Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 42. Yılı. Bir ülkenin üzerinden 42 yıl geçmiş bir darbe ile hesaplaşamamış, yüzleşememiş olması ve hâlâ her yıldönümünde darbenin süregiden yoğun etkileri konuşması durumun vahametini açıklıyor.
12 Eylül 1980’de beş generalden oluşan askeri cunta ülke tarihinin sonuçları en vahim askeri darbesini yaptı. Darbe ile Meclis kapatıldı, Demirel Hükümeti görevden alındı, 1961 Anayasası yürürlükten kaldırıldı. Siyasi partilerin faaliyetleri durduruldu ve ardından siyasi partiler kapatıldı. Sendikal faaliyetler durduruldu, grevler yasaklandı ve toplu iş sözleşmesi hakkı askıya alındı. 12 Eylül darbesinin temel hedeflerinden biri yükselen emek hareketi oldu. Sendikal haklara işçi haklarına dönük ağır kısıtlamalar getirildi.
12 Eylül darbecileri bu amaçlarına ulaşabilmek için en önemli hedeflerinden birini DİSK olarak belirlediler. Darbeden kısa bir süre önce 22 Temmuz 1980’de DİSK kurucu genel başkanı Kemal Türkler öldürüldü. Türkler’in öldürülmesinden bir hafta sonra, 30 Temmuz 1980’de, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı DİSK’in kapatılması için düğmeye bastı. DİSK’in kapatılması istemi ile dava açtı. Darbenin ilk günü yayımlanan 7 numaralı Bildiri ile siyasi parti faaliyetlerinin yasaklanmasının yanı sıra, DİSK’in ve DİSK üyesi sendikaların faaliyetleri durduruldu. 12 Eylül’de faaliyetleri durdurularak hakkında dava açılan tek sendikal konfederasyon DİSK oldu. DİSK’in kapısına 11 yıl mühür vuruldu. DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün de aralarında bulunduğu çık sayıda DİSK yöneticisi uzun süre gözaltında tutuldu, işkence gördü ve idamla yargılandı.
12 Eylül, Türkiye tarihine kanlı ve kara bir dönem olarak geçti. Darbeyle birlikte ağır bir askeri diktatörlük dönemi başladı. Yoğun gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler ve ölümler yaşandı. Basın-yayın, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ağır baskı altına alındı. Darbenin ardından çok sayıda siyasal idam cezası verildi ve infaz edildi.
Üzerinde önemle durulması gereken husus 12 Eylül askeri darbesinin birkaç generalin şahsi girişimi ve inisiyatifi olmamasıdır. 12 Eylül’ü anlamak için 24 Ocak’a bakmak lazım. 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan ve sosyal devleti, sendikal hakları ortadan kaldırmayı hedefleyen neoliberal ekonomik program bir milattır. Bu programın bir dirençle karşılaşmadan uygulanabilmesi için bir askeri darbe gerekiyordu. Çünkü sınırlı da olsa parlamenter düzen içinde böyle vahim bir programı uygulamak imkânsızdı. 24 Ocak kararlarını takiben sadece 8 ayda 80 binden fazla işçi greve çıkmış 5 milyon civarında işgünü grevde geçmişti.
12 Eylül geçmişte kalan ve sadece acı hatıralarıyla anılan bir askeri darbe değil. Günümüz Türkiye’si 24 Ocak ve 12 Eylül’ün ürünüdür. 12 Eylül aradan geçen yaklaşık yarım asra rağmen varlığını ve etkisini güçlü bir biçimde sürdürüyor. Türkiye 12 Eylül darbesi ile inşa edilen otoriter siyasal rejim ve iktisadi politikanın içinde 42 yıldır debeleniyor.
