ABD, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı sürdürdüğü ekonomik savaşı yeni bir aşamaya taşıdı: Çin’i “aşırı üretim kapasitesi” oluşturmakla suçladı. İçeriği, uzantıları tartışılmaktadır.
Bu suçlama, ABD’nin neoliberalizmle bağlantılarında da bir aşamadır. Konuyu bu çerçeve içinde gözden geçirelim.
ABD’nin neoliberalizme katkısı
Neoliberalizm sermayenin sınırsız tahakkümü olarak yorumlanabilir. Düşünsel, ideolojik olarak Avrupa’dan kaynaklandı. Bir tasarım olarak inşasında, uygulanmasında ise ABD öne çıktı. IMF, DB, FED, Wall Street, akademik çevreler tarafından dünyaya taşındı; yaygınlaştırıldı.
Neoliberalizmin yaygınlaşması 20’nci yüzyıl son bulurken direnmelere de yol açtı. ABD’nin emperyalist sistemdeki siyasal ve ekonomik hegemonyası da aynı tarihlerde aşınmaktaydı. Durum Washington’da algılandı. Telafi edilmeliydi.
Siyasal alanda telafi girişimi, Washington’un “yeni yüzyılın Amerikan yüzyılı olacağı” kararıdır. Devlet gücüne, şiddete, saldırganlığa dayalı bir dış siyaset doktrini inşa edildi.
Ekonomik alanda “telafi gereksinimi” 2009’da sistemin merkezinde patlak veren finansal krizde doğdu. “Onarımı”, Obama üstlendi; neoliberalizmi “olgunlaştırmayı” hedefledi. Dünya ekonomisinin yönetiminde devletlerin kimi işlevleri tekelci şirketlerce devralınacaktır. Bir mutlak-kapitalizm tasarımı olarak yorumlanabilir.
Bu “enternasyonalist” proje, ABD neoliberalizminin zirvesidir.
Neoliberalizmin ABD’de revizyonu: Trump ve sanayi politikası
Neoliberalizme karşı ABD’de ilk cüretli saldırıyı Donald Trump başlattı. Küreselleşmeye açıkça karşı çıkarak başkanlık seçimini kazandı. Emperyalizmin merkezinde neo-faşist milliyetçi bir söylemle iktidara gelmesi semboliktir. Benzerleri Avrupa’da da iktidarla tanışacaktır.
Trump, Obama’nın iddialı neoliberal tasarımını oluşturan Transpacific Partnership projesinden ABD’yi çekti; fiilen engelledi. Dünya Ticaret Örgütü’nü (DTÖ) baltaladı. Çin’e karşı ekonomik savaşı başlattı; gümrük tarifelerini tek yönlü yükseltti. Serbest ticaret politikalarını işlemez hale getirdi.
Trump’ın Çin’e karşı uyguladığı ticaret savaşını Başkan Joe Biden, bir dizi yaptırımla genişleterek sürdürdü. Doktrinde de bir revizyon gerekiyordu. Bu köşede “Neoliberalizm ve Hegemonik Milliyetçilik” başlığı altında incelemiştim (2 Haziran 2023). “Müellifi” Biden yönetiminin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’dır. Çin’in ekonomik stratejisini açıkça örnek alan; kamu yatırımlarına ve sektörel önceliklere dayanan bir sanayi politikasının ABD için de gerekli olduğunu önerecektir.
Bu öneri, ABD Kongresi tarafından astronomik ödenekler içeren üç ayrı yasa ile (Inflation Reduction Act, CHIPS and Science Act, Bipartisan Infrastructure Law) kabul edildi. Neoliberal doktrinin temel karşıtı olan kaynak tahsisinde planlama, bir sanayi politikası biçiminde ABD tarafından böylece uygulanmaya başladı.
'Çin’de aşırı kapasite' iddiası
Neoliberalizm eleştirilerek inşa edilen sanayi politikası, ABD-Çin arasındaki dış ticaret dengesizliğini değiştirmedi. İleri teknoloji içeren dinamik sektörlerde de Çin’in rekabet gücü ABD’yi (keza tüm Batı piyasalarını) sarsmaktaydı. Elektrikli taşıt piyasaları örnektir. Çin kökenli araçlar karşısında ABD’nin Tesla’sı, Almanya’nın ünlü markaları, tüm Batı şirketleri yenik düştü.
Biden yönetiminin piyasa-dışı yaptırımları, ek gümrük vergileri de çaresiz kaldı. Sorunların nedenini açıklamayı, Biden’ın akademik kökenli Hazine Bakanı Janet Yellen üstlendi. Daha önce Clinton Yönetimi’nde Ekonomik Danışmanlar Konseyi’nin Başkanı, 2014’te de dört yıllığına FED Başkanı olmuştu.
Nisan 2024’te Yellen’in Çin’de verdiği bir demeçten aktaralım: “Çin’in izlediği sanayi politikası, bir dizi yeni sanayi kolunda yoğunlaşmakta; ABD ve dünyada olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Elektrikli taşıtlar, lityum-iyon ve güneş bataryaları gibi alanlarda Çin’in üretim kapasitesi, dünyanın massedemeyeceği (“absorb”) kadar büyümüştür; davranışları dünya fiyatlarını etkileyebilir. Yapay olarak ucuz tutulan Çin ürünleri dünya piyasalarına aktığında Amerikan şirketlerinin hayatiyeti de tehdit altına girer."
