Enes Kara 20 yaşındaydı, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuyordu, ailesi tarafından yerleştirildiği Nur cemaatine ait evlerden birinde kalıyordu. Geride, içinde bulunduğu ruh halini, kıstırılmışlığını, kuşatılmışlığını ve yaşama sevincini nasıl yitirdiğini anlatan bir video ve mektup bırakarak canına kıydı.
Enes, istemediği bir şehirdeki istemediği bir okulun istemediği bir bölümünde okuyor, kalmak istemediği bir evde kalıyordu. Mezuniyeti sonrası bir zamanlar ülkenin en itibarlı mesleklerinden birinin sahibi olacağı fikri bile onu hayatta tutmaya yetmemişti; çünkü o bir zamanlardı. Şimdi ise doktorların üç kuruşa çalıştırıldığını, sürekli mobbingle karşı karşıya kaldığını, saldırıya uğradığını, ağır çalışma koşullarına mahkûm olduğunu biliyor ve geride kalanlara anlatıyordu olanca çaresizliğiyle.
Enes bu anlattığı nedenlerle derslerine çalışamıyor, başarılı bir öğrenci olamıyordu ama tek mesele sadece bu değildi. Kaldığı cemaat evi, geleceksizlik ve umutsuzluk duygularına bir de kuşatılmışlığı eklemişti. O çoktan beri ateistti ama ailesinin zoruyla yerleştirildiği bu evde, namaz kılmaya, dini kitaplar okumaya, cemaatin ritüellerini yerine getirmeye zorlanıyordu.
Kendisine ait bir mekânı da zamanı da yoktu yani, kıstırılmıştı, sıkıştırılmıştı ve o kesif karanlık, aklını da bedenini de ele geçirmeye çalışıyordu. Sesini duyan herhangi bir kimse ise çıkmamıştı. “19 yaşımı hiç böyle hayal etmemiştim” diyen Enes, o sessizliğin içinde boğuldu gitti.
***
Enes yaşarken duyuramadığı sesini ölümüyle duyurdu, Enes’in ölümü içinde yaşadığımız karanlığı, kuşatılmışlık halini, mutsuzluğu, umutsuzluğu, geleceksizliği ve tüm bunların milyonlarca gencin üzerinde yarattığı etkiyi bütün çıplaklığıyla ortaya koydu, hepimize bir kez daha gösterdi, hatırlattı.
Ancak ölümüyle başka bir şeyi daha hatırlattı bize Enes: Onu boğan karanlığın sanıldığından da fazla ortağı vardı, Enes’lere karşı bir kutsal ittifak kurulmuştu ve o ittifak, karanlığın sürüp gitmesi adına, telaşla, panikle, o karanlığı görünmezleştirmeye, aklamaya çalışıyordu.
Enes’in ölümüne iktidarın söyleyebileceği bir şey zaten yoktu; tıpkı Aladağlar yangınındaki gibi, tıpkı malum vakıfların yurt ve evlerinde yaşananlarda olduğu gibi, tıpkı istismar edilen, intihara kalkışan, göz göre göre ölüme gönderilen çocuklarda olduğu gibi, birtakım beylik sözlerle geçiştirmeye çalıştılar bu ölümü. En tepedeki ise anmaya dahi değer görmedi Enes’in adını, bir taziye açıklamasında dahi bulunmadı, hayatları yaşanmaya değer görülmeyenlerin ölümlerinin de bir değeri bulunmuyordu ne de olsa.
Peki ya muhalefet, muhalefet ne yaptı? Enes’in ölümü “gençlerin demokrat amcası” Kılıçdaroğlu için de, sosyal medya hesaplarını “önemli gün ve haftalar tablosu”na çeviren “star” belediye başkanları için de “işlevli” değildi. Bu yüzden de önce saatlerce susmayı tercih ettiler zaten ve ancak saatler sonra, sosyal medyadan yapılan baskının etkisiyle, adet yerini bulsun kabilinden açıklamalar yaptılar.
Bu açıklamalarda kıyısından köşesinden dahi olsa, Enes’i boğan karanlığa, yani siyasal İslam’a, tarikatlara, cemaatlere, onların eğitim alanındaki faaliyetlerine değinilmiyor, geride kalan Enes’lere sahip çıkma vaadinde bulunulmuyordu. Ağızlarını her açtıklarında özgürlükten, demokrasiden, gençlere bir gelecek sunmaktan söz edenler, siyasal İslam’ın özgürlüğe de demokrasiye de düşman olduğunu ve gençlerin geleceğini çaldığını söylemekten acizdiler.
