Romalı tarihçi Tacitus, imparatorluklar için “Sahte gerekçelerle yakarlar, yıkarlar, çöle çevirirler adına barış derler” diyordu.
İmparatorluklar sürekli genişlemek zorundadır; “barış”, sürekli savaş demektir. İmparatorluk dinozora benzer, uzun yaşar, yavaş ölür, ölürken kuyruk darbeleriyle etraflarını yakıp yıkar.
Bu betimlemelerle (“barış”ın yanına “demokrasi”yi ekleyerek) ABD hegemonyasının tarihi, “tek kutuplu dünya” “tek süper güç” savlarının içindeki “imparatorluk” refleksi, “sürekli genişleme” çabası, birbirini izleyen savaşlar arasında bir paralellik kurabiliriz.
‘Barışa giden yol’
Kosova savaşı sırasında, ABD Dışişleri Bakanı, M. Albright’ın kimi sözleriyle bu “paralelliği” destekleyebiliriz.
“Eğer güç kullanmak zorunda kaldıysak, Amerika olduğumuz içindir. Biz vazgeçilmez ulusuz… Uzağı (herkesten-EY) daha iyi görürüz.” (…) “Hep sözünü ettiğiniz o muhteşem orduya sahip olmanın ne anlamı var eğer kullanamayacaksak.” (…) “Bütün yaptığımız barışa giden yolu bulmak içindir.”
Bu adı konulmamış “imparatorluk”, eski SSCB coğrafyasında, IMF ve Dünya Bankası eliyle genişlemeye çalıştı. Rusya ekonomisini yangın yerine döndürdü. Bu yangının içinden Putin rejimi doğdu. Ancak, genişleme SSCB’nin uydu (bağımlı) ülkelerini NATO içine alma çabalarıyla, Putin rejiminin kuşkularını, korkuları doğrular yönde ilerlemeye devam etti. Bu adı konulmamış “imparatorluk”, 11 Eylül 2001 “olayından” sonra “terörizme karşı küresel savaş” kavramıyla resmileşti. “Barışa giden yol” da şimdi “demokratikleştirmeden” geçiyordu. ABD ordusu küreselleşmenin “çatlaklarını” kapatacak, bir “barış ve demokrasi” dönemi başlayacaktı.
Afganistan ve Irak sahte gerekçelerle hedef alındı, asker sivil ayırımı yapılmadan (CNN’in canlı yayını eşliğinde) yakılıp yıkıldı, milyona yakın insan öldü, milyonlarcası yerinden yurdundan oldu; “demokrasi ve de barış” gelmedi ama Şii-Sünni savaşı, IŞİD geldi...
Yakıp yıkmaya devam
İmparatorluk projesinin askeri-diplomatik fiyaskolarına ek, 2008 finansal krizi ABD’yi, “ekonomik modeli örnek alınan ülke” statüsünden çıkardı. “Uzağı görme” iddiası da iflas etmişti.
Yeni “durum” içinde ABD’nin imparatorluk projesi çökerken, Çin “süper güç” düzeyine yükseldi. Rusya’nın toparlanma süreci, nüfuz alanları edinme sürecine dönüştü. Yeni imparatorluk projeleri şekillenerek “büyük güçler” dışında kalan ülkelerin topraklarında, “kaynak savaşları” havzalarında, jeostratejik noktalarda birbirlerine sürtünürken, maliyeti, riskleri hızla artan doğrudan müdahale eğilimi, yerini vekâlet savaşlarına bırakmaya başladı. Yakıp yıkmanın biçimi de değişti. Şimdi emperyalist müdahale, hedef aldığı ülkedeki etnik, dini cemaatler arasındaki dengeleri, mutabakatları bozuyor, bir iç savaşı tetikliyor, “demokrasiye, barışa giden yolu”, uzaktan dengeleme yoluyla “arıyor”.
“Eğer dış müdahale (uzaktan dengeleme) olmasaydı” diye başlayarak “soğukkanlı” ve “realist” bir bakışla şöyle bir bilanço çıkarabiliriz: Libya’da, iç savaşı Kaddafi kazanacaktı, demokrasi gelmeyecekti ama “barış” yeniden, çok daha az can ve mal kaybıyla kurulabilecekti. Bugün Libya’da hâlâ kaos var; çok taraflı vekâlet savaşları yaşanıyor. Bu yıkıma bir de göçmenler, göçerken denizde ölenler, Avrupa’da yeni faşist hareketler eklendi.
Suriye’de Esad rejimi, demokratik muhalefete önce biraz taviz verecek, sonra ayaklanmayı bastıracak, başkaldıranları cezalandıracak, “barışı” yeniden kuracaktı. Sonunda, ölenlerin sayısı, yüzlerle ifade edilecekti, yüz binlerle değil. Ülkenin yakılıp yıkılması, milyonlarca göçmen, IŞİD canavarı da cabası. Dahası dış müdahale, çatışmaları ülkenin demokratik muhalefetini uyum sağlayamayacağı bir düzeye taşıdı. Hem bir devrimci demokratik kuşak yok oldu, hem de muhalefet, dersler çıkarmasına, daha sonra yeniden başlamasına olanak verecek bir yenilgi deneyiminden yoksun kaldı.
Emperyalist rekabetin sunak taşında şimdi Ukrayna halkı var. “Dinozor’un kuyruğu” başka hangi ülkelere çarpacak? Cevabı ararken, imparatorlukların sürtüşme noktalarındaki ülkelere, imparatorluklar arasında denge kurmayı hayal eden “liderlere” bakabiliriz.
Cumhuriyet / 25.04.22