ABD’de Başkanlık seçimine dört ay kaldı. Anketlere bakılırsa Donald Trump seçimi açık farkla kaybedecektir.
Trump dört yıl boyunca ABD’ye ve dünyaya damgasını vurdu. Portresinden üç veya dört kesiti ilginç buluyorum. Göz atalım.
ABD’de bir “sivil darbe” olası mı?
ABD siyasetini neo-faşizm doğrultusunda etkilemiş olan “Donald Trump defteri” kapanmak üzere mi? “3 Kasım’da belli olur” diyemiyoruz. Zira, Trump 19 Temmuz’da Fox News’ta Chris Wallace ile yaptığı programda seçim sonuçlarını kabul etmeyebileceğini açıkladı.
Programda Trump, kamuoyu anketlerinin düzmece olduğunu; kaybetmekten hoşlanmadığını; o yüzden kaybetmeyeceğini; ama Kasım’da seçimin “posta oyları” yoluyla hileli sonuçlanabileceğini ifade etmiş. Bunun üzerine Wallace sormuş: “Yani seçim sonuçlarını kabul etmeyebilir misiniz?” Trump, “duruma göre…” anlamına gelen bir yanıt vermiş (Truthout, 20 Temmuz).
Trump ertesi gün tweet atarak suçlamalarını sürdürüyor: “Hileli 2020 seçimi. Yabancı ülkeler ve başkaları milyonlarca posta oyu basacak. Günümüzün skandalı olacak.”
ABD Adalet Bakanı William Barr da bir TV programında “posta oyları olası sahtekârlığa baraj kapakları açacaktır…” diyerek patronunu destekledi (Guardian, 22 Temmuz). “Posta oyları”nın bu tür bir olasılık taşımadığı açıklandı; ayrıntıya girmiyorum.
ABD’de liberal ve sol çevreler, 3 Kasım ile yeni Başkan’ın görevi devralacağı 20 Ocak 2021 arasındaki iki buçuk ayın ABD tarihinin en kritik dönemlerinden biri olacağını öngörmeye başladı. 2000 seçiminde oğul Bush’un başkanlığı, Yüksek Mahkeme kararı sonunda kesinleşmişti. Sağcı üyelerin çoğunluk oluşturduğu bugünkü Yüksek Mahkeme de benzer bir sonuca katkı yapabilir. (Bk. Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 20 Temmuz).
Trump hayranı faşist Bolsonaro iki aşamalı bir sivil darbe sonunda Brezilya’da iktidara geldi. ABD’de niçin tekrarlanmasın? Üstelik ilk aşamaya gerek yoktur. Sadece Kasım seçim sonuçları geçersiz kılınarak…
Olaylar bu doğrultuda gelişirse tartışırız. Şimdilik noktalayalım ve Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk yılına göz atalım.
Krugman: 'Beyaz Saray'da bir deli var'
Trump, Başkanlık görevini devralmasının yıldönümünde bir tweet attı: “Ben çok istikrarlı bir dahiyim…” İlk okuyan, “deli mi bu adam?” der. Aslında ruh sağlığı suçlamalarına karşı tepkisidir.
Seçim kampanyası liberal çevreleri fazlasıyla tedirgin etmişti. Başkanlık törenindeki garip davranışları dikkat çekti. Beyaz Saray’a yerleştikten sonra, twitter mesajlarında, konuşmalarında; medyayla, yakın çevresiyle ilişkilerinde en azından kişilik bozuklukları algılandı.
Washington Post, “Trump’ın yalanları sayımı” başlattı. Başkanlık görevi boyunca “yalan, yanlış, yanıltıcı beyan ve mesajlarının sayısı” bugün 20.000’i geçmiştir; hepsi kayıt altındadır.
Nobel ödüllü Paul Krugman 18 Ağustos 2017’de New York Times’ta “Beyaz Saray’da Bir Deli Var” başlıklı bir yazı yayımladı; Başkan’ı Roma’nın çılgın imparatoru Caligula’ya benzetti…
Krugman’ın bu yakıştırması Ekim 2017’de ABD’li 27 psikiyatri ve psikoloji uzmanının ortak imzasını taşıyan, Donald Trump: Tehlikeli Bir Vaka başlıklı bir kitapta tıbbî olarak doğrulandı: Ortak tespite göre, “ruh sağlığı açısından Donald Trump ABD toplumu için tehlikelidir” (AlterNet, 1 Eylül 2017).
Trump dört yıl boyunca Beyaz Saray’a istikrarsızlık getirdi. Danışmanlarını çok sık değiştirdi. Ayrılanlar izlenimleri anlattı; bazıları yayımlandı. Çoğuna göre Trump en azından ağır kimlik bozuklukları taşımaktadır. Son örnek bir buçuk yıl boyunca Başkan’ın “ulusal güvenlik danışmanı” olarak görev yapan John Bolton’un “Beyaz Saray Anıları”dır. Trump’ın görevini yüklenebilecek niteliklerden yoksun olduğunu ileri sürmektedir.
Geçmişini, kişilik bozukluklarını, “narsist yalancılığını” acımasız ortaya koyan son bir kitap da, psikolog yeğeni Helen Trump tarafından kaleme alındı.
ABD’yi dört yıl yöneten bu “istikrarlı dahi”yi, tanıklar böyle betimliyor.
