Bir kez daha: Her şey sınıfsaldır- Fatih Yaşlı

İçinde yaşadığımız düzen giderek hızla bir distopyaya, bir cehenneme dönüşüyor olabilir evet doğru ama bu düzeni değiştirme iddiası da eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin kurulması da ne ütopya...

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 09 Şubat 2022
  • 09:55

“Her şey sınıfsaldır” sözü, sosyalistlerin bir uydurması, temennisi ya da varsayımı değildir; bu söz küresel ölçekte içinde bulunduğumuz insanlık durumunun en net ifadesi, hakikatin ta kendisidir.

İçinde bulunduğumuz insanlık durumunu belirleyen temel olgu, içinde bulunduğumuz üretim ilişkileridir, dünyada bir düzen vardır ve bu düzenin adı kapitalizmdir.

Kapitalizmde küçük bir azınlık, yani sermaye sınıfı, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulundurmakta, üretim araçlarına sahip olmayanlar, yani emekçiler ise yaşayabilmek için emeklerini satmak zorundadırlar.

Bu, çoğunluğun ürettiği değer ve zenginliğe küçük bir azınlık tarafından el konulması demektir; yani kapitalizmde azınlık çoğunluğu sömürür, emekçilerin yarattığı zenginlik ve servet, çalışma aracılığıyla sermaye tarafından gasp edilir. Bu da eşitsizliği kapitalizmin olmazsa olmazı yapar, eşitsizlik olmadan kapitalizm yoluna devam edemez. Demek ki düzenin özünde sınıflar arasındaki eşitsizlik vardır.

Bu eşitsizlik bizim bütün bir yaşamımızı belirler. Okuduğumuz okullardan hiç okula gidememeye, yediğimiz yemekten karnımızı doyuramamaya, oturduğumuz evlerden insani barınma imkânlardan yoksun oluşumuza, kılık kıyafetimizden kombiyi kaç derecede yakacağımıza kadar her şey sınıfsaldır.

Her şeyin sınıfsal olduğu bu düzende, sömürü ve emekçilerden sermaye sınıfına zenginliğin ve servetin transfer edilmesi sadece çalışma sürecinde gerçekleşmez. Evet, yaratılan zenginliğe temel el koyma biçimi, emekçilerin çalışması ve ürettikleri artı-değere el konulmasıdır ama bu yetmez, başka mekanizmaların da devreye sokulması gerekir.

Örneğin özelleştirme bu mekanizmalardan biridir. Emekçi halktan toplanan vergilerle, yapılması istenen fedakârlıklarla, ağır çalışma koşullarıyla inşa edilen ve kamuya ait olan fabrikalar, şirketler, limanlar, ülkenin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, ormanlar, kıyılar, nehirler vs. özelleştirme aracılığıyla sermayeye, yani küçük bir azınlığa devredilir. Bu ise kamuya, halka, çoğunluğa ait olanın gasp edilmesi anlamına gelir. Özelleştirme yasallaştırılmış hırsızlıktır ve bütünüyle sınıfsaldır. Bu iktidar döneminde 70 milyar dolarlık kamu varlığı özelleştirilmiştir ve bu bir tesadüf değildir, iktidarın sınıfsal karakteriyle doğrudan bağlantılıdır.

Ya da vergilere bakalım. Bir ülkede, kimin ne kadar ve nasıl vergi ödediği dibine kadar sınıfsal bir meseledir. Eğer devletin topladığı vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payı dolaysız vergilerden daha fazlaysa orada çok ciddi bir vergi adaletsizliği var demektir; çünkü dolaysız vergiler, zenginlikten, servetten, vergiden alınır. Türkiye’de şirketler, holdingler, bankalar, finansal spekülasyondan para kazananlar, faiz geliri elde edenler doğru dürüst vergi ödemezler. Vergi yükü tüketimde ödenen ve bordrodan kesilen vergiler üzerinden emekçi halkın, ücretlilerin sırtındadır, vergiyi esas olarak halk öder. Yani her şey gibi vergileme de sınıfsaldır.

En son kar felaketinde yaşadıklarımızı, kapanan yolları, kesilen elektrikleri ve bununla ilişkili olarak doğalgaz, elektrik faturalarını hatırlayalım hemen.

Karda kapanan yolların önemlice bir bölümünün hazine garantili projeler kapsamında olması ve “beşli çete” tarafından işletilmesi tesadüf olmadığı gibi, kimi yolların temizliğinin ve açılmasının özel şirketlere ihale edilmiş olması da bir tesadüf değil, sınıfsaldır. Doğalgaz ve elektrik faturalarındaki devasa artışın en önemli nedenlerinden biri ise bunların dağıtımının özelleştirilmiş olmasıdır, yani sınıfsallık burada da iş başındadır.

