Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa Türkiye-Rusya ilişkilerinde ne değişir? Kılıçdaroğlu’nun Rusların seçime müdahale ettiği suçlaması epey toz kaldırdı. “Sevgili Rus dostlarımız, dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar, kumpaslar, deep fake içerikler, kasetlerin arkasında siz varsınız. Eğer 15 Mayıs sonrası dostluğumuzun devamını istiyorsanız, elinizi Türk’ün devletinden çekin. Biz hâlâ iş birlikten ve dostluktan yanayız” diye çıkıştı. Mesajın İngilizce ve Rusça çevirileri Türkçesiyle uyumsuzdu. Hatta Rusçası çok özensiz bulundu. Kremlin yanıtsız bırakmadı: “Şiddetle reddediyoruz. Bu iddiaları muhalefet adayına ileten kişiler yalancıdır.”
Kılıçdaroğlu ise “Elimde somut kanıt olmasaydı tweeti atmazdım” diye üsteledi.
Bu çıkışın Rusya politikalarına aşina olanlar tarafından yadırgandığını not edelim.
Kılıçdaroğlu’nun elindeki bilginin ne olduğunu ya da kaynağını bilmiyoruz. Kendisi “İletişim Başkanlığı’nın yurt dışındaki profesyonel hackerlerle ne işi olabilir” diye soruyor. İşin içinde Rus istihbaratı mı yoksa kiralık Rus hackerler mı var? Bilgi ne yönde? Ya da Kılıçdaroğlu yanıltılıyor olabilir mi? Türk-Rus ilişkilerini hedef alan bir istihbarat oyunu olabilir mi? Arkasında Amerikan, İngiliz ve Ukrayna istihbaratının olabileceği ihtimali dışlanabilir mi? Belki öğrenme imkânımız olmayacak.
Ruslar ABD seçimleri ve Brexit sürecinde de suçlanmıştı. “Ruslar yapmaz” diyebilecek konumda değiliz ama bütün bunlar, iddia sahiplerinin sonunu getiremediği bir tartışma olarak kaldı. Merak edenler ABD’de iki yıl süren soruşturmanın sonuçlarına bakabilir. Doğru olduğu varsayılsa bile Rus müdahalesinin etkileri ölçülemezken bu iddiaların suçlamayı yapan taraflara getirisi daha fazla oldu. “Rus müdahalesi” konusu artık özellikle Batıda siyasi tarafların birbirini yıpratma kampanyaları için sonsuz bir kaynak. Sözgelimi Biden’ın oğlu Hunter’ın skandal saçan bilgisayarıyla ilgili 51 eski istihbaratçı ortak mektup yazıp “Bu bir Rus dezenformasyonudur” demişti. Eski CIA Müsteşar Yardımcısı Michaell Morell, Senato’da “Aslında hiçbir delilimiz yoktu. Bize mektubu Dışişleri Bakanı Antony Blinken yazdırdı” diye yumurtladı.
Kılıçdaroğlu bu çıkışla belki kirli müdahalelerin önünü almak istedi. Letonya merkezli Rus muhaliflerin yayın organı Meduza’nın yazarı Ruslan Süleymanov, “Bence bu (Kılıçdaroğlu’nun çıkışı) Erdoğan'ın halen oynayacağı kartlar olduğuna ilişkin Rus hackerlara yönelik net bir mesajdı” diyor. Belki Erdoğan’ı mülteci hapishanesinde bir bekçi olarak görüp ikircikli davranan Batılıları dürtmeyi denedi. Ya da tersinden “Batı’nın maşası” diyenlere susun demeye çalıştı. Bunu liderlik gösterisi olarak okuyanlar da çıkabilir. Durum yoruma açık.
Rusya’da hakim hava Putin’in Erdoğan’ın gidişini sessizce izlemeyeceği yönünde bir çıkarıma neden olmuştu.