12 Eylül emeğe karşı darbeydi
Darbenin hemen ardından sendikal faaliyetler durduruldu, grevler yasaklandı ve toplu iş sözleşmesi hakkı askıya alındı. Darbeyle işçi hakları konusunda başta TİSK ve TÜSİAD olmak üzere büyük sermaye örgütlerinin talepleri tek tek uygulanmaya başlandı ve özellikle 1960 sonrasında kazanılan işçi haklarına büyük darbe vuruldu. 12 Eylül adeta bir sermaye rövanşı olarak işlev gördü. 1960-1980 döneminde kazanılan sendikal haklar ile işçi hakları yok edildi. 40. Yılında hâlâ yürüklükte olan 1982 Anayasası ile sendikal haklara büyük engeller getirildi. 12 Eylül sınıf karakteri son derece net bir darbedir. Tercihi sermayeden yana bir darbedir. 12 Eylül emeğe karşı sermaye darbesidir. 12 Eylül ile başlayan ve halen devam eden emek karşıtı uygularından bir kaçını ele alalım:
Lokavt anayasaya girdi, hâlâ orada: 12 Eylül darbesinin ardından 1982 Anayasası ile lokavt anayasal bir kurum oldu. Lokavt uluslararası alanda bir hak olarak kabul edilmezken 12 Eylülcüler lokavtı anayasal kurum haline getirdi. Demokratik hiçbir anayasada lokavt yer almıyor. AKP 2010 Anayasa değişiklikleri sırasında lokavtı anayasal bir kurum olarak korudu.
Sendikalaşma hâlâ engelleniyor: Sendikalaşma oranı 1980’de yaklaşık yüzde 40 iken, 2022’de yüzde 14 civarındadır. Sigortalı işçi sayısı yaklaşık 8 kat artmasına rağmen, büyük bir işçileşme dalgası yaşanmasına rağmen, ücret ve maaşla çalışanların oranı yüze 35’lerden yüzde 70’lere yükselmesine rağmen sendikalaşmada dramatik bir düşüş yaşanmıştır. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi oranının 1980’lerin ortalarından günümüze ciddi biçimde gerilediği görülmektedir. 12 Eylül ürünü olan ikili baraj istemi oranları değişmesine rağmen halen yürürlükte.
Grev yasakları anayasaya girdi hâlâ orada: 12 Eylül sonrasında grev yasakları anayasaya girdi, hak grevi yasaklandı, sendikalara siyaset yasağı getirildi. Grev erteleme ve Yüksek Hakem Kurulu anayasada korunuyor. AKP bu hükmü korudu ve kolladı. Cumhurbaşkanı tek bir kararıyla istediği grevi yasaklama imkanına sahip. 12 Eylül askeri darbesinin ardından tüm grevler yasaklandı ve grev hakkı 1984’e kadar askıya alındı. Darbecilerin yaptığı yasal düzenlemelerle sonucunda grev hakkını kullanmak da zorlaştırıldı. 2,2 milyon sigortalı işçinin olduğu 1980 yılında 80 bin işçi greve çıkarken, ortalama 12 milyon sigortalı işçinin olduğu AKP döneminde ise yıllık ortalama greve çıkan işçi sayısı 6 binin altına geriledi.
Özelleştirmeler altın çağını yaşıyor: 24 Ocak ve 12 Eylül ile temelleri atılan ve Özal döneminde başlayan özelleştirme politikası AKP döneminde daha da vahşi biçimde uygulandı. 71 Milyar dolarlık özelleştirmenin yaklaşık 63 milyar doları (yüzde 89’u) AKP döneminde yapıldı. AKP Cumhuriyetin bütün ekonomik birikimini sattı. Özelleştirmelere paralel olarak kamunun istihdamdaki payı geriledi. 1980’de toplam sigortalı işçiler içinde yüzde 36 olan kamu işçilerinin oranı özelleştirmelere paralel olarak 2020’de yüzde 8’in altına gerileri.
Ücretler eriyor, sömürü artıyor: 24 Ocak ve 12 Eylül’ün temel hedeflerinden birinin ücretleri baskılamak ve ücret maliyetini düşürmek idi. 1978’de kişi başına milli gelirin yüzde 75’ine karşılık gelen asgari ücret 2022’de yüzde 42’ye geriledi. Asgari ücretim kişi başına milli gelire oranı 1980’li yıllar düzeyinde seyrediyor. 12 Eylül sonrası ücretlerdeki gerilemeyi işçi başına verimlilik ve işçi başına gerçek ücret artışı arasındaki ilişkiden de izlemek mümkündür. 1978 ile 2005 arasında kişi başına verimlilik 100’den 236’ya yükselirken, kişi başına reel ücretler ise 100’den 98,6’ya gerilemiştir. Son yıllarda da 2009 yılında 100 olan saatlik işgücü verimi 2019 yılına gelindiğinde 32,5 birim artmışken 2009 yılında 100 olan reel birim ücret endeksi 2019 yılında yalnızca 5,8 puan artmıştır.
