AKP şefi Erdoğan, Trablus’taki Fayiz es-Serrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile 27 Kasım’da deniz yetki alanları ve peşinden askeri mutabakat anlaşmaları yapmıştı. Ardından bu anlaşmalara binaen Libya’ya asker göndereceklerini açıkladı. 2 Ocak 2020 günü için olağanüstü toplantıya çağrılan TBMM ise, majestelerinin emperyalist tutkusunu tatmin etmek için Libya’ya asker gönderme teklifini onaylayarak, noterlik hizmetini yerine getirecek.
Anlaşmaya göre, “Libya’da Ani Müdahale Kuvveti kurulmasına Türkiye çok yönlü destek verecek, ortak ‘Savunma ve Güvenlik İşbirliği Ofisi’ kurulabilecek. Kara, deniz ve hava araçları, silahları, eğitim üsleri tahsis edilebilecek. Mülkiyet, tahsis edilen ülkeye ait olacak. Ortak askeri planlama, eğitim, silahların kullanılmasına yönelik danışmanlık, ortak tatbikatlar, istihbarat paylaşımı, ‘barışı koruma’ operasyonları yapılabilecek. Libya’ya ‘Misafir Personel’ olarak adlandırılan ‘savunma ve güvenlik kuruluşu mensubu siviller’ ve birlikler gönderilebilecek.”
Yapılan anlaşma General Halife Hafter kuvvetlerine karşı iktidarını korumakta zorlanan ve Trablus’a sıkışıp kalmış olan UMH adına tam bir utanç belgesidir. Zira Fayiz es-Serrac’ın, iktidarını güvenceye alma karşılığında ülkesini Türk sermaye devletinin yağmasına açmasını kapsıyor. Türk sermaye devletinin payına ise komşu bir ülkenin içinde bulunduğu zor durumu istismar edip, topraklarını işgal ederek, zenginliklerini yağmalama utancı düşüyor. Bu savaşta yoksul emekçi çocuklarının kanının dökülmesi kelimenin gerçek anlamıyla tam bir cinayet olacaktır.
2011 yılında NATO’nun İzmir’de kurduğu karargâhtan yürütülen savaş sonunda Libya lideri Kaddafi iktidardan düşürülerek, linç edilmişti. Savaş makinesi NATO, diğer yağma savaşlarında olduğu gibi Libya’nın talan edilmesi savaşını da “demokrasi”, “insan hakları” adına başlatmıştı. Savaşta 50 binden fazla insan yaşamını yitirirken, Libya ülke olarak siyasal coğrafyadan adeta silindi. Bölgenin gerici devletlerine ve emperyalist merkezlere bağlı satılık güçler yaşanan yıkımı fırsat bildiler. İktidarı gasp etme dalaşları ülkeyi tam bir harabeye çevirdi. UMH ve General Hafter bu zehirli zeminde boy atarak büyüdüler.
2014 yılından bu yana Libya’nın doğusundaki Bingazi kentinde kendi yönetimini ilan eden, ülkenin yaklaşık yüzde 80’ini kontrolünde tutan General Halife Hafter’i Fransa, Rusya, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudi Arabistan destekliyorlar. Ülke topraklarının nüfus bakımından daha yoğun, devlet binalarının bulunduğu ancak daha küçük bir alana hakim olan eski başkent Trablus’taki UMH’yi ise Katar ve Türkiye destekliyor. Kendi petrol şirketi ENI’nin soygun alanının bu bölgede bulunmasından dolayı İtalya da şimdilik UMH’yi destekliyor.
Burjuva siyasetinde çürümüşlüğün dipsiz kuyusu
2011 yılında Libya’ya karşı başlatılan savaş sırasında başbakan olan Tayyip Erdoğan, emperyalist güçlerin o günlerdeki leş kargası tavrını riyakarca suçluyordu. Bugün aynısını AKP iktidarı yapıyor. Erdoğan, 28 Şubat 2011’de yaptığı bir konuşmada Libya’ya yapılabilecek bir saldırıya karşı çıkmış ve şöyle demişti:
“Şimdi bize basın mensupları soruyor, çok enteresan! NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez.