Valday Kulübü Program Direktörü Oleg Barabanov, ABD’deki seçimler sırasında Rusların “bizim adayımız” diye Trump adına kaygılandıklarını, şimdi aynı refleksin Erdoğan için geliştiğini not ederken “Erdoğan’dan başka hiçbir yabancı siyasetçi Rus basınında bu kadar kutuplaşmış sıfata (dost-düşman ya da melek-şeytan) maruz kalmadı” tespitini yapıyor. Erdoğan’ın Rusya ile Ukrayna arasında dürüst bir arabulucu olduğunu ve hiçbir dünya liderinin onun başardıklarının yakınından bile geçemediğini de not ediyor. “Dünyaya açılan pencere olarak Türkiye’nin rolü vazgeçilmez” diye ekliyor.
Bunlar, Rus kaygılarını anlaşılır kılıyor. Fakat bundan hareketle “Rusya seçime kesin müdahale eder” sonucuna varmak ciddi bilgi ve istihbarat gerektirir.
Kılıçdaroğlu kazanırsa bunun ufaktan bir telafisi gerekebilir. Reddiyenin devamında “Türkiye ile ilişkilerimize çok değer veriyoruz” diyen Kremlin belli ki bunu mesele yapmak istemiyor. Bazı şeyler seçimin hararetine verilebilir.
***
Bizdeki Avrasyacı-ulusalcıların Rus versiyonları, muhalefetin Batı destekli olduğu iddiası üzerinden Türkiye’de Rus karşıtı bir iktidar oluşacağı sonucuna varıyor. Mesela “Amerika ikinci bir Zelenski yaratmak istiyor” iddiasından heyecana kapılanlar var. Avrupalıliderlerin Erdoğan'ın kaybetmesine sevinirken Putin’in kesinlikle kaybedeceğini öne süren New York Times gibi batılı gazetelerin yorumları da Rusların kaygılarını kaşıyor. Böylesi bir atmosferde Yeni Türkiye Araştırmaları Merkezi (YETAM) Başkanı Yuriy Mavaşev de çıkıp “Öyle ya da böyle Rus istihbaratının, Erdoğan'ın kazanması için her şeyi yapmaya hazır olduğundan hiç şüphem yok” deyince olay oluyor. Fakat Rus devlet aklı ve kurumsal refleksleri bu yorumlara indirgenemez. Yıllarca Aleksander Dugin’i “Putin’in akıl hocası” diye sunanlar bunu göremeyebilir. Putin’in Rusya’sı Erdoğan’ın Türkiye’si kadar kurumsallıktan kopmadı. Güçlü liderlik, Rusya’nın kurumsal tercih ve karakteriyle çelişmiyor. Putin de o yapıyı temsil ediyor.
Putin elbette karşısında Erdoğan gibi bir lider bulamayacak. Fakat neticede bir dost kaybedip düşman kazanmıyor. Erdoğan’ın Putin’le kimyasal uyumuna dair mürekkep tüketenlerin tutarlı olabilmesi için halının altına süpürülmesi gereken çok şey var. Evet, iki lider epey kırıp döktükten sonra birbirinin dilini, huyunu ve gider noktalarını keşfetti. Kim keşfetmedi ki; Donald Trump ve halefi Joe Biden mı, François Hollande ve halefi Emmanuel Macron mu, Angela Merkel ve halefi Olaf Scholz mu? Hepsi!
Erdoğan iktidar yolculuğuna çıkarken ABD ve NATO’nun sadık ortağı olarak kendini konumlandırmıştı. Afganistan işgalinin sivil ayağında yer aldı. Irak işgaline katılmak için de can attı. Yıllarca BOP Eş Başkanlığı ile böbürlenip durdu. Türkiye’ye “model ülke”, Erdoğan’a “Müslüman demokrat” diye diye koca ülkeyi taşeron eylediler. Erdoğan ‘uyumla’ sunduğu hizmetleri bir noktadan sonra arıza çıkartarak yapar hale geldi. Ama kavganın sonunda müttefiklerine “Erdoğan tamamdır” dedirtmesini bildi. Obama beyzbol sopasını gösterdiğinde işe yaramadı mı? Trump “Aptal olma” diye mektup yazdığında istediği sonucu alamadı mı? Aldı. Putin de aynısını yaptı ve aldı.