Yellen, bu görüşleri farklı biçimlerde Batı’da da tekrarladı; AB çevrelerinde yaygın kabul gördü. “Yapay olarak ucuz tutulan Çin ürünleri” iddiası, suçlamada öne çıkıyor.
Serbest ticaret ilkelerini “GATT’ın mirasçısı” olarak sahiplenmiş olan DTÖ, bu ilkeleri zedeleyen “haksız rekabet suçlamalarını” denetlemek, önlemek amacıyla da kurulmuştu. Ne var ki, “DTÖ’nün bu tür başvuruları karara bağlayan organı, ABD temsilcisi atanmadığı için çalışmamaktadır. Atamayı Trump önlemiş; DTÖ, ABD tarafından fiilen felce uğratılmıştır” (WSWS, 22 Mayıs 2024).
Hazine bakanı Yellen’in, Biden yönetimini harekete geçirerek bu yanlış kararı önce düzeltmesi; Çin’e dönük haksız rekabet suçlamalarını da DTÖ’ye taşıması beklenirdi. Çin, WTO kararlarına bağlılığını ilan etmiştir. AB Komisyonu da Çin’e ilişkin benzer iddialarda DTÖ’nün devreye girmesini istemektedir.
Yellen eleştirisinin “yakışıksızlığına” da işaret etmek gerekiyor. ABD Hazine Bakanı, Çin’in yatırım kararlarından oluşan sanayi politikasına müdahale hakkını kendisinde görmektedir.
ABD Çin’e karşı esasen yüksek olan gümrük vergilerini daha da artırmaktadır. DTÖ de devre dışıdır. O zaman Çin’den ne talep ediliyor? Bir anlamda “fazla sanayileştin; hizaya gel…” mesajı mı veriliyor?
Çin, “madalyonun diğer yüzünü” vurgulayarak yanıtlayabilir: Biden yönetiminin girişimiyle yasalaşan CHIPS and Science Act, çip üreten ABD şirketlerine yüksek teşvikler getirmektedir. Bu yasa, o şirketlerin yatırım kararları ve Amerika’nın yepyeni sanayi politikası Çin’in onayından geçti mi?
Yellen’in FED Başkanlığı dönemiyle ilgili örnekler de verilebilir. FED’in kısa vadeli politika faizleri, tabii ki ABD’nin konjonktürel çıkarlarını gözetmektedir. Sonuçlarının Türkiye ve Çin gibi ekonomiler üzerindeki dolaysız, dolaylı etkileri de iyi bilinmektedir. Bugün Çin’e akıl veren Yellen, FED Başkanlığı dönemindeki icraatının “hesabını” bizlere vermeyi hiç düşündü mü?
Temel neden: Verim artışlarına dayanan rekabet gücü…
Yellen’in “Çin’de aşırı kapasite” suçlaması, uluslararası iktisat basınında yaygın tartışmalara yol açtı. Çin’in rekabet gücündeki üstünlüğüne yol açan etkenlerin algılanmaması eleştirildi.
Hong Kong’ta yayımlanan Asia Times dergisinin Amerikalı yazarı David P. Goldman’ın aynı dergideki 15 Mart 2024 tarihli makalesinden örnek verelim:
“Mart başında Çin Ulusal Halk Kongresi, makro-ekonomik sorunlarda herhangi bir karar almadı. Liderler, Çin sanayisinin yeni teknolojiler üzerinden dönüşmesi üzerinde odaklandı. Amerika’nın teknoloji ablukası aşılacak; yarı-iletkenler gibi kilit teknolojilerde kendine yeterlilik sağlanacaktır. Bu amaçla ‘yarı-iletkenler sanayi fonu’ ödeneklerine 27 milyar dolar daha eklendi. Ulusal bilim bütçesine de %10’luk ek ödenek verildi.”
“Şu anda tüm dünyada kullanılan sanayi robotlarının yüzde 52’si Çin’dedir. Bu otomasyonun ve ölçek ekonomilerinin bileşkesi sayesinde Çin, güneş panellerini, elektronik taşıtları ve diğer kilit ürünleri rakiplerinden çok daha ucuza üretmektedir.”
Goldman’ın makalesi “Çin’in işleyen bir planı var” başlığını taşıyor. Herhalde yazarın kastettiği Çin Halk Cumhuriyeti, 14’ncü Beş Yıllık Plan, 2021-2025’tir. Olsa bile, bu planda sanayi alanındaki temel hedeflerin, 2015’te hazırlanan Made in China 2025 başlıklı sanayi programından türetildiği biliniyor. Öncü teknolojileri içeren üretim kollarını kapsayan 10 yıllık ayrıntılı bir programdan söz ediyorum.
Adam Tooze, temiz enerji alanında Çin’deki dinamik gelişmeleri inceleyen iki çalışmayı blog’unda bu yıl yayımladı. Başlıkları, kapsanan konuları yansıtıyor: “Çin’de büyümeyi sürükleyen temel öğe temiz enerjidir” (31 Ocak) ve “Küresel enerji dönüşümünü Çin nasıl gerçekleştiriyor?” (19 Mayıs). Yellen’i kuşkulandıran, endişeye sürükleyen Çin’deki kapasite artışlarının bileşimine ve rekabet gücünün kaynaklarına ışık tutuyor.
Çin’de bu tür gelişmeleri, politika tartışmalarını fırsat buldukça okurlarımla paylaşacağım.
soL / 31.05.24