Acizdiler, çünkü gündemlerinde siyasal İslam’la, tarikatlarla, cemaatlerle mücadele yoktu, çünkü “dostları”nı küstürmek istemiyorlardı, çünkü akıllarındaki AKP-sonrası Türkiye, AKP’siz bir AKP rejiminden başka bir şey değildi.
Bir de Babacan gibileri vardı ki, onlar doğrudan tarikat ve cemaatlerin safındaki yerlerini aldılar, onlara göğüslerini siper ettiler. Tarikat ve cemaatler bu ülkenin, bu toplumun bir gerçeğiydi, kapatılmalarını istemek demokrasi düşmanlığıydı ve çözüm değildi. Önemli olan devletin gençlere başka seçenekler de sunabilmesiydi vesaire...
Ve elbette bir de iktidara muhalif ama İslamcılara “yancı” liberaller vardı. Geçtiğimiz haftadaki yazıda anlatmaya çalıştığım “endişeli muhafazakârlık” tartışmasını, Enes’in ölümü vesilesiyle bir kez daha harlandırmaya, alevlendirmeye çalıştılar. Buna göre “tarikat, cemaat yurtları kapatılsın” demek, demokrasiye aykırı olduğu gibi, aynı zamanda “endişeli muhafazakârlar”ın endişelerini daha da artırıyor, onlara “bunlar iktidara gelirse bize neler yaparlar” dedirtiyor ve yüzlerini bir kez daha iktidara dönmelerine sebep oluyordu. Dolayısıyla böyle şeyler söylememek, tepki vermemek, susmak gerekiyordu. Siyasal İslamcı iktidardan kurtulmak için siyasal İslamcılığa laf etmemek gerekiyordu yani.
Sözünü ettiğim kutsal ittifaka, Fethullahçılar da dâhil oldu elbette ve bu dâhil oluş kaçınılmazdı; çünkü Fethullahçılık on yıllar boyunca bir yandan devlete sızarken öte yandan da eğitim faaliyetleri üzerinden örgütlenmiş, yoksul halk çocuklarını okulları, dershaneleri, yurtları aracılığıyla devşirip üyesi haline getirmişti. AKP-sonrası Türkiye’de kendilerine alan açılacağını ve eğitim faaliyetlerine tekrar döneceklerini düşünen Fethullahçılar, elbette ki “tarikat ve cemaat yurtları kapatılsın” talebinden rahatsız olacaklar, elbette ki buna tepki göstereceklerdi.
***
Türkiye’deki “özgürlük anlatısı” son kırk yıldır, İslamcıların ve liberallerin hegemonyası altında kuruldu ve “dindarlara zulmeden ceberut devlet” bu anlatının merkezine yerleştirildi. Bu anlatı ise hem devletin sınıfsal karakterinin hem de sola karşı dincilik ve milliyetçilikle yaptığı işbirliğinin üzerini örtmeye hizmet etti. Dahası, yirmi yıldır İslamcılar tarafından yönetilen bir ülkede, İslamcıların inşa ettiği rejimin mağduru olanların, yani çocuk yaşta başını örtmek zorunda bırakılan, 4+4+4 yüzünden okuldan alıp eve hapsedilen, zorla evlendirilen kız çocuklarının, tarikat ve cemaat yurtlarında, evlerinde yaşamını yitiren, tecavüze, istismara, tacize uğrayan çocukların, Enes örneğinde olduğu gibi umutsuzluğa, yalnızlığa sürüklenip canına kıyanların görülmesini engelledi.
Ve şimdi de aynı anlatı bir kez daha Enes’e karşı kurulan şer ittifakının dilinde hayat buluyor. Kah endişeli muhafazakarlık, kah özgürlük, demokrasi gibi yalanların arkasına sığınarak gencecik ömürlerin çalınmasına koltuk değnekliği yapıyor. Türkiye toplumunu bir kez daha İslamcılığa, savcılığa mahkum etmeye çalışıyor.
Bu ittifakla da onun sahte özgürlük anlatısıyla da kavga edeceğiz, buradan geri adım atmayacağız, taviz vermeyeceğiz. Gerçek özgürlüğün ne olduğunu da Enes’lerin nasıl kurtulacağını da bu ülkeye, bu halka anlatacağız.
Hem Enes’in anısına duyduğumuz saygı hem de geride kalan Eneslerin kurtuluşu, bunu zorunlu kılıyor çünkü.
soL / 19.01.22