14 Nisan’da Cidde, 1 Mayıs’ta Amman’da yapılan ön müzakerelerin ardından 7 Mayıs’ta Kahire’de düzenlenen dışişleri bakanları toplantısında Suriye’nin Arap Birliği Meclisi’nin yanı sıra tüm kurumsal çalışmalara katılımının önü açıldı.
Devlet Başkanı Beşşar el Esad isterse 19 Mayıs’ta Riyad’da düzenlenecek liderler zirvesine katılabilecek.
Suriye’nin üyeliği 16 Kasım 2011’de Kahire’deki dışişleri bakanları toplantısında askıya alınmış, ülkenin koltuğu 24 Mart 2013’te Doha’daki zirvede Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu'na verilmişti.
14 Nisan’daki Cidde toplantısının ardından Katar, Suriye’nin dönüşünü bloke eden tutumunda ısrar ederken Kuveyt, Fas, Yemen ve Mısır’ın itirazları olduğu öne sürülmüştü. Bunlar arasında Şam’la ilişkilerini geliştiren Mısır’ın tutumu pek anlaşılır değildi. Mısır’ın tereddütleri muhtemelen Körfez’den gördüğü ‘mali’ ilginin Suriye’ye kayma ihtimalinden kaynaklanıyordu.
Suriye’ye yeşil ışık yakan, Kahire buluşmasının ardından, Katar ülkenin siyasi tutumuna tekrar açıklık getirdi:
“Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşü konusundaki bölgesel uzlaşıya rağmen Katar’ın Şam ile normalleşme konusundaki tutumu değişmedi.”
Ancak Doha yönetimi de bu kararın Şam’da siyasi çözüme yönelik dönüştürücü bir etki yaratması umuduna sığınıyor.
Suriye’ye kapıların yeniden açılması konusunda öncü çaba Şam’daki elçiliğini 2018’de devreye sokan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) aitti.
Arap ülkelerinin kritik eşiği aşması ise son birkaç ayda Suudi Arabistan’ın tutum değişikliği sayesinde oldu.
Suudilerin nisan başında Çin’in arabuluculuğunda İran’la uzlaşması Riyad-Şam arasında köprülerin yeniden kurulmasını kolaylaştırdı. Yakalanan olumlu ivmeyle Suriye’yi 19 Mayıs’taki zirveye taşıyacak süreç hızlıca olgunlaştı.
Ayrıca depremin siyasi fay hatlarını da kırdığını hatırlatmak gerekiyor.
Parola “Adıma karşı adım” ama Esad’ın atacağı adım meçhul
Normalleşme sürecinin idaresinde Ürdün’ün ABD ve Rusya’ya önerdiği ‘adıma karşı adım’ yaklaşımından ilham alan bir yol haritası öne çıkıyor.
Fakat bir süre öncesine kadar BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına göre siyasi çözümün bulunması, bu minvalde yeni anayasanın hazırlanıp adil ve şeffaf seçimlerin yapılması, mültecilerin güven içinde geri dönüşlerinin sağlanması, siyasi tutukluların bırakılması ve muhaliflere takip edilmeyecekleri güvencesinin verilmesi gibi ön koşullar masadayken bu hedefler diplomatik angajmandan sonraya bırakılıyor. Yani ön koşulu beklentiye çeviren bir esneme yaşanıyor.
Esasen Suriye’nin yeniden inşa ve toparlanma için normalleşmeye olan ihtiyacı had safhada olsa da bunun için taviz verdiğini gösteren bir bilgi yok.
Daha önce El Ahbar gazetesi, Esad’ın Şam’a gelen arabuluculara "Arap kanının dökülmesine ortak olan ülkeleri affetme hakkına sahip olan Suriye’dir. Suriye'nin iç durumu hakkında herhangi bir ülkeyle görüşmeye hazır olduğunu düşünmek yanlış olur, zira iç meseleleri herhangi bir şekilde müzakereye etmeye yer yok” dediğini aktarmıştı.
El Mayadin’e göre de Esad, misafirlerine, Arap Birliği’ne dönmek için yanıp tutuşmadığını fakat ön koşul olmadan ikili ilişkileri düzene sokmaya hazır olduğu mesajı vermişti.
Gelişmeler “Esad bedel ödemeden asla” diyen kanatlar için düş kırıklığı anlamına geliyor.
Normalleşmeye iten bölgesel ve uluslararası koşullar
Suriye krizine dahil olmuş aktörlerin ön koşulları bir kenara bırakıp Şam’la köprüleri yeniden kurmasının altında pek çok faktör yatıyor.
