Korona salgını ile içli-dışlı olduğumuz günlerde, sicili esasen lekeli siyasetçilerin ağır sorumluluklarını öğreniyoruz. Bilimin önerilerini dikkate almayarak artan ölümlere yol açıyorlar; açıkça suç işliyorlar.
Bugün bu türden ve uzak coğrafyadan bir “suçlu”yu tanıtacağım: Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro… Onu “suçlayan” kişiyi de bu vesileyle tanıdım. Aynı ülkeden bir hekim: Profesör Drauzio Varella… 1989’da cezaevlerinde AİDS’e karşı başlattığı, yıllarca sürdürdüğü mücadele nedeniyle ülkesinde ünlüymüş. Bugünkü salgın ortamında hastaları sağaltmaya hayatları pahasına çabalayan meslektaşlarını da temsil ediyor.
Bolsonaro’nun salgındaki suçları
Profesör Valella’nın suçlaması, 5 Mayıs tarihli The Guardian’da yer aldı. Ona göre Başkan Bolsonaro, koronaya karşı Brezilya’da etkili bir mücadeleyi engellemiştir.
“Ölüm sayısında ABD’den sonra dünya ikincisi olmak üzereyiz. Daha kötü bir durum mümkün olamazdı. Bu trajedi, en çok yoksullara yüklenecektir; zira riskli koşullarda yaşayanlar ve sıkış-sıkış araçlarla işlerine gitmek zorunda olanlar yoksullardır.”
Brezilya’da korona hastaları 700.000’i aşınca, toplam hasta ve ölüm sayılarının yayınına Başkan Bolsonaro’nun emriyle son verilmiştir.
Valella devam ediyor: “Salgına karşı hazırlanacak zamanımız vardı; hazırlanmadık. Salgın geldikten sonra da eyaletlerin, belediyelerin yayılmayı frenleyebilecek bazı önlemleri federal hükümetçe ‘rezalet’ olarak suçlandı; ekonomiyi çökerteceği, açlıktan ölümlere yol açacağı iddiasıyla torpillendi. Şimdi salgının politikleştirilmesinin bedelini ödüyoruz.”
Valella’nın sözünü ettiği “salgının politikleştirilmesi” eyalet ve belediyelerin birçoğunda Başkan’a muhalif partilerin yönetimde olmasıyla ilgilidir. İşbirliği yerine karşıtlığın bedeli ödeniyor. Türkiye ile benzerlik dikkat çekicidir.
“Tarih Bolsonaro’ya çok ağır bir suç yükleyecektir. Özel sorumluluğu var. Sağlık Bakanlığı’nın tavsiyelerini AVM’lere giderek, gösterilere, hatta pikniklere katılarak çiğnemiştir. Başkan maske takmadan sokağa çıkıyor; her hafta sonu kalabalıkları topluyor ve kapanma gereksinimini açıkça reddediyor. Bu durum fiilen hükümet politikası olmuştur.”
“Salgın sırasında iki sağlık bakanını [biri görevden alınarak, diğeri istifa ile] yitirdik. Dünyada benzeri gözlenmemiştir.”
İktidardaki faşistler
Günümüz dünyası, faşistlere iktidar yolunu açan özellikler taşıyor. “İktidardaki faşistler”, tek başlarına ülkelerine faşizmi getiremez. Mesafe alanlar; kısmen veya büyük ölçüde başaranlar, tekrar kullanılmak üzere yedeğe alınanlar var. Bunları bazen “neo-faşizm” söylemi içinde tartışıyorum.
Faşizmi değil de faşistleri tartışırsak, “faşist kimdir?” sorusu gündeme gelir. Soruyu yanıtlamak yerine, “benzerlerinin kimlik özelliklerine bakarsanız el yordamıyla anlarsınız…” diyerek geçiştirebiliriz. Veya, “faşist kimliği” betimleyen kişilere göz atarız.
“İktidardaki faşistleri” teşhis için bir ipucunu Hindistan’dan bir klinik psikolog (Ashish Nandy) veriyor. Henüz cumhurbaşkanı değilken Narendra Modi ile bir röportaj yapan Nandy, izlenimlerini şöyle aktarıyor:
“Kaskatı fanatizm, kısıtlı bir duygusallık, tutkularını hem inkâr etmek; hem de onlardan korkmak, bunları şiddet fantezileriyle birleştirmek; paranoid ve saplantılı bir kimlik… Hindistan’a karşı her Müslümanın potansiyel bir terörist ve hain olarak yer aldığı evrensel bir komplo teorisini çok sakin, ölçülü bir üslupla anlattı. Röportajdan sarsılarak çıktım; zira klasik ve klinik bir faşist vaka ile ilk kez karşılaşıyordum. Potansiyel bir katil, belki geleceğin bir katliamcısı da aynı kategoriye girer.”
Bu “klinik teşhis”, Hindistan’a özgü öğeler ayıklandıktan sonra Bolsonaro’ya uygulanabilir mi? Yüzbaşılıktan ayrılıp siyasete giren bu Brezilyalı’nın tespit edebildiğim kimlik ve ideolojik özelliklerini sıralayayım ve (varsa) benzerlikleri arayalım.
Saplantılı bir cinsiyetçidir; tartıştığı bir kadın milletvekiline, “sen tecavüz edilmeye bile değmezsin…” demiştir.