“Şunu bilmeliyiz; biz Tunus’u Tunus halkının görüyoruz. Mısır Mısırlılarındır, Bahreyn Bahreynlilerindir, Yemen Yemenlilerindir, Libya Libyalılarındır, Fas Faslılarındır, Cezayir Cezayirlilerindir. Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse değil. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın. Sıkıntı burada. Demokrasi adına, temel hak ve özgürlükler adına bir şeyler konuşacaksak, bazı tavsiyelerde bulunacaksak bunları konuşalım. Bu tarz şeyleri yapalım ama kalkıp da petrolün hesabını yapmayalım. Çünkü bunun faturası, bunun bedeli çok ağır olur.” (NATO’nun Libya’da Ne İşi Var?, Anadolu Ajansı, 28 Şubat 2011)
Bu sözlerin ardından, batılı emperyalistlerin Libya saldırısı NATO’nun İzmir karargahından yönetilmişti. Sözün bittiği, kelimelerin anlamsızlaştığı bir yerdeyiz ve halklar bu kadar düşkünleşmeyi hiçbir zaman unutmayacaklardır. O gün söylenenlere karşın bugün atılan adımlar ve yapılan anlaşmalar, ikiyüzlülüğün yeni nişaneleri olarak lanetle anılacaktır.
Pozisyonlar alınıyor, hesaplar yapılıyor
Ankara, kıymeti kendinden menkul satılık Trablus hükümetiyle yaptığı anlaşmaya dayanarak Libya’ya kadar uzanabileceğini ve petrol kuyularının üzerine konabileceğini hesaplasa da bu yanlış hesabın tutmayacağı aşikardır. Petrol uğruna bu bölgede süren savaşların süresini, maliyetini ve yitirilen insan sayısını hiç kimse tam olarak bilmiyor. Sofraya geç gelen sofrada kendisine yer açmak için, kendisinden önce geleni süngü ucuyla bir kenara atmaya çalışmıştır. AKP şefinin emperyal hayalleri ne kadar büyük olursa olsun, bu hayaller emperyalist güçler tarafından paylaşılan petrol kuyularının üzerine oturması için yeterli olamayacaktır. Zira tüm büyük güçler akbaba misali Libya’ya üşüşmüş durumdadır.
Trump, Libya’ya dair planını, “Petrol çok değerli. Biz de bir miktar alabilmeliyiz. Ve planladığım şey belki de Exxon Mobil veya harika şirketlerimizden biriyle bir anlaşma yapıp, oraya gidip, bu işi düzgünce yapmak” sözleriyle pişkince açıklamıştı. ABD Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nün Ortadoğu Programı Direktörü Aaron Stein ise, Türkiye’nin Libya ve Kuzey Kıbrıs’a yönelik attığı adımları “zayıflığın bir göstergesi” şeklinde nitelendirerek, “Bendeki bilgi, Exxon şirketinin yakınlarda Kıbrıs sularında boy göstereceği yönünde. Türkiye’nin bir ABD şirketini taciz etmesi çok da iyi sonuçlanmaz. Gerilim daha da tırmanır” diyerek Türkiye’yi uyardı.
Bununla da bitmiyor. Almanya Savaş Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, “Burası (Doğu Akdeniz) kuşkusuz ihtiyacımız olan enerjiyi sağlamak için gereken yeraltı kaynakları açısından zengin bir bölge, bu nedenle bölgede birçok kesimin büyük ekonomik çıkarı mevcut” diyerek, sahanın boş olmadığını hatırlattı. Alman Savaş Bakanı, ayrıca Doğu Akdeniz’e ilişkin sorunun “devletlerarası hukuk ve deniz hukuku temelinde” çözülmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’ye bu hukuki çerçeveyi kabul etmesi çağrısında bulundu. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler Konseyi’nin doğalgaz arama faaliyetleri nedeniyle Türkiye’ye yaptırımlar öngören çerçeve belgeyi kabul ettiğine de işaret eden Alman Bakan, bu belgenin “içinin temkinli bir şekilde doldurulması” gerektiğini dile getirdi. Diğer yandan Brüksel’de toplanan AB liderlerinin üzerinde uzlaşmaya vardıkları metinde, Türkiye ile Libya arasında Akdeniz’deki yetki alanları konusunda imzalanan mutabakatın geçerliliğinin bulunmadığı belirtiliyor.
Rus Interfax ajansına konuşan bir Rusya Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, çok endişeli olduklarını belirterek, Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmanın pek çok soru işaretine yol açtığını söylüyordu. Diğer taraftan Hafter’e bağlı Temsilciler Meclisi de “Libya, Osmanlı devletinin Arap dünyasına dönüşü için bir kapı olmayacak” diyerek, Libya açıklarına gelmeye yeltenen Türk gemilerini vuracaklarını açıkladı.
Anlaşılacağı üzere bölge paylaşılmış ve her akbaba gücü oranında bir alanı tutmuştur, girilecek boş bir alan kalmamıştır. Yeni gelenlerin, kurtlar sofrasında kendilerine yer açmalarının yolu süngü gücünden geçiyor. Libya’nın kaliteli petrol kuyuları savaş tamtamları çalan, emperyalist yayılma hayalleriyle yanıp tutuşan sarayın hayallerinin gömüldüğü yer olursa, şaşmamak gerek.