Biz hazine garantili projelerle, taşeronlaştırılmış kamu hizmetleriyle, eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin piyasaya devriyle, özelleştirilmiş doğalgaz ve elektrik dağıtımıyla cebimizdeki parayı şirketlerin cebine aktarırız, şirketlerin zenginliğine zenginlik, servetine servet katarız ve düzen tam olarak bu soygunu yasallaştırmak üzerine kurulmuştur.

Başka bir güncel örnek “kur garantili banka hesabı uygulaması”dır. İster gerçek ister tüzel kişiler olsun, devlet parasını bu hesaplara yatıranlara kurdaki artış kadar garanti vermekte, faizle kur arasındaki farkı Hazine’nin kasasından ödemeyi garanti etmektedir. Peki Hazine bu paraları nereden bulmaktadır? Elbette ki Hazine’nin temel kaynağı bizden toplanan vergilerdir. Biz vergilerimizle para sahiplerinin faiz gelirlerini ödemeye mahkûm edilmişizdir, demek ki kapitalizm bir mahkûmiyet biçimidir.

Dolayısıyla bizler, emekçiler, halk, sadece çalışarak sömürülmeyiz, ürettiğimiz zenginliğe sadece çalışma aracılığıyla el konulmaz. Özelleştirme, vergiler, faturalar, bunların hepsi, çalışan sınıflardan sermaye sınıfına servet, zenginlik, para aktarmanın araçlarıdır ve bunların hepsi yasaldır. Kapitalizm, bütün mekanizmalarıyla birlikte yasallaştırılmış gasp, meşrulaştırılmış hırsızlıktır ve işte bu yüzden “her şey sınıfsaldır” sözü bir kurgu, bir varsayım, bir metafor değildir, düpedüz gerçek, düpedüz hakikattir.

Sosyalistler “her şey sınıfsaldır” dediklerinde, kimi zaman onlara dudak bükülür, “sınıflar mı kaldı, sağ-sol mu kaldı, emek-sermaye çelişkisi falan, geçin bunları” denilir. Ancak sonra hayat kendi gerçekliğini, kendi hakikatini dayatır, gözleri açar, olan bitenin fark edilmesini sağlar.

Bugün yaşadıklarımız, yani derinleşen yoksulluk, artan hayat pahalılığı, işsizlik, el yakan faturalar, üç gün kar yağdığında yaşadıklarımız, evlerde ışığı ve kombiyi açmaktan korkar hale gelişimiz, bunların hepsi sınıfsaldır, hepsi çoğunluğun ürettiği zenginliğe azınlığın el koyması üzerine kurulu düzenin bir sonucudur.

Her şeyin sınıfsal olması ve sistemin özünde eşitsizliğin bulunması, sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Daha önce başka yazılarda da belirttiğimiz üzere bugün Türkiye’de işçilere, emekçilere, bütün çalışanlara açılmış bir “tepeden sınıf savaşı” vardır. Halkın yoksullaştırılması, patronların zenginleşmesi demektir ve sınıf savaşı tam olarak budur.

Ancak, diyalektik gereği, bu savaşa emekçiler tarafından mutlaka öyle ya da böyle bir karşılık verilecektir. İşte motokuryelerin,  kargo ve taşımacılık emekçilerinin, fabrikalarda, organize sanayi bölgelerinde, atölyelerdeki işçilerin insanca bir ücret için başlattıkları mücadele, halka, işçilere, emekçilere karşı açılmış bu savaşa verilen ilk yanıtlardan biridir.

Aynı şekilde, doğalgaz ve elektrik faturaları için semtlerde, mahallelerde, sokaklarda yükselen ses de yasallaştırılmış soygun düzenine halkın verdiği ilk yanıtlardan biri olarak görülmelidir ve köleci emek rejimine karşı mücadeleyle fatura hırsızlığına, zamlara, hayat pahalılığına karşı mücadele bir araya geldiğinde yaratacağı sinerjinin siyaset üzerinde çok ciddi, çok önemli etkileri olacaktır.

Velhasıl, her şey sınıfsaldır ve bu sınıfsallığın yarattığı eşitsizlik ancak sınıf mücadelesiyle azaltılabilir ya da tamamen ortadan kaldırılabilir. Mavi ya da beyaz yaka fark etmeksizin köleleştirilmiş bir şekilde çalışan bütün işçiler, parası mazota yetişmeyen, ürünü para etmeyen köylüler, ay sonunu getiremeyen, borç harç geçinmeye çalışan memurlar, umutsuzluğa mahkûm edilen, geleceği çalınan gençler, ancak bir araya geldiklerinde azınlığın kendilerini soymasına “dur” diyebilirler, ancak bu şekilde bu adaletsiz düzeni değiştirebilirler.

İçinde yaşadığımız düzen giderek hızla bir distopyaya, bir cehenneme dönüşüyor olabilir evet doğru ama bu düzeni değiştirme iddiası da eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin kurulması da ne ütopya ne de hayaldir. Hep birlikte, hep beraber, başka bir düzen, başka bir dünya ve başka bir ülke kurmamız mümkündür, sahicidir, gerçektir.    

soL / 09.02.22