Rusya, Suriye krizine askeri olarak müdahale ederek Erdoğan’ın Bilad-i Şam’ın efendisi olma hayallerini söndürdü. Türkiye’nin Libya müdahalesini Mısır’la birlikte Sirte hattında kesti. Eee Erdoğan da Putin’in işlerini zorlaştırarak kendince bir al-ver dengesi kurdu. Suriye, Libya, Kafkasya ve Ukrayna’da Putin’in canını sıktı. Ama beri tarafta Suriye’de Rus uçağının düşürülmesi ve Ankara’da Rus büyükelçisinin öldürülmesi Erdoğan’ı diyet ödemeye mecbur bıraktı. S-400 bunlardan biri. Rusya ilk fırsatta İdlib’de Türk askerlerini vurdu. Yani kimyasal uyumun altında yara bere çok. Güven yok. Putin, Erdoğan’ın NATO’da bir süre gürültü patırtı çıkardıktan sonra Finlandiya’nın üyeliğine onay vereceğini bilmiyor muydu? Ya da koltuğu korursa haziran zirvesine kadar İsveç’in önündeki vetoyu kaldıracağını kestiremiyor mu? Ukrayna’ya akmaya devam eden zırhlılar ve mühimmatı görmüyor mu? Tam bu yüzden Rus dünyasında Erdoğan bir gün ‘dost’, bir gün ‘düşman’.
Putin, Erdoğan’ın ambargolara uymamasından ve Boğazlardaki rejimi korumasından memnun ama Kiev’le dayanışmasından ve ikili oyunlarından ifrit oluyor. Aşk ve nefretin birbirini tepiklediği bir ilişki.
Doğalgaz tahsilatının kısmen ertelenmesi ve Akkuyu nükleer santrali için öngörülen paranın Türkiye Merkez Bankası’na park edilmesi Putin’in Erdoğan lehine seçim yatırımı olarak algılandı. Fakat Kılıçdaroğlu’nun kazanabilecek bir lider durumuna gelmesi karşısında Putin’in yas tutmaya başladığını ya da yeni bir değerlendirmeye gitmediğini düşünmek saflık olur. Stratejik devlet aklı bunu gerektirir. Putin nükleer santraldeki uyduruk törene isteseydi gelebilirdi ama uzaktan katılmayı tercih etti. Ukrayna savaşına ve güvenlik risklerine bağlansa da bence Erdoğan’ın seçim tantanasına artık fazla ortak olmak istemedi.
Batı’nın Kılıçdaroğlu üzerindeki en büyük bahsi yaptırımlara uyması yönünde bir beklenti olabilir. Fakat doğalgaz ödemeleri, Rus turistler, tahıl anlaşmasının geleceği, nükleer santral inşaatı, Suriye dosyasını dürme zorunluluğu, Rusya’daki taahhüt işleri gibi kılı kırk yarmayı gerektiren meseleler var. Suriye’de Rusya ve İran’ın ortak olduğu mevcut mekanizmalardan çekilerek yol alabilir mi? Sadece Şam’la diyalogla işin üstesinden gelebilir mi? Enerjide ortaklıktan geri adım atabilir mi? NATO’yu memnun etmek için Ukrayna’da daha fazlasını yapabilir mi? Çok zor.
***
Seçimi kazanır da selametle yetkiyi eline alabilirse Erdoğan’ın kendi tarzına göre dizayn ettiği bir dümene geçmiş olacak. Fabrika ayarlarına döndürmek için hangi düğmeye bassa “carrtt” diye ses gelecek. Sonra sorular yankılanacak: Rusya’dan uzaklaşıyor mu? NATO’cu mu oluyor? Araplara sırtını mı dönüyor? AB’ye kapaklanıyor mu? Her bir soru bir savrulmaya delalet.
Lakin gürültünün ağırlığınca keskin dönüşler, çarklar, iniş çıkışlar olmaz.
NATO’cu bir yönelimin ağır basacağı izlenimi oluştuğu halde CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, RT'ye verdiği demeçte "Rusya'yla ilişkilerde ciddi bir değişiklik olmayacak” diyor. “Devletlerarası ilişkiler devam edecek ama dışişleri bakanlıkları daha fazla iletişim halinde olabilir. Kılıçdaroğlu da Putin’le çok iyi ve samimi ilişkiler kuracaktır" diye devam ediyor.