Başkanlık öncesinde “Brezilya’da seçimlerle bir şey değiştiremezsiniz; bir iç savaşla 30.000 kişiyi öldürmek gerekir…” görüşündeydi. Şili diktatörü Pinochet’ye hayrandır; ama “daha çok kişiyi öldürmeliydi” eklentisiyle…
Irkçıdır. Köle kökenli Brezilyalılar aylaklıkla suçlamaktadır; “geri” ırkların “daha fazla ürememeleri gerekir”; bunlara ötanazi uygun olabilir. “Brezilya’yı çoğunluğun ülkesi yapalım. Azınlıklar çoğunluğa boyun eğmelidir; ya uyacaklar, ya da yok olacaklar…”
“Sol”un istisnasız tüm renkleri lanetlidir. Başkanlık andı içtikten sonra, “Brezilya’nın sosyalizmden kurtulduğunu, özgürleştiğini” ilan etmiştir.
Bunların 2020 dünyasında iktidardaki diğer faşistlerle benzerlikler taşıdığını düşünüyorum. Hepsinde var olan “iç düşman”, ülkeden ülkeye değişir; ama büyük servet sahipleri ve sermaye “düşman” değildir.
Pek çoğu gibi Bolsonaro da yalancıdır, cahildir, mal-mülk düşkünü ve çıkarcıdır. Öyle ki iktidarının ikinci yılında Brezilya Yüksek Mahkemesi, “oğulları lehine nüfuz ticareti, yolsuzluk, resmî belgelerde sahtecilik” gibi suçlamalar nedeniyle soruşturma açmıştır (FT, 27 Nisan 2020).
Bolsonaro’nun iktidar yolu
Brezilya’da Lula da Silva ve Dilma Roussef’in temsil ettiği 15 yıllık İşçi Partisi iktidarı, “sivil darbe” özellikleri taşıyan dört yıllık bir operasyonla son buldu ve 2019’da faşist Jair Bolsonaro’ya devredildi.
Brezilya burjuvazisi, finans kapital ve ABD emperyalizminin ortaklaşa yürüttüğü bu operasyonun ana aşamalarını sıralayalım:
- Başkan Lula’nın on yıllık iktidarı 2014’te yüzde 80’lik kamuoyu desteğiyle son bulur (Reuters, 16 Aralık). Onun adayı, Dilma Rousseff seçimi yüzde %52’lik oyla, ilk turda kazanır; görevi devralır.
- Sol iktidarı tasfiye operasyonu 2015’te başlar. Federal yargının tezgahladığı, tümüyle düzmece bir yolsuzluk kampanyası sonunda Rousseff, 2016’da Senato tarafından görevden alınır.
- Geçici Başkan Michel Temer sosyal politikalarda neoliberal dönüşümleri başlatır.
- Kamuoyu yoklamaları 2018 seçimlerinin favorisi olarak Lula’yı göstermektedir. Adaylığını önleyecek (ve sonradan düzmece olduğu kanıtlanacak) bir rüşvet davası tezgahlanır. Lula hapis cezaları alır; cezaevine girer; adaylığı engellenir.
- Lula devre dışı bırakılmış; Bolsonaro’nun önü açılmıştır. 27 Ekim 2018’de İşçi Partisi adayı Fernando Haddad’a karşı seçimi ikinci turda yüzde 55’lik oyla kazanır.
'Piyasalar' faşist başkanı alkışlıyor
“Sivil darbe cephesi”, Merkez Sağ yerine faşist bir adayı niçin yeğledi? Bence, halk muhalefetinin iktidara taşınması ancak böyle engelleneceği için… Benzeri örnekleri son yıllarda başka coğrafyalarda da gözledik.
“Piyasalar” Bolsonaro’nun seçimini coşkuyla karşıladı. Wall Street ve Bovespa (Brezilya) endeksleri sıçradı. Yeni başkan hükümetini kurarken bu desteği hak ettiğini kanıtladı. O tarihteki finans basınına göz atalım:
Önce Financial Times’tan 1 Aralık 2018’de bir başlık: “Yeni maliye bakanı Brezilya’yı Pinochet-tarzında onaracak”… Bloomberg’den de benzer bir başlık: “Milton Friedman’ın Brezilyalı çırakları ekonomiyi devralıyor” (12 Aralık 2018).
Başlıkları izleyen haberlerde açıklanıyor ki, Bolsonaro’nun Maliye Bakanı olan Paulo Guedes ve ekibi, katı Friedman’cı iktisatçılardan oluşmaktaymış. Milton Friedman’ın 1970’li yıllarda Latin Amerika’daki neoliberal dönüşümün baş tasarımcısı olduğunu hatırlatalım.
Öğreniyoruz ki bakan Guedes, Chicago Üniversitesi’nde Friedman’ın öğrencisi imiş ve Pinochet kan dökerken Şili Üniversitesi’nde hocalık yapmış. Guedes, FT ile söyleşisinde “Chicago çocukları Şili’yi kurtardı, onardı, temizledi” demiş.
Guedes’in atanması, faşizm ile “serbest piyasa” ittifakının Brezilya için peşinen tasarlandığını ve gecikmeden uygulanmaya başladığını gösteriyor.
Ne var ki, neoliberalizm / faşizm ittifakının, Brezilya’da bir “sentez”e dönüşmesinde Bolsonaro’dan kaynaklanan ciddi uyumsuzluklar da çıkmaktadır. Bunlar nasıl aşılacak?
2022 seçimi için alternatif aday arayışının şimdiden başladığı gözleniyor. FT, Lula’yı cezaevine attıran yargıç Sergio Moro’yu öneriyor (8 Mayıs 2020).
Bu yargıcın sicili de fazlasıyla lekelidir; özellikle bu yüzden yakışır. Belki ileride ayrıntısına gireriz.
soL / 12.06.20