Cumhurbaşkanı Erdoğan kalabalık bir heyetle Körfez turuna çıktı. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) kapsayan ziyaretin temel sebebi de amacı da elbette ekonomi.
Türkiye giderek derinleşen ekonomik kriz yaşarken Körfez ülkelerinden aradığı desteği bulabilir mi?
Küçük bir hatırlatma yaparak başlayalım; geçtiğimiz haftalarda bu köşede Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye’de yatırım yapmakla ilgilendiğini ve piyasayı yakından izlediğini aktarmıştım. Arkasında devlet desteği olması sebebiyle öncelikle Varlık Fonu bünyesindeki kuruluşlarla ilgilenen Körfez ülkeleri sağlık, ulaşım, medya gibi sektörleri de inceliyor. Bu arada, “Körfez ülkeleri Merkez Bankasına birkaç on milyar dolar yatırır” beklentisinde olanlar çok fena yanılıyor. Türkiye’deki kuruluşları ve sektörleri yakından izleyen Körfez ülkeleri, özellikle de BAE ve Suudi Arabistan, Türk lirasının dolar karşısında durulmasını, piyasaların sakinleşmesini ve yeni ekonomi politikasının belirginleşmesini istiyor. Bunlar gerçekleşmeden Türkiye’ye büyük yatırımlar yapmaları olası değil. Elbette burada devlet destekli Varlık Fonu bünyesindeki kuruluşları hariç tutmak gerekiyor ki, onların birkaçının satışı memleketi içinde bulunduğu krizden çıkarmaya yetmez gibi görünüyor. Zaten Türkiye’ye tek seferlik satışlar değil istihdam da yaratacak uzun vadeli yatırımlar gerekiyor. Ayrıca Körfez ülkeleri, Mısır gibi bölge ülkeleri dahil karşılıksız para vermeyeceklerini söylüyorlar.
Türkiye’nin elbette ve açıkça Körfez ülkelerine ihtiyacı var ancak madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerek ki, Körfez ülkeleri de Türkiye’ye muhtaç.
Suudi Arabistan ve BAE ekonomilerini petrole bağımlılıktan kurtarmaya çalışıyor. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ın 2030, BAE’nin 2025 vizyonları büyük bütçeli projelerle devam ediyor. İki ülkenin de hedefi farklı ekonomi kalemlerinde bölge merkezi olmak, Çin’den Avrupa’ya bütün dünyaya kara, hava ve deniz yoluyla bağlanmak, kültür ve turizm gelirlerini artırmak. Körfez ülkelerinin Avrupa’ya açılması için en güvenli hat Türkiye.
Türkiye ile BAE halihazırda 18 milyar dolar olan ticaret hacmini 40 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek ancak BAE tarafı turizm ve teknoloji başta olmak üzere birçok sektörde ikili iş birliğine hevesli görünüyor.
Suudi Arabistan ise bütün dünya ülkelerinin iştahını kabartan devasa bir pasta gibi. Ekonomiyi petrole bağımlılıktan kurtarma, iklim krizi ile mücadele etme, teknoloji konusunda merkez olma gibi hedefleri olan Suudi Arabistan toplam değeri 900 milyar dolara yaklaşan binlerce proje yürütüyor.
Bu projeler arasında inşaat, altyapı, teknolojik donanım gibi alanlar aslan payına sahip. Mesela, fütüristik NEOM şehrinin de dahil olduğu yeni şehirlerin kurulması veya mevcut şehirlerin yeniden inşası gibi projelerin toplam değeri 600 milyar dolara yakın.
9 milyon kişinin yaşaması planlanan, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde tasarlanan ve akıllı şehir olarak tanımlanan NEOM şehrinin tek başına bütçesi 500 milyar dolar civarında.
Kızıldeniz’de 90 adanın turizm merkezine dönüştürülmesine ise yaklaşık 20 milyar dolarlık bütçe ayrılmış durumda.
Suudi Arabistan’ın askeri iş birlikleri ve silah sanayisi dahil yeni partner arayışı, daha doğrusu partnerlerini çoğaltma girişimleri de Türkiye açısından gelir sağlayabilir. Bu çerçevede iki ülke arasında drone anlaşması imzalandığı gelen haberler arasında.
Yine, BAE bölge meselelerinde Suudi Arabistan Çin ile ilişkileri sayesinde daha da genişleyen sınırlar içinde Ukrayna krizi gibi süreçlere aktif dahil oluyor. Rusya-Ukrayna arasında ara buluculuk rolleri üstlenen Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin en azından Rusya tarafından durdurulan tahıl anlaşması konusunda birlikte inisiyatif üstlenmesi de mümkün.
Velhasıl Körfez ülkeleri çok değişti. Özellikle Suudi Arabistan’ın hızlı dönüşümünün yakından izlenmesi gerekiyor. Zaten bölgenin siyasi lideri pozisyonunu iyice güçlendiren Suudi Arabistan’ın yanı sıra BAE ellerindeki parayı nereye harcayacaklarını hesaplayarak hareket ediyorlar.
Türkiye açısından Körfez’de birçok imkan ve ekonomiyi rahatlatabilecek fırsat var. Ancak bu fırsatları devlet mi değerlendirecek yoksa özel şirketler mi? Süreçler şeffaf yürütülecek mi? En önemlisi de art arda imzalanan anlaşmalar pratikte uygulanacak mı? Süreçlerin yürütülmesi aşamasında istikrar ve şeffaflık ve elbette kamu yararı gözetilmediği sürece kalabalık heyetlerle çıkarmalar yapmanın pek bir anlamı kalmıyor.
Evrensel / 20.07.23