI – ozgurpolitika.com / 22.01.24