Kıdem tazminatı pula döndü. 12 Eylül darbesinin ilk uygulamalarından biri kıdem tazminatını ve emekli ikramiyelerini kırpmak oldu. 12 Eylül ile başlayan kıdem tazminatını yok etme girişimleri AKP hükümetleri döneminde de devam etti. AKP kıdem tazminatını budamayı hedefleyen bir çok girişimde bulunda ancak işçilerden ve sendikalardan gelen tepkiler sonucu kıdem tazminatı korunabildi. 1978’de asgari ücretin 7,5 katı olan kıdem tazminatı tavanı, 1982’de asgari ücret ile bağının koparılmasının ardından hızla düşmeye başladı. AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılında asgari ücretin 4,4 katı olan kıdem tazminatı tavanı 2022 itibariyle asgari ücretin 2,3 katına geriledi. 12 Eylül öncesinde kıdem tazminatıyla ev alabilen işçiler bugün araba bile alamıyor.
Sosyal güvenlik hakları budandı: 12 Eylül darbesinin ardından sosyal güvenlik hakkını hedef alan doğrudan düzenlemeler yapılmadı. Ancak yeni liberal politikaların önemli hedeflerinden biri sosyal güvenlik haklarının budanmasıydı. Bu konudaki girişimler 1990’lı yıllarda başladı. 1999’da yapılan bir yasa değişikliği ile emekli olmak zorlaştırıldı. Halen çalışan işçilerin emekliği hak etmeleri için çalışmaları gereken süre 15-18 yıl kadar uzadı. AKP 2008 yılında 5510 sayılı yasa ile sosyal güvenlik sisteminde karşı devrim niteliğinde değişiklikler yaptı. Emeklilik zorlaştı emekli aylıkları düşmeye başladı.
24 Ocak ve 12 Eylül ile hedeflenen otoriter emek rejimi ve sosyal devletin tasfiyesi büyük ölçüde 2000’li yıllarda tamamlandı. AKP döneminde 12 Eylül darbesinin hukuksal, iktisadi ve sosyal sonuçları ile hesaplaşmak bir yana bunlar istikrarlı biçimde uygulandı, bazıları derinleştirildi ve kurumsallaştırıldı. Böylece sermayenin 12 Eylül öncesi özlemini duyduğu otoriter emek rejimi sivil bir görünüm altında tahkim edildi.
Daha detaylı bilgi için DİSK tarafından yayımlanan ve editörlüğünü yaptığım Emeğe Karşı Sermaye Darbesi-12 Eylül İşçi Haklarını Nasıl Yok Etti? adlı kitabı öneririm. http://arastirma.disk.org.tr/?p=4622
***
12 Eylül hukuku da sürüyor
12 Eylül döneminin zulmünü yaşayan insanlardan biri olarak son olarak hukuk rejimi üstüne birkaç cümle etmek isterim. 12 Eylül’de sistematik işkence vardı. Şimdi sistematik işkencenin yerini sistematik biçimde yasaların ve hukukun yok sayılması aldı. 12 Eylül döneminde daha kötü yasalar vardı, hukuk o zaman da katlediliyordu. Ancak günümüzde kanunlarının lafzının bile hükmü kalmadı. Keyfilik hukuk sisteminin temel özelliği oldu. İşte bu yüzden sevgili arkadaşlarım Bircan Yorulmaz, Can Atalay, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı ve Osman Kavala başta olmak üzere çok sayıda hak savunucusu hapiste. 12 Eylül’ün sürdüğünün bir başka kanıtı da bu olsa gerek. Bir an önce bu 12 Eylül uygulamasının son bulmasını diliyorum.
BirGün / 12.09.22