Arap ülkeleri arasında Suriye’ye karşı yaptırım ve tecrit siyasetiyle sonuç alınamadığı kanaati giderek yaygınlık kazandı. Sonuçta Esad yönetimi ülke toprakları üzerinde tam hakimiyetini tesis edemese de yenilmedi. Ayrıca tecrit ve yaptırım siyaseti Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmadığı gibi tam tersi siyasi, askeri ve ekonomik veçheleriyle bağımlı hale getirdi.
Ürdün Kralı Abdullah’ın artık başka bir yolun denenmesi konusundaki önerisi 18 Şubat’ta Münih Güvenlik Konferansı’nda Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan tarafından dillendirilince yankı uyandırdı. Yine de ABD’nin Sezar Yasası ile dayattığı yaptırımlar müttefiklerinin Şam’la ilişkileri normalleştirmesinin önündeki en büyük engeldi. Amerikan tutumunda da bir yumuşama not ediliyor.
Amerikan belirleyiciliğini ya da caydırıcılığını azaltan bir dizi gelişme sıralanabilir:
-
İran ya da ilintili milis güçlerinin Suudi Arabistan ve BAE’yi hedef alan saldırıları karşısında ABD’nin koruma taahhüdü işe yaramadı.
-
Biden yönetiminin Cemal Kaşıkçı cinayetinden dolayı Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a parmak sallayıp ilişkileri gözden geçirme sözü ters tepti.
-
Suudiler Rusya ve Çin’le ilişkileri artırarak ortaklığın alternatifsiz olmadığını gösterdi. Aralık 2022’de Riyad’da düzenlenen Çin-Arap zirvesi onlarca yıl önce Amerikalıların Suudilerle petrol, dolar ve güvenlik ayakları üzerine kurduğu ortaklık modelinin miadının dolduğuna işaret ediyordu.
-
Çin, Orta Doğu’da ekonomi ağırlıklı stratejisine diplomasi boyutu katarak Amerikan hegemonyasında gedik açtı. Pekin’in iki ülkeyi barıştırması beklenmedikti ve Amerikalıları ters köşeye yatırdı. Halbuki Amerikan nüfuz oyunu İran-Suud husumeti üzerine kuruluydu.
-
Suudiler bölgede gerilimler sürdüğü müddetçe 2030 Vizyonu ile belirlenen yatırım ve kalkınma hedeflerine ulaşamayacağını fark etti.
-
Suudiler artık ABD karşısında 11 Eylül 2001 saldırılarının bindirdiği kamburu sırtlarında taşımıyor. Araplar arası sorunları geriletecek yeni bir sürece öncülük etmenin Suudilerin liderliğini pekiştireceği de hesaba katılıyor.
-
Rusya’yı tecrit ve cezalandırma siyaseti ortaklar arasında özellikle OPEC+ platformunda karşılık bulmadı.
-
Türkiye’nin Moskova’da kurulan dörtlü masayla Şam’la anlaşması Arap cephesinde bir rekabet etkisi yarattı. Şam’la erken barışanın bu ülkenin geleceğinde daha fazla söz sahibi olacağı değerlendirmesi öne çıktı. Ankara-Şam ilişkilerinin normalleşmesi halinde Suriye’ye güçlü bir nefes borusu açılacağı ve geride kalan Arap Birliği’nin açılımının değersizleşeceği öngörüsü dikkate alındı.
-
Bir tarafta Suriye kaynaklı uyuşturucu trafiği Körfez ülkelerini zorlamaya başlarken diğer tarafta Ürdün ve Lübnan’daki Suriyeli mülteciler sorunu daha fazla ötelenemez hale
ABD kendi kartlarını yeniden karma gereği duyuyor
Amerikan itirazına rağmen Şam’la normalleşmede ısrar edenler şimdiye kadar izlenen siyasetin başarısızlığına değinip “Arap rolünü hayata geçirme” ihtiyacı üzerinde duruyor.
Arap rolünün devreye sokmanın yolu evvela diplomatik ilişki, insani yardımlar ve Suriye’yi Arap Birliği’ne döndürmekten geçiyor. Bu angajman siyasi çözüm yollarını destekleme, ülkenin toprak bütünlüğünü sağlama, terör örgütlerinin varlığını bitirme ve yabancı müdahalelere son verme hedefleriyle formüle ediliyor.
Bu hedeflerin muhataplarından biri üç askeri harekâtla Suriye’nin kuzeyinde belli parçaları kontrol eden Türkiye, diğeri ülkenin kuzey doğusunda 900 asker bulundurup Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) destekleyen ABD.
Biden yönetimi yaptırımların hala devrede olduğunu belirterek caydırıcı olmaya çalıştığı görüntüsü verse de Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünü durduracak bir pozisyonda durmadı. ABD Dışişleri, Arap ortakların Suriye’de güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi hedeflerini paylaştıklarını ama Esad’ın krizin çözümüne yönelik istekli olacağından şüphe duyduklarını kaydetti.
Ayrıca Moskova masasının başarılı olması halinde Fırat’ın doğusundaki Amerikan varlığına karşı Rus ve Türk baskısının artacak olması ABD’yi Arap rolü konusundaki inisiyatife şans vermeye zorluyor. Türkiye-Suriye normalleşmesi SDG’nin bitirilmesi hedefine göre şekillenirken Arap normalleşmesi potansiyel olarak bu gücün Suriye ordusuna sokulması çabalarını kolaylaştırabilir.
Bölgesel müttefiklerle ilişkileri yeniden ele alma gereği duyan Biden yönetiminin bu kritik dönemeçte Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ı Riyad’a göndermesi önemli.
Arap Birliği’ne dönüşün ikili ilişkilere etkisi ne kadar olur?
Kahire’de belirlenen hedeflere yönelik etkili adımlar atılabilir mi? Bunu kestirmek zor. Kararların uygulanmasını denetlemek üzere Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Lübnan ve Mısır’ın katılımıyla bir komite oluşturulacak. Bu komitenin hazırlayacağı raporlara uygun olarak yol haritası belirlenecek.
Arap Birliği pratikleri sürecin dağınık ve uzun olacağını söylüyor. Fakat Suriye kararının diplomasi alanına etkileri kaçınılmaz olabilir. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmet Ebu Geyt "Suriye’nin eski haline dönmesi Arap ülkeleri ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştiği anlamına gelmiyor. Bu her bir ülkenin kendi vereceği bir karardır” dese de Suriye’nin birliğe dönüşü Arap ülkelerinin ikili ilişkileri geliştirmesinin önünü açabilir. Son birkaç ayda artan diplomatik temaslar genişleyebilir.
2011’den itibaren birkaç sefer Rusya ve İran’ı ziyaret eden Esad martta BAE ve Umman’da ağırlanmıştı. Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ise Mısır, Tunus, Ürdün, Cezayir ve Suudi Arabistan’a ziyaretlerde bulundu.
Diplomatik temaslar artsa da normalleşmenin yeniden inşanın önünü ne kadar açacağı belirsiz. Sığınmacıların dönüşünü kolaylaştıracak bazı yatırımlar insani yardım çerçevesinde ele alınıyor ama ABD ve AB’nin yaptırımları bütün bunların önünde fren vazifesi görüyor. Arap Birliği üyeleri yaptırımları aşındırmayı ne kadar göze alabilir? Ya da ABD bu akışın önünde ne kadar durabilir?
Kuşkusuz ABD de bu normalleşmenin Şam’da tutum değişikliğine yardımcı olmasını ve İran’ın geriletilmesini bekliyor. 3-4 Mayıs’ta İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Suriye ziyaretinde stratejik ortaklığın ekonomik işbirliği anlaşmalarıyla teyit edilmesi ABD’nin birincil beklentisinin kolayca karşılık bulamayacağını gösteriyor. Arapların Suriye’den ciddi karşılık alarak bu adımı çıkarımı yanıltıcı olabilir.
Muhalifler için "ölüm"
Muhalifler ise bir tarafta Türkiye’nin diğer tarafta Arapların Şam’la normalleşme çabalarını hayal kırıklığı içinde izliyor. Arap Birliği’nin adımı muhalif güçler açısından yeni bir hezimete işaret ediyor.
Hali hazırda İstanbul, Riyad, Doha ve Kahire merkezli muhalif gruplar ancak finansörleri sayesinde Astana ve Cenevre süreçlerinde var olabilmişti. Krizin ilk yıllarında Türkiye ve Ürdün muhalif güçlerin eğitilmesi ve donatılmasında iki önemli hat olarak kullanılırken Suudi Arabistan ve Katar gibi Körfez ülkeleri sürecin finansmanında yer almıştı.
Suudi-Emirlikler ikilisi ile Türkiye-Katar ekseni arasındaki ayrışmalara ilaveten 2014’te ABD’nin, 2015’te Rusya’nın ve 2016’da Türkiye’nin doğrudan sahaya intikali vekalet savaşının amaç ve araç bütünlüğünü bozmuştu. Yine de Şam’a karşı diplomatik tecrit ve yaptırımlar onların elindeki en büyük kozdu.
Muhaliflerin müzakere komitesi Başkanı Bedir Camus, kendisinden beklenen hiçbir şeyi yerine getirmeden Suriye’nin Arap Birliği’ne döndürülmesini “Suriye halkının isteklerinin tehlikeli şekilde gözardı edilmesi” ve “siyasi sürecin öldürülmesi” olarak niteledi.
Belli ülkelerden himaye görmeye devam etseler de normalleşme süreci muhalifleri önemli ölçüde denklemden düşürebilir.
BBC Türkçe / 09.05.23