Türkiye’nin stratejik konumunun tüm aktörlere eşit mesafede yaklaşma avantajı sağladığını belirterek “Hem Rusya hem de NATO’yla ilişkilerimizde herhangi bir değişiklik olmayacak” ifadelerini kullanıyor.
Peki Ruslar nasıl okuyor? Valday Kulübü Bilimsel Faaliyet Müdürü Fyodor Lukyanov karakterleri birbirine uyan iki lider sayesinde ilişkilerin kişiselleştiğini belirtip atmosferde değişiklikler olabileceğine işaret ediyor. Fakat Rusya ve Türkiye arasında ortak veya tezat menfaatler ortaya çıktığını belirtip ekliyor:
“Bunları alıp gömmek çok riskli. Bu yüzden geri yuvarlanmada ciddi sınırlar var. Yönünü batıya geri çevirmenin önünde de ciddi sınırlar var çünkü Erdoğan’dan önceki duruma dönmek mümkün değil. Türkiye başka, Batı başka, dünya başka, Ortadoğu tamamen bambaşka... Eski pozisyonu yeniden kazanmaya imkân verecek hiçbir şey yok. Bence Rusya’ya yönelik tutumda bir soğukluk ve temkinlilik dönemi olacaktır.”
***
Kuşkusuz tüm aktörler bir süreliğine bekleme ayarında kalacak. Millet İttifakı’nın ortak politikalar metni bir şeyler söylüyor ama bunun nasıl pratik bulacağını görmek gerekecek. “Kurumsal dış politikaya dönüş”, “şahsi dış ilişkilere son”, “ulusal çıkarları gözeten dengeli ilişkiler” söylemi fabrika ayarlarına yolculuk diye okunabilir. Ama ne kadar dönebilirler? Erdoğan’ın Türkiye’yi götürdüğü yerlerden ya da girdiği ilişkilerden ne kadar çıkabilirler?
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın politikalarından onun kadar keskin dönüşler yapamayabilir. Erdoğan’ın son iki yılda Suudi Arabistan, BAE, Mısır, İsrail ve Suriye’deki çark edişlerini Kılıçdaroğlu ‘kâr’ saysa yeridir. En hızlı politika değişikliğinin beklendiği Suriye’de bile ‘ama’lar hemen devreye giriyor. Sözgelimi Çeviköz, Türk ordusunun Suriye’den çekilebileceğini ama bunun yalnızca Türkiye’nin Suriye hükümetinden güvence almasıyla ve tehlikelerin yok olmasıyla mümkün olabileceğini belirtiyor. Çekilmeyi PYD-YPG’nin silinmesi şartına bağlayan mevcut inatlaşma bitmeyebilir. Suriye bir kenara fabrika ayarları Akdeniz’den Ege’ye bir sürü çözülmemiş sorunlar barındırıyor. Müzmin sorunları çözecek cesur adımlara kimse hazır değil.
Lider faktörü küçümsenemez ama ülkenin bagajı, dış ilişkilerin yönünü tayin eden tonlarca faktör barındırıyor. Orada yüzlerce yıllık tecrübenin tortuları var. Liderlerin yoğurt yiyişine bağlı olarak dış politikada tarz, üslup ve araçlar değişebilir. Sabiteler ağır basar. Her şeyden önce yeni uluslararası dengeler ve Türkiye’nin çıkarları doğu ile batı arasında bir denge kurmayı emrediyor. Bu Türkiye’ye has bir durum da değil. NATO’nun koç başları bile Amerikan dayatmalarından azıcık başlarını kaldırınca “Rusya’ya hak ettiği saygıyı gösterelim”, “Çin’le ilişkileri göz ardı edemeyiz” diye tutturabiliyor.
Sonuç olarak Putin kaş göz yara yara Erdoğan’da yakaladığı kıvamı Kılıçdaroğlu’nda bulamaz. Ama Türk-Rus ilişkilerini belirleyen 500 küsur yıllık düşmanlıklar ve dostluklarla dolu ikili ilişkiler tarihi rotayı belirleyendir. İki tarafın da günün sonunda beklediği makuliyettir. Ne Putin buna direnebilir ne de Kılıçdaroğlu.
Gazete Duvar / 14.05.23