'Tuhaf' telefon konuşmaları
Trump, TV ve telefon tutkunudur. CNN, Başkan’ın yabancı liderlerle yaptığı telefon konuşmalarını dinlemiş olan veya bunların kayıtlarını okuyan on iki (kimlikleri açıklanmayan) resmî görevli ile dört ay boyunca görüşmüş. Bilançosu Carl Bernstein imzasıyla yayımlandı: Trump’ın Telefon Konuşmaları ABD Yetkililerini Korkutuyor, CNN, 30 Haziran 2020.
Bernstein, yayından önce Beyaz Saray’ın görüşünü sormuş; yanıt alamamış. Yayımlandıktan sonra Trump’ın basın sözcülerinden Sarah Matthews bu konuda kısa bir demeç vermekle yetinmiş: “Başkan Trump Amerika’nın stratejik çıkarlarını dünya çapında gözetmiştir; bu çıkarları ilerletebileceğini göstermiştir.”
Bernstein ise, görüştüğü kişilerin ortak değerlendirmesini şöyle özetliyor: “Yabancı liderlerle yaptığı telefon konuşmaları nedeniyle Trump, ABD’nin ulusal güvenliği için tehlikeli olmuştur.”
Konuşmaların ayrıntıları başka “tuhaflıklar” da sergiliyor. Batılı liderlere karşı “üstten bakan, hasmane” bir üslup tutturmuştur. Kadın liderlere karşı ise Trump’ın cinsiyetçi-faşist kimliği açığa çıkıyor. Britanya Başbakanı Theresa May’i sürekli aşağılamış; “adeta sadistçe” hırpalamış; kadını “yüreksizlik ve aptallık” ile suçlamıştır. May’in bu saldırılar karşısında yılgınlık gösterdiği belirtiliyor.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e karşı da Trump, “inanılmaz derecede saldırgan” olmuş; onu “Rusların piyonu ve budala” olmakla suçlamış. Ancak, Merkel “çetin ceviz” çıkmış; saldırıları olgular sıralayarak karşılamakla yetinmiş.
ABD Başkanı, Kuzey Koreli ve Suudi liderlerle yaptığı telefon görüşmelerinde ise “kendi servetinden, dehasından, büyük başarılarından, Obama ve oğul Bush’un budalalıklarından söz ederek övünmeyi” yeğlermiş.
İki istisna: Putin ve Erdoğan
Trump’ın liderlerle yaptığı telefon konuşmalarında Putin ve Erdoğan’a farklı davrandığı anlaşılıyor.
Putin’le yapılan görüşmelerde, Başkan’ın Rusya’nın önemini vurgulayan, saygılı üslubuna dikkat çekiliyor. Trump, ABD/Rusya ilişkilerini resmi kanalların dışında; liderler-arası, ikili ilişkilerle yürütmeye çalışıyor. Putin ise, görevlilere göre, bu görüşmelerde hedeflerini sabırla, “usta bir satranç oyuncusu gibi” gerçekleştirme peşindedir. Trump’ı pasif konumda bırakan bu yöneliş, ABD Dışişleri yetkililerini tedirgin ediyor.
Trump, Erdoğan aradığında derhal bağlanması için talimat vermiş. Nitekim, Başkan’ı en sık (bazen haftada iki kere) arayan yabancı lider Erdoğan’mış. Yetkililer genellikle devre-dışı kalmaktadır. Onlara danışılmadan alınan en önemli karar, ABD güçlerinin Suriye’den çekilmesi olmuştur. Bu olaya bizzat tanık olan John Bolton, anılarında Trump’ı bu nedenle de eleştirmektedir.
Bernstein’in tespitlerine göre, Trump sadece iki kez Erdoğan’a kızmış: Papaz Brunson olayında ve Türkiye’ye “tercihli ticaret kolaylıkları sağlama” isteği karşısında… Ancak, bu ikili arasındaki görüşmelerin bütününde Erdoğan’ın, Trump’ı etkileme olanaklarını ustaca kullandığı anlaşılıyor.
Daha temel sorular
Bernstein’in Trump-Erdoğan görüşmeleri ile ilgili aktarımları, Türkiye ile ABD ilişkilerinde kişisel (bazen ailevî) bağlantıların önemini ortaya koyuyor.
Bu tespit, başka ABD kaynaklarıyla da desteklenmektedir. John Bolton’un yukarıda değindiğim kitabı bir örnektir.
İki kaynak daha var: İlki David Ignatius’un imzasını taşıyor. Trump’ın yolsuzluklarının Türkiye uzantılarını 24 Haziran 2020 tarihli Washington Post’ta inceliyor. New York Times’ta 12 Kasım 2019’da yayımlanan D.Kirkpatrick ve E.Lipton imzalı diğer yazı ise “damatlar-arası bağlantıları” vurguluyor.
Türkiye’nin emperyalist sistem içindeki konumunu iki lider arasındaki kişisel ilişkiler ne derecede etkilemiştir? Geçici midir? Analitik bir önemi var mıdır?
Daha kapsamlı bir soru da akla geliyor: Bu yazıdaki portre kesitlerinde gözlenen Trump kimliğinde bir kişinin, ABD sisteminde bu kadar geniş bir hareket alanına sahip olması nasıl açıklanabilir?
Bana göre emperyalist sistemin içten çürümesinden kaynaklanan zafiyetini temsil ediyor.
Belki de yanılıyorum.
soL